Savaş konsepti doğal olarak metal dünyasının en önemli ilham kaynaklarından biri olmuştur. Savaş METALLICA’nın “One”ından, SLAYER’ın “Angel of Death”ine dek savaş temalı şarkılar; MARDUK’un “Frontschwein”ından, SODOM’un “Agent Orange”ına dek savaş temalı albümler; SABATON’dan HAIL OF BULLETS’a tümüyle savaş teması üzerine kurulan gruplar var. BOLT THROWER gibi bazı gruplar bunu sadece sözel anlamda yaparken, kimileriyse olayı çok daha ileri boyuta çekip imajlarına da taşıyarak olayı daha da kişiselleştiriyorlar.
Ukraynalı 1914 bu gruplardan biri. 3, 16, 666 ve 1349 ile birlikte metal dünyasının adı sadece sayıdan oluşan ender oluşumlarından biri olan 1914, tüm mevcudiyetini I. Dünya Savaşı üzerine kuran bir grup. Bu konuda Hollandalı GOD DETHRONED’u her zaman ayrı bir yere koymuşumdur. Adamlar sadece I. Dünya Savaşı’ndan bahseden “Passiondale”, “Under the Sign of the Iron Cross” ve “The World Ablaze” diye 3 tane albüm yaptılar. Bu albümlerin başarılı olması bir yana, 1914’ün olayı biraz daha farklı bir seviyeye yükseltmesinin esas sebebi, grubun olayın şiddetinin ve korkunçluğunun yanı sıra dramatik tarafını da yansıtıyor oluşu.
2015’te çıkan ilk albümleri “Eschatology of War”da da rastladığımız kimi detaylar, 1914’ün sizi sinematik bir düzleme taşıyabilmesini sağlayan değerli zenginlikler olarak karşımıza çıkıyor. Elbet en çok bizi ilgilendiren “Ottoman Rise” gibi bir şarkıya Atatürk’ün sesinden “Ne Mutlu Türküm Diyene” diye başlayan, şarkı sözlerinde Atatürk’ün sözlerinden alıntılar kullanan, şarkının bir yerine ezan ekleyen grup, tarafsız yaklaşımı ve olabildiğince otantik olma çabasıyla savaş konseptli müzik yapan gruplar arasında farkını belli ediyor.
1914 bu konuya o kadar entegre olmuş ki, şu anda yazmakta olduğum “The Blind Leading the Blind”ı 18 Kasım 2018’de, 18 Kasım 1918’de I. Dünya Savaşı’nı son erdiren ateşkesin 100. yıl dönümünde çıkardı. Bu bile adamların konseptlerini destekleme konusundaki ciddiyetlerinin göstergesi.
Albümdeki müziğe gelirsek, 1914’ün her şeyin üstüne çıkan en iyi tarafı tüm bu nümayişin altını doldurabilen müzikleri. Kendisini blackened sludge, /death/doom metal olarak ifade eden Ukraynalı grup, gerçekten de tüm bunları harmanlayan ve tüm bu türlerin farklı dinamiklerinden beslenen bir müzik yapıyor. Savaşın zafer, yenilgi, hayal kırıklığı, ümitsizlik, şiddet, acımasızlık vb. unsurlarını yansıtabilmek adına, 1914 elindeki bu müzikal karakterleri gerektiği anda gerektiği yerde kullanarak son derece çok yönlü ve sinematografik bir karakter ortaya çıkarıyor.
1900’ların başlarından bir “orduya davet” şarkısıyla açılan albümün muhtelif yerlerinde, ilgili şarkıya anlam ve kimlik katacak kimi konuşmalar, sesler, efektler karşımıza çıkıyor. Tek tek şarkılardan bahsetmeye gerek yok ama bir şarkı seçip onun özelinde albümün karakterini özetleyebiliriz. Öncesinde “Hanging on the Barbed Wire” gibi bir introsu bulunan ve IRON MAIDEN da dâhil pek çok grubun işlediği Passchendaele Muharebesi’ni anlatan Passchenhell, albümün orta yerinde karşımıza çıkan ve 1914’ün pek çok özelliğini sergileyen numunelik bir şarkı. Belçika’nın Passchendaele kasabası yakınında yaşanan ve yağan muazzam yağmurlardan ötürü her yerin çamurla kaplandığı bir ortamda 105 gün süren ve her iki taraftan toplam yarım milyondan fazla askerin hayatını kaybettiği bu muharebeyi konu eden şarkıda; lanetli bir giriş kısmı ile ön hazırlık, sonra blast beat’ler eşliğinde haykıran atonal kemanlarla oluşturulan bir kaos ve akabinde yağmur sesleriyle bir kapanış görüyoruz. Grup bu kapanışta Somme Muharebesi’ne ithaf edilen “We’re Here Because We’re Here”ı mırıldanan bir askerin sesine yer vermiş ve bu şekilde bir sonraki şarkı olan “C’est Mon Dernier Pigeon”a bağlamışlar. Bu şekilde her bir şarkıda farklı bir muharebeyi, olayı, enstantaneyi görebiliyor ve 1914’ün çamurlu ellerinde cepheden cepheye savruluyoruz.
