Şu anda garip hisler içerisindeyim. Bunun sebebi, şu anda okumakta olduğunuz albüm incelemesini bundan aylar önce yazdığımı sanıyor oluşum. Yerli yabancı pek çok grup çıkışlarından çok önce bize albümlerini gönderiyor. Biz bu albümleri dinliyoruz ve istedikleri anda albüm incelemelerini yayınlıyoruz. Bu bazen hemen o an, albümün çıkışından haftalar hatta aylar önce oluyor, bazen de albüme bir gün kala ya da albümün çıktığı gün.
SAILS OF SERENITY bana “The Crossing”i en azından 8 ay önce yolladı. Mart başında Güzide’yle İstanbul’dan Antalya’ya taşındığımız düşünüldüğünde ve albümü İstanbul’da, grubun elinden aldığım göz önünde bulundurulduğunda, ben bu albümü bu sene başlarında inceledim de yayınladım diye biliyordum. Tesadüfen 3 gün önce sitede olmadığını fark ettim ve şu anda da bu incelemeyi albümün çıkışından bir 1 ay sonra yayınlayabiliyoruz.
“Gold to Rust” EP’siyle içindeki ışığı bizlere gösteren ve melodik metalcore’un ülkemizdeki en parlak temsilcilerinden biri hâline gelen SAILS OF SERENITY; uzun uğraşlar, çetrefilli dönemler sonucunda çıkan ilk albümü “The Crossing”i Eylül ayı sonunda piyasaya sürdü. Önemli kısmını en baştan söylemek gerekirse, “The Crossing” türün ülkemizden çıkan en iyi örneklerinden biri, bakış açısına göre belki de birincisi.
Önümüzdeki haftalarda “Metalcore’un Yükselişi ve Çöküşü” başlıklı kapsamlı bir inceleme yazısı yayınlamaya hazırlanan bir insan olarak, bu konudaki mühim bir noktaya temas etmek istiyorum. Evet metalcore ve djent temelli müziklere miadını doldurdu gözüyle bakılıyor; evet bu türlerin parıltılı zamanları gerçekten de geride kaldı; evet bu devirde bu tür müzik yapılması kimilerine saçma geliyor, ancak SAILS OF SERENITY sevdiği şeyi gerçekten de iyi yaparak kaliteli örneğini bulmanın giderek zorlaştığı tarzda gayet tatminkâr bir iş sunuyor.
Burada “bu albüm 12-13 yıl önce çıksaydı ortalığı sallardı” gibi ahkamlar kesmeye gerek yok. Sonuçta SAILS OF SERENITY’nin ilham kaynakları da sevdiği gruplar da az çok tahmin edilebiliyor. Ancak grubun daha ilk EP’den oturtmaya çalıştığı ve bene kısmen başarılı olduğu kimi dinamikler, “The Crossing”le birlikte daha bir sivrileşiyor, daha bir berraklaşıyor. Bu nedenle “bu devirde hâlâ rererörö” demeye hazır dinleyicilerin önce SAILS OF SERENITY’nin yaptığı şeye bir bakmalarını tavsiye ediyorum.
Zaten grup da bu konuda üzerine düşeni yapıyor ve konsept yapıdaki albümü gayet çekici ve sürükleyici şekilde açıyor. Eren Başbuğ’un konuk olduğu intro’nun ardından gelen “Castaway”, hem SAILS OF SERENITY hem de ülkemizden çıkan metalcore adına kesinlikle harika bir açılış. Riflerinden vokal melodilerine, aralara sokuşturulan fikirlerden şarkının enerjisine kadar “Castaway”le ilgili en ufak bir olumsuzluk göremiyorum. Bu sayede gayet güçlü açılan “The Crossing”, SAILS OF SERENITY’nin ne yaptığını bildiğini göstermesi adına da numunelik bir at nalı olarak kapı üstlerimizi süslüyor.
Albümün konsept yapısını anlamak için sözlere bakmak gerekiyor. Ben detayına girmeyeceğim, lakin şarkı isimlerinde deniz, okyanus referanslarına baktığınızda zaten az çok tahmin edersiniz diye düşünüyorum. Gruba gelirsek, SAILS OF SERENITY öncelikle prodüksiyon işini iyi çözmüş. Gruplarda bu teknik konulara meraklı birilerinin olması son derece mühim ve sırf bu durum bile pek çok grubun sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini ve sandığından ne kadar fazlasını yapabileceğini görmesi adına bile çok önemli bir faktör. SAILS OF SERENITY de belli ki kendisine yatırım yapıyor ve sayede albüm gayet kabul edilebilir, kapsayıcı ve içine alan türde bir sound’la karşımıza çıkıyor.
“The Crossing”i dinlerken elbette ki çeşitli gruplardan irili ufaklı referanslar alıyoruz, zaman zaman aklımıza türün yıllar önce kurulan büyükleri geliyor. Lakin SAILS OF SERENITY hem sunum hem icra anlamında iş bilir bir tavır takındığından, grubun şarkı yazımı tüm bu diğer dinamiklerin önüne geçerek SAILS OF SERENITY’nin değerli tarafını gözler önüne seriyor. Bu noktada gitaristlerin rif yazımı konusundaki yaratıcı ve farklılaştırıcı tarzı dikkat çekiyor. Aynı şekilde vokalist Selim’in clean’e kaçmayan ancak melodik bağırmalar şeklinde ilerleyen kimi vokal kullanımları, özellikle nakaratların öne çıkmasını sağlıyor. Clean demişken, SAILS OF SERENITY’nin şarkının genelinde kükreyip nakaratlarda sevgi seline dönüşen clean vokaller kullanmadığını hatırlatalım. Albümdeki ender clean vokallerden en çok öne çıkanı, FURTHERIAL ve RAZOR’dan tanıyıp sevdiğimiz Başer Çelebi’ye ait ve hem şarkıya hem de albüme gayet güzel bir lezzet katıyor.
Metalcore’un zirvesi deyince aklıma gelen albüm CONVERGE’ün “Jane Doe”su, melodik metalcore dendiğindeyse tüm zamanlardaki favorim DARKEST HOUR’ın duygusal depremi “Undoing Ruin”. Türkiye ve metalcore dendiğindeyse şu andan itibaren zirvenin kimde olduğu bence belli. Umarım hem SAILS OF SERENITY’nin kendisi hem de ülkemizde bu türü icra eden diğer gruplar “The Crossing”i geçilmesi gereken bir eşik olarak görürler de son demlerini yaşamaya başlayan bu türün kaliteli örneklerini dinlemeye devam ederiz.
Kadro Selim Devirek: Vokal
Sercan Alkın: Gitar
Harun Sekmen: Gitar
Alter Güven: Davul
Konuk:
Eren Başbuğ: Klavye (1)
Başer Çelebi: Vokal (5)
Şarkılar 1. Wanderlust
2. Castaway
3. Between the Devil and the Deep Blue Sea
4. Atlantis
5. Left Behind
6. Let Me Go
7. The Crossing
8. The Ghost Ship
9. Blood Moon
10. Shipwrecked
Zeytinli de murder kingden önce çıkmışlardı . Canlı performansları da bayağı sağlam . Vokalleri genç bi çocuk olmasına rağmen çok sert bi sesi var beğendim
Zeytinli de murder kingden önce çıkmışlardı . Canlı performansları da bayağı sağlam . Vokalleri genç bi çocuk olmasına rağmen çok sert bi sesi var beğendim