Tuomas Saukkonen’in diğer 1000 projesine bedel olarak gördüğü WOLFHEART’la birlikteyiz bugün. Saukkonen bence gayet de iyi yaparak tüm projelerini sonlandırmış her şeyini verebileceği tek proje olarak WOLFHEART’ın fitilini ateşlemişti. Bu ateşleme işlemi o kadar karda kışta muhtemelen sorun olduysa da, Saukkonen’in azimli, inançlı ve tutkulu yapısı WOLFHEART’ı şahlandırmasına ve kendi türünde değerli bir grup hâline getirmesine yetti.
Bir önceki “Tyhjyys”le başarılı bir iş sunan WOLFHEART, her ne kadar melodik death metalin klişelerinden çok da uzak durma çabası gütmese de sahip olduğu görkemli ve epik karakterle kendini dinletmeyi başarmıştı. WOLFHEART’ın INSOMNIUM ve hatta yer yer BE’LAKOR’a kadar uzanan yoğun, damar, içli, hisli, agresif, kudretli ve değişken yapısı, grubun dinleyicileri için gayet salya akıtılası bir atmosfer yaratıyordu. WOLFHEART’ı dinlerken kışın narinliği de, gazabı da, azabı da karşımıza çıkıyor; doksanların ikinci yarısında beslenen enfes melodik death/black metal tatlarıyla kış soğuğunu evlerimizin konforuna getiriyordu.
Klişe mlişe dediysem de siz bakmayın; elbette ki belirli kalıpları kullanmak durumundalar ve özünde lineer bir tür olan melodik death metalde bu tür olaylar kısmen daha fazla dikkat çekiyorlar. Bu açıdan bakmaz ve akıllılık edip “Constellation of the Black Light”ın içine girmeye meylederseniz, sizi ne kadar dolu bir işin beklediğini rahatça görebilirsiniz.
WOLFHEART’ın bu albümde yapmak istediği ve çok net yaptığı şeylerin başında, önceki işlerinde olduğu gibi dinleyiciyi kışın orta yerine bırakmak ve verilen hayatta kalma mücadelesini izlemesini sağlamak geliyor. Gerçekten de her bir şarkıda bir mücadeleye, bir savaşa tanık oluyoruz. Epik olması amaçlanan her albümün olmazsa olmazı “en uzun şarkıyla başlama” olayına 10 dakikalık “Everlasting Fall” ile katkıda bulunan WOLFHEART, bu duygu fırtınasının akabinde “Breakwater” ile daha hengâmeli, daha canhıraş bir koşuşturmaya giriyor.
Epiklikten epiklik beğendiren “The Saw” ile bizi duygusal olarak yıpratmayı ve karlı yamaçlarda paltosuz bırakmayı amaçlayan WOLFHEART, icra ettiği türün en kilit noktasında neyse ki akıllı bir hareket yapıyor ve her şeyi melodi üzerine kurmaktan kaçınıyor. Şarkıları besleyen irili ufaklı pek çok melodi olsa da, grup “bak hele bak melodiye bak” dercesine gözümüze melodi sokma olayına girmiyor ve bu sayede şarkılar özünde daha karakterli ve değişken hâle geliyorlar. Kimi gruplar bu noktada çok ağır sıçıyor ve her şarkıyı bir melodiyle özetleme yoluna giderek, o melodiyi çok da ilginç bulmayan dinleyicileri kaybediyorlar. WOLFHEART ise her anlamda melodik olsa da, bu melodilerin şarkının önüne geçmesine müsaade etmiyor.
Saukkonen’in diğer bir akıllıca kararı da şarkıların giriş-gelişme-sonuç gibi yapılandırmalarını mümkün mertebe kıran ve bu sayede daha dramatik havalar yaratan tercihleri. Misal çıplak bir rifle başlayan “Forge With Fire”ın giriş kısmının ardından “haydi bakalım şimdi de mısra kısmı” diye didaktik şekilde işlemeden 30. saniyede patdadanak diye girmesi falan, ufak gibi gözüken ama aslında önemli ve değer katan ayrıntılar.
Tüm bunları üst üste koyduğumuzda, “Constellation of the Black Light” gayet başarılı, çok yönlü, sürükleyici ve heyecan verici bir albüm. Ne duyguya boğuluyor, ne göstermelik sertliklerle sıkıcılaşıyor, ne de atmosfer yaratacağım diye kendi bokuyla kavga ediyor. Kışsa kış, soğuksa soğuk, yün içlikse yün içlik. Amaçladığı her şeyi başarıyla yapan WOLFHEART’ı diskografisine bir diğer başarılı albüm kattığı için içtenlikle kutluyor, kar kış kıyamet olmasa da en azından kara bulutların ve yağmurların da Antalya tarafına artık gelmesini dileyerek yazımı noktalıyorum.
Baştan sona albüme bayıldım. Finlandiyaya gidip şu albümü ormanlarında gezine-gezine dinlemek lazım mutlaka. Tuomas başgan sağolsun her iki yılda bir garanti albüm yaptıkları için Melodic Death namına ihtiyacımı gedirmiş oluyorum. Bu arada iyiki Napalm Records’a geçtiler. Spinefarm zamanlarındakı albüm kapakları çok kötüydü. Napalm sayesinde bundan sonra umarım böyle göze hoşgelen albüm kapakları kullanmaya devam ederler.
Baştan sona albüme bayıldım. Finlandiyaya gidip şu albümü ormanlarında gezine-gezine dinlemek lazım mutlaka. Tuomas başgan sağolsun her iki yılda bir garanti albüm yaptıkları için Melodic Death namına ihtiyacımı gedirmiş oluyorum. Bu arada iyiki Napalm Records’a geçtiler. Spinefarm zamanlarındakı albüm kapakları çok kötüydü. Napalm sayesinde bundan sonra umarım böyle göze hoşgelen albüm kapakları kullanmaya devam ederler.