Nihayetinde 1914’ün hem müzik hem söz hem de imaj olarak işlediği konunun hakkını sonuna kadar verdiğini ve albümü çeşitlendirmek adına elinden geleni yaptığını söyleyebiliriz. Tek bir müzikal karaktere sabitlenmeden, farklı türlerin dinamiklerinden faydalanarak sundukları bu karakter sayesinde “1914 de savaş temasını işleyen bir grup”tan çok daha ötesine geçen bu arkadaşlar, bu geniş bakış açıları ve tek bir noktayı işlemelerine rağmen bunu dallanıp budaklanan bir biçimde yapmaları sayesinde farklarını belli ediyorlar. 1914’ü ve “The Blind Leading the Blind”ı sevmeniz için x bir türün dinleyicisi olmanız gerekmiyor; savaş temalı metali, I. Dünya Savaşı temasını yahut ekstrem müziğin genelini seviyorsanız, 1914’ü de büyük ihtimalle seversiniz.
Tanklar, toplar, uçaklar, bombalar bir yana, 1914 olayı daha mikro bir bağlama taşıyor ve savaşın çok daha kişisel ve asgari imkânlara sahip boyutuna, siper savaşına indirgiyor. Bu sayede karşımıza daha kişisel, daha insani düzeyde, daha dişe diş, kana kan bir şey çıkıyor. 1914 sırf bu açıdan bile, sırf “The Hundred Days Offensive”in başlarında “Forgive me, forgive me…” diye ağlayan askerden ötürü bile takdir edilesi, desteklenesi bir grup.
Son olarak eklemek isterim ki; bence sadece bunları konuşabiliyor, bunlardan bahseden şeyler dinleyebiliyor olmak bile müthiş bir şey. Metalin sadece müzikten ibaret olmaması ve var olan ya da olmayan her şeyden bahsedebilmesi, burada da örneği görüldüğü üzere adeta notalardan oluşan filmler çekmesi, tablolar yapması, romanlar yazması harika, harika bir şey. İyi ki metal var.
İyi ki metal var.
NEfis albüm nefis.
şu günlerde sanırım birinci dünya savaşı biteli tam 100 yıl oluyor. nereden biliyorum, birinci dünya savaşını hafta hafta başından itibaren anlatan youtube kanalı Great War 4 sene sonunda finalini yaptı. onar dakikalık bölümler eğer o döneme ilginiz varsa kesinlikle izleyin, tüylerim diken diken olmadan bitirdiğim bir video olduğunu hatırlamıyorum, aşırı drama içermemesine rağmen kritikte bahsedildiği gibi savaşın kişisel etkilerini çok güzel örnekliyorlar.
ismi sayılı gruplar çok çekici gelmese de bunu kesinlikle dinleyeceğim konseptinden ötürü.
bir de birkaç saat önce rüyamda atatürkü gördüm, baya film gibi senaryolu bir şeydi ama sonunda spider man çıkıp kurtardı bizi. yani neden….
02.12.2018
@den4x, evet yazıda bahsettim, ateşkesin tam 100. yıl dönümünde çıkardılar albümü.
02.12.2018
@Ahmet Saraçoğlu, evet göz ucuyla okuduğumuz ortaya çıktı :(
Mükemmel bir albüm. Savaş temalı albümler her zaman ilgimi çekmiştir ama bu adamların tümüyle(konser kıyafetleri filan dahil) olayı benimsemeleri işleri daha da güzelleştiriyor. Ukrayna da bu gidişle 1914, Drukdh gibi grupların önderliğinde metal’in yeni adreslerinden biri olacak gibi. Kendilerini tanıtma anlamında da iyi gidiyorlar. Şimdiden bir düzine konser duyuruları yapmaya başladılar. Ek olarak tüm merch’leri de çıktığı andan çok kısa bir süre sold out oluyor.
Beat the Bastards coverı çok net uzun zamandır dinlediğim en iyi cover. Albüm keza mükemmel zaten.
Tarih merakim hic yoktur ama asiri derecede etkilendim. On numarali sarkidaki askerin konusmasini sokakta yururken dinledim. Tuylerim diken kesildi. Atmosfer olarak kusursuz bir is cikarmis adamlar. Uzun bir sure donecek bu album belli oldu. Cok tesekkurler Ahmet hocam
Yine çok harika bir keşif yapmış oldum pasifagresif sayesinde. “Eschatology of War” albümleri akıllara zarar etkileyicilikte bir albüm. Deha bir grup bu.
Sözler biraz cheesy, konseptin potansiyelini yakalayamamış. Askerlerin akıl sağlığıyla oynayan korkuyu anlatmalıydı, “haydi German doğrayalım” gibi sözler yakışmamış.
Böyle bir konsept için de fazla melodik bir müzikal yapıları var. İnsanın içini titretmeliydi, dehşete düşürmeliydi, dinlemesi ıztırap verici olmalıydı. İşittiğinde tabiri caiz ise shellshocka girmeliydin. Deathspell Omega’ya yakın bir tarzı bu konsepte daha uygun görüyorum.
19.10.2021
@9yearsago, Deathspell Omega tarzı WW1 için fazla uhrevi değil mi?
Arrival. The Meuse-Argonne 10 numara sarki.
04.06.2020
@tahsin, harika şarkı. Bu arada girişi Satyricon – Mother North 2.08′de giren kısma çok fazla benziyor.
https://www.youtube.com/watch?v=aHfXQCtnyfA
Bu albümün tek sıkıntısı fazla kristalize bir sound’a sahip olması. Biraz daha kirli olsaydı muhteşem olurdu.