Bu aralar black metalin savaşlı, dövüşlü ve mistik taraflarında seyahat ettikten sonra sıra geldi; alabildiğine dinamik, dinlerken elinizi kolunuzu koyacak yer bulamayacağınız, melodilerden melodi beğenip dilinize dolayacağınız bir albüme; Kanadalı Délétère’in yeni albümü “De Horae Leprae”a…
Memleketlisi Forteresse, Fransız Karne ve az daha zorlarsak ABD’li Dumal gibi gruplara benzetebileceğimiz Délétère, tarihin en tatsız dönemlerinden biri olan Orta Çağ ve bu dönemde ortaya çıkan veba meselelerinden aldığı motivasyonla müziğini oluşturuyor. Bunu yaparken de türün zifirî karanlık, korkutucu ve soğuk yönlerini kullanmak yerine teatral bir hava yaratan ve lead gitarlardan art arda dökülen melodilere sırtını yaslayan grup, henüz 10 yıllık bile geçmişi olmamasına rağmen müzik üretimini tutkuyla yaptığını hemen her şarkıda gösteriyor.
Albümü dinlemeye başladığınızda, yerinde duramayan ve rif/melodi fabrikası gibi çalışan gitarlardan sonra kulak kesileceğiniz ikinci nokta, arka planda kimi zaman varlığını belli eden kimi zamansa sislerin içinde beliren bir fener gibi duran kilise orgu olacaktır. Uzun uzadıya melodi oluşturmasa da şarkıların kök notalarında gezinen veya doğrudan iki notayla parçalara derinlik kazandıran kilise orgu sesi, aynı zamanda grubun yaratmak istediği veba dönemi Orta Çağ Avrupa’sı atmosferinin de oluşmasına katkıda bulunuyor. Bestecilik tarafında yaratıcı olmakla bilindik rif kalıplarını kullanmak arasında gidip gelen ama maçın sonunda, galibiyeti, yaratıcılığa tattıran grup, uzun şarkı ve albüm süresine rağmen dinleyiciyi etkileyerek avuçlarının arasında tutmayı biliyor.
“De Horae Leprae”daki eserlerin hemen hepsi oldukça hızlı ve dinleyiciye nefes aldırmayacak yapıda. Aslında riflerin birçoğu, daha farklı ritim kalıplarıyla icra edilebilir durumda ama alınan karar, şarkıların tavizsiz olması yönünde büyük ihtimalle ki içine Energizer tavşanı kaçmış gibi görünen davulcu arkadaş, bagetlerine ve pedal tokmaklarına bir hayli acı çektiriyor albüm boyunca.
Ayrıca benim davul tarafında tuttuğum bir diğer noktada ziller. Hem zil tonlaması hem de kullanımı acayip gaza getirici; hızlı blast beat’lerdeki yavaş ve bazen başına buyruk ride’ların oldum olası hastasıyım.
Bilinçli olarak ayarlanmış cızırtılı yapıdaki bazı klavye tonlarını saymazsak anlaşılır bir prodüksiyonla hazırlanan “De Horae Leprae” az bir kısmı müstesna, genelinde adrenalinin düşmediği, dinleyeni günümüzden yüzyıllar öncesine götürebilecek potansiyele sahip, iyice bestelerin kol kola yürüdüğü bir albüm. Mükemmel olmaktan uzak ama bu aralar melodik black metal açlığınızı giderme konusunda başarılı iş çıkaracağını söyleyebilirim.
Kadro Thorleïf. Vokal, davul, klavye
Atheos: Gitar, bas
Şarkılar 1. Cantus I – Teredinis Lepra
2. Cantus II – Sagina Caedendis
3. Cantus III – Ichthus Os Tremoris
4. Cantus IV – Inopia et Morbo
5. Cantus V – Figura Dysphila
6. Cantus VI – Barathra I
7. Cantus VII – Barathra II
8. Cantus VIII – Atrum Lilium
9. Cantus IX – Oratio Magna
Kritiği okuduktan sonra albümü açar açmaz aklıma ilk gelen şey Seventh Seal filmiydi. Bilen bilir insanın hiçlik ve tanrı inancı arasında kalmışlığını anlatır bu film. Hem de Ortaçağ havasında. Filmin en sevdiğim kısmı başrol abimizin günah çıkarmak için girdiği kilisede bir anda kendini tanrıdan yakınırken bulması ve sonra konuştuğu kişinin rahip değil rahip kılığına girmiş olan ölüm çıkmasıydı. İşte o efsane sohbet:
+yapabildiğim en iyi şekilde günah çıkarmak istiyorum ama kalbim sanki bir boşlukta. boşluk bir aynadır. kendi yüzümü görüyorum, dehşet ve korkuya kapılıyorum. insanoğluna karşı olan ilgisizliğim beni bu dünyadan çıkardı. rüyalarımdaki bir mahkumum, hayaletler dünyasında yaşıyorum.
- ve hala ölmek istemiyorsun.
+ evet istemiyorum.
-neyi bekliyorsun peki?
+bilgi.
-garanti istiyorsun yani.
