Tek kişilik projeler bundan birkaç sene önce Pasifagresif sayfalarında tartışma konusu olmuşken; ben diyeyim onlarca, siz deyin yüzlerce tek kişilik proje bu sayfalarda kendilerine yer bulmuşken, olayı detaylandırmak adına ünlü-ünsüz projeleri sıralayıp kafanızı ütülemeyeceğim.
Son dönemde çıkan pek çok kritikte de görebileceğiniz üzere tek kişilik proje olayı giderek yaygınlaşıyor. Bunun altında yatan temel neden, bana kalırsa kullanıcı dostu arayüze sahip kayıt programlarının yanı sıra, yönetimi hayli kolay VST ve davul programlama uygulamalarının yaygınlaşması. Eliniz bir enstrüman tutsa da tutmasa da, eğer müzik üretme üzerine fikriniz varsa bunu birkaç saat içerisinde gerçeğe dönüştürebilirsiniz. Geçtiğimiz aylarda bu sayfalarda konuk ettiğimiz Rob Scallon da son videolarından birinde, bir saat içerisinde nasıl şarkı yapılabileceğini göstermişti. Tamam, ortaya çıkan iş süper-mega değil ama bir saat içerisinde şarkı yapılabileceğinin güzel bir kanıtı. Konu konuyu biraz fazlaca açmaya başlamışken bugünkü adı sanı duyulmamış tek kişilik oluşuma, Dead on Mars’a dürbünlerimizi çevirelim ve projenin başındaki arkadaş ne yapıyor ne ediyor bir bakalım.
Septicflesh, Ex Deo, Fleshgod Apocalypse gibi gruplarla en ihtişamlı dönemini yaşayan senfonik death metal alanında faaliyet gösteren Dead on Mars, yetmezmiş gibi bir de bu tarzın enstrümantal tarafında bulunuyor. “Arrival” klasik ve barok dönemi enstrümanlarının bir arada kullanıldığı bir eser. Böyle yazınca acayip havalı gibi dursa da obuaların havalarda uçuştuğu, klavsenlerin raks ettiği, yaylıların hükümranlığını ilan ettiği bir hava maalesef yok. VST olmasından şüphelendiğim ve bolca power chord üzerinden yürüyen gitarlara, zaman zaman da davullara yancılık eden ve grubun has adamı gibi tek tabancalık konusunda iddialı olan klasik müzik enstrümanları var.
Enstrümantal albümlerden bekleyeceğiniz üzere derinlik sunan, dinlerken size bir şeyler anlatan, sizi uzaklara daldıran, tefekküre sevk eden, dilinize dolanan melodiler “Arrival” içerisinde yer almıyor. Birkaç parça haricinde kopuk kompozisyonlar, rastgele hazırlanmış gibi duran bölümler, klavye veya gitar başına geçilip parmaklar o an nasıl hareket ettiyse o şekilde kaydedilmiş gibi gözüken “melodiler”, “Arrival”ın başrolünde. Anlamlı ve kendi içinde bütünlük teşkil eden parçalarda da genel bir yavanlık var.
Klasik müzik enstrümanları noktasında VST’lerden destek alındığı belli. Fakat sanki bilgisayarın RAM’i yetersizmiş gibi (öyle de olabilir, adamın günahını almayayım) kalabalık ve “senfonik” teriminin hakkını verircesine bir yoğunluk bulmak mümkün değil eserlerde. Buna bir de reverb eksikliği eklenince olay senfonik death metalden çıkıp 1990’lar RPG oyunlarındaki MIDI şarkılara dönüşüyor. Sabrınız elverirse bunun en bariz örneğini “Until My Enemies Float Down the River” parçasında görebilirsiniz. Albümdeki ilk iki parça tamamen yanıltıcı, onu baştan söyleyeyim.
Şu gazla albümü alıp tokatlamaya devam edebilirim ama sözü çok uzatmak istemiyorum. Senfonik tarafın enstrümanlarını dolgu malzemesinden öteye götüremeyen, “metal” enstrümanlarının da eh işte kıvamında olduğu, sırtını VST’lere yaslayan bir garip albüm “Arrival”. Ben projenin başındaki arkadaşın yerinde olsam, hazırladığım besteleri klasik müzik düzenlemesinden anlayan birilerine danışarak toparlayıp albüm hâline getirirdim. Bu türün anıt gruplarının çıtayı epeyce yukarı taşıdıkları düşünüldüğünde, kıyaslamak doğru olmaz ama “Codex Omega” gibi manyaklıklara imza atıldığı dikkate alındığında “Arrival” ancak 1994 yılında çıksaydı ses getirebilen bir albüm olurdu. Yıl 2018 olmuşken üzerine daha çok uğraşılmış işler görmek istiyor insan, yine de umudum var bakalım.
Kapakta kuşun altındaki yuvarlağa Mars olarak değil de bir top vişneli carte d’or dondurma olarak bakınca her şey bambaşka oluyor.
Eti gong peynir ve aci biberli ile kuşun talihsiz buluşması…