Gürkan Uzunpınar
Bazen öyle bir vakit gelir ki hayatınızda yapmak istediğiniz tek şey olabildiğince çabuk bir şekilde kendinizi eve atıp en sevdiğiniz fantastik kurgu kitabınızı elinize alıp saatlerce o diyarlarda kaybolmak olur. O pasajlar arasında kendinizi bir handa veya bir savaşın ortasında veya bir ozanın lavtasından çıkan notaların huzurunda buluverirsiniz. Fantastik kurgu okumanın en güzel yanlarından bir tanesi siz hikayeyi okurken, beyninizin bir kısmının da sizi allıp o hikayenin içerisine koymasıdır. İster istemez kendinizi o diyarlarda gizemli bir karakter olarak var edersiniz ve siz kitabı okudukça öyküye kendinizi de dahil edersiniz. Hatta bazen öylesine iyi betimlenmiş sahnelerle karşılaşırsınız ki kafanızdaki çılgın fikirlerin arasında notalar bile uçuşmaya başlar, çünkü artık zihninizin musluklarını sonuna kadar açmışsınızdır.
İzmir’den çıkıp gelen, aslen 2008’de “Woltran” adıyla kurulan ve sonrasında hem isim hem de tarz değişikliğine giden Cloud Theory, Torn isimli EP’si ile bizleri fantastik bir hikayenin ortasına müziğiyle aniden yerleştiriveriyor. Çıkaracakları albümün hikayesine bir ön hazırlık olarak sundukları Torn’u ilk dinlediğinizde hissedeceğiniz ilk şey muhtemelen “Eğer bu EP ise, albüm nasıl olacak?” şeklinde bir soru olacak.
EP’nin ilk parçası “My Holy Sacrament” ile beraber kendimizi hızlıca bir yemin töreninin içerisinde buluyoruz. Parçanın teatral açılışıyla beraber adeta birileri sizi tutup uzak diyarlardaki bir trajedinin içerisine fırlatıveriyor. Anneden kıza geçen bir yadigarla başlayan öykü sizleri dengegetirenlerin, karanlığın ve ışığın, savaşların, ölümün ve yaşamın kıyısındaki kahramanların karşısına getiriyor aniden. My Holy Sacrament uzun bir süre orta tempo, klasik bir prog. power parçası olarak karşımıza çıkıyor, başarılı bir vokal ile beraber ilerleyen ve progresif metalin temel güdüleri ile bezenmiş bir parça her ne kadar sınırları itibariyle çok fazla öne çıkmasa da solosu ile beraber son çeyrekte bağlayıcı niteliğini öne çıkarıyor. Solo sonrasında aniden klavye öncülüğünde değişen tempolar ve hızlı iniş çıkışlar ile beraber yeniden nakarata bağlanan parça sanki bu son kısımda bizlere “Bir dakika durun, klasik progresif metal tabanını sakız gibi uzatıp size sunma gibi bir planımız yok.” diye bağırıyor.
Bunun sonucunda hemen ardından “Through The Darkness” ile beraber dört nala koşan gitar riffleri bizleri karşılıyor. Yalnız dört nala koşan tabirini mecazi kullanmadım. Cidden dört gitarın koşturduğu bir gövde yapısı var parçanın. Bu noktada vokal melodileri de bu çılgın harmoninin içerisinden başarıyla sıyrılıp kulaklarımıza hücum ediyor. Wishbone Ash progresif rock’ı çift gitar harmonileriyle şenlendirmeye başladıktan sonra ve özellikle onların sayesinde koca bir NWOBHM tarihi şekillendiğinde, özellikle prog. power mecrasında yüzenlerin bir numaralı kilit faktörü oldu çift gitar harmonileri. Şahsen Cloud Theory’de de, ilk parçayı duyduktan sonra kesinlikle başarılı bir melodik riff’in etrafında şekillenen dört nala bir gövde yapısı bekliyordum. Fakat “dört” gitar tarafından desteklenen bu kadar kuvvetli ve prodüksiyonda boğulmamış tertemiz bir yapıyla karşılaşınca oldukça şaşırmıştım. Arada bir oradan buradan fırlayan Crimson Glory’e saygı duruşu niteliğindeki daha farklı melodik yapılar da parçanın akıcılığını sağlıyor.
Hal böyle olunca Through The Darkness aniden sizi kendine bağlıyor, bunu fırsat bilen grup ise dinleyicinin bu armonik şöleni yeterince tecrübe edindiğini anladığı noktada sizi bir üst seviyeye geçirerek parçanın ortasında hemen bizleri orkestranın kollarına bırakıyor. Bir Arjen Lucassen dokunuşu gibi duyulan bu atmosferik köprü bizleri daha farklı ve daha sert bir yapının içerisine bıraktıktan sonra parçanın finaline bağlıyor. Bu parçanın en güzel yanı ise aslında, giriş kısmında bahsettiğim noktaya en güzel değinen parça olması. Hikaye bazında bu parçayla beraber kendimizi bir savaşında içerisinde buluyoruz. Parçanın yapısı ve dört bir yandan kulaklarımızı işgal eden riffler ise gerçekten de karşılıklı orduların tutuştuğu bir savaş gibi zihnimize yansıyor.
Beyond Assasination ile birlikte grup bağlı olduğu türün temel nitelikleriyle beraber özellikle hissedilir bir Dream Theater etkisiyle sürekli değişen ritim aralıkları, klavyenin öncülük ettiği tempo değişimleriyle beraber ana hikayesinin eksik parçalarını tamamlıyor. Genel itibariyle progresif metalin düsturlarına sıkı sıkıya bağlı, aynı zamanda power metalin de harmonik yapısı ve vokal melodilerini de müziğine serpiştiren Cloud Theory progresif metalseverler için yerli bir hazine olmaya aday. Belki şimdilik çok çok büyük bir etki yaratamazlar, hatta eksik noktaları da burada yatıyor diyebiliriz. Çünkü bir noktada progresif metal türünün isminin hakkını vermek gerekiyor. Yani progresif metalin klasik kalıplarına ne kadar bağlı kalabiliriz? Uzun zamandır progresif metal dinleyen biri olarak türde gördüğüm en ironik olaydır bence bu. Cloud Theory’den en büyük beklentim yeni çıkacak albümlerinde daha yenilikçi belki de yer yer deneysel tınılara da yer vermesi olacak. Kim bilir belki bu tınılar arasından grup kendine has bir kimlik edinip çok daha üst bir noktaya varacak, çünkü bu EP ile o potansiyele kesinlikle sahip olduklarını görüyoruz.
Güzel bir kritik olmuş.
Bence de eli yüzü düzgün, iyi bir EP. Yalnız daha iyi olması için deneyselliği arttırmaktan ziyade, daha oturmuş ve nüfuzlu bir tutku ve daha usturuplu biçimde şaşırtan manevraların eklenmesinin doğru olacağı kanısındayım. Bir ilk ürüne göre yine de hiç fena değil, geleceği olan bir grup bence.
Ortalıkta (sadece ülkede değil, dünyada da) djent tabanlı / etkili, oturaklı bir doğrultusu olmadan varyasyon abanılan prog metalin cirit attığı bir ortamda, o yöne kaymazlarsa çok sağlam bir grup olabilirler ileride.