+nasıl istiyorsan öyle söyle. herhangi birinin duygularıyla tanrıya inanmak çok mu zor? neden o hep belirsiz sözlerin ve görülmeyen mucizelerin ortasında saklanmak zorunda. kendimize bile inanmazken başkasına nasıl inanç duyabiliriz? benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? ya inanmayan, inanamayanlar? içimdeki tanrı’yı neden öldüremiyorum? neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor.neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum? dinliyor musunuz?
- dinliyorum.
+ben bilgi istiyorum inanç değil. tahmin etmek değil sadece bilgi. tanrıdan elini çıkarmasını, yüzünü göstermesini ve benle konuşmasını istiyorum. ama o hala sessiz. geceleri onun için hep ağlıyorum
fakat kimse yokmuş gibi görünüyor. belki de gerçekten yoktur. o zaman hayat anlamsız bir korku. hiçbir insan ölümle ve her şeyin hiçbir şey olduğunu bilerek yaşayamaz. çoğu insan ne ölümü düşünür ne de hiçliği. ama bir gün hayatın son anlarında karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek. o gün… korkumuzdan bir imge yaratır ve
sonra o imgeye tanrı adını veririz.
Sonra şarkı sözlerini araştırırken grubun röportajına denk geldim ve inanılmazdır adamlar röportajda bu filmden bahsediyorlar.. Süper bir albüm.. Süper bir kritik..Süper bir rastlantı..Teşekkürler. Röportaj linkini bırakıyorum.
Şu adamlar aşırı iyi ya, melodik olmaları bir yana vokallerdeki ciğer parçalayan melankoli gerçekten alıp götürüyor insanı.Bayıldım diğer albümlerini de baya sevdim. Yalnız ben Bu grubu Per Aspera ad Pestilentiam Epsiyle tanımıştım ki sanırsam tanınmalarına vesile olan da bu ep.Oğuz abi o ep yi de yazarsan çok hoş olur ya bence o ep adamların müziğinin bel kemiğini oluşturuyor.O ep yi beğenen her albümlerini beğenir.
Kritiği okuduktan sonra albümü açar açmaz aklıma ilk gelen şey Seventh Seal filmiydi. Bilen bilir insanın hiçlik ve tanrı inancı arasında kalmışlığını anlatır bu film. Hem de Ortaçağ havasında. Filmin en sevdiğim kısmı başrol abimizin günah çıkarmak için girdiği kilisede bir anda kendini tanrıdan yakınırken bulması ve sonra konuştuğu kişinin rahip değil rahip kılığına girmiş olan ölüm çıkmasıydı. İşte o efsane sohbet:
+yapabildiğim en iyi şekilde günah çıkarmak istiyorum ama kalbim sanki bir boşlukta. boşluk bir aynadır. kendi yüzümü görüyorum, dehşet ve korkuya kapılıyorum. insanoğluna karşı olan ilgisizliğim beni bu dünyadan çıkardı. rüyalarımdaki bir mahkumum, hayaletler dünyasında yaşıyorum.
- ve hala ölmek istemiyorsun.
+ evet istemiyorum.
-neyi bekliyorsun peki?
+bilgi.
-garanti istiyorsun yani.
+nasıl istiyorsan öyle söyle. herhangi birinin duygularıyla tanrıya inanmak çok mu zor? neden o hep belirsiz sözlerin ve görülmeyen mucizelerin ortasında saklanmak zorunda. kendimize bile inanmazken başkasına nasıl inanç duyabiliriz? benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? ya inanmayan, inanamayanlar? içimdeki tanrı’yı neden öldüremiyorum? neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor.neden her şeye rağmen bu gerçeklikten kurtulamıyorum? dinliyor musunuz?
- dinliyorum.
+ben bilgi istiyorum inanç değil. tahmin etmek değil sadece bilgi. tanrıdan elini çıkarmasını, yüzünü göstermesini ve benle konuşmasını istiyorum. ama o hala sessiz. geceleri onun için hep ağlıyorum
fakat kimse yokmuş gibi görünüyor. belki de gerçekten yoktur. o zaman hayat anlamsız bir korku. hiçbir insan ölümle ve her şeyin hiçbir şey olduğunu bilerek yaşayamaz. çoğu insan ne ölümü düşünür ne de hiçliği. ama bir gün hayatın son anlarında karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek. o gün… korkumuzdan bir imge yaratır ve
sonra o imgeye tanrı adını veririz.
Sonra şarkı sözlerini araştırırken grubun röportajına denk geldim ve inanılmazdır adamlar röportajda bu filmden bahsediyorlar.. Süper bir albüm.. Süper bir kritik..Süper bir rastlantı..Teşekkürler. Röportaj linkini bırakıyorum.
https://www.indymetalvault.com/2018/06/15/album-stream-interview-deletere-de-horae-leprae/
Şu adamlar aşırı iyi ya, melodik olmaları bir yana vokallerdeki ciğer parçalayan melankoli gerçekten alıp götürüyor insanı.Bayıldım diğer albümlerini de baya sevdim. Yalnız ben Bu grubu Per Aspera ad Pestilentiam Epsiyle tanımıştım ki sanırsam tanınmalarına vesile olan da bu ep.Oğuz abi o ep yi de yazarsan çok hoş olur ya bence o ep adamların müziğinin bel kemiğini oluşturuyor.O ep yi beğenen her albümlerini beğenir.