Edebi yönü ağır basan eserlerle özellikle de şiirle pek fazla içli dışlı olamadım. Hâlbuki yazdığı şiirlerle edebiyat dergilerine konuk olan aile üyelerim bile var. Çocuklardaki gen dağılımının adaletsiz ya da dengesiz olduğunun bir kanıtı belki de bu. Şiir konusunda böylesine cahil biri olarak Georg Trakl’ı tanımam da “Helian” şiiri ve bu şiirden yola çıkılarak hazırlanan aynı isimli split sayesinde oldu.
Ruhun yalnızlık saatlerinde Güzel şeydir güneşte yürümek, Yazın sarı duvarları boyunca. Hafifler ayak sesleri çimenlerde, ama Pan’ın oğlu, hâlâ uyumaktadır gri mermerde.
1887 doğumlu Trakl, geçen yüzyılın tatsız zamanlarından birinin ortasına doğmuş. Eczacılık eğitimi almış olmasına karşın, içindeki edebiyat ateşi sönmeyen, bu ateşi, sıra dışı yaşanmışlıklarıyla besleyen şair, asıl mesleğini Birinci Dünya Savaşı esnasında yapmak durumunda kalmış. Savaş süresince tanık olduklarından epeyce olumsuz etkilenmiş, son yaratımlarını bu yönde şekillendirmiş ve 1914’te, yüksek dozda kokain alarak acılarını ebediyen sonlandırmış.
1912 Aralık, 1913 Ocak arasında hazırlandığı belirtilen ve üzerine derin analiz makaleleri hazırlanan “Helian”, biraz daha içsel yolculuk tadında, biraz daha kişisel sayılabilecek bir şiir. Geçtiğimiz ağustos ayında aramızdan ayrılan ve Trakl’ın eserlerini, Türkçeye kazandıran Ahmet Cemal’in “Georg Trakl-Bütün Şiirlerinden Seçmeler” kitabında da belirttiği üzere, paylaştığım pasajlarda geçen “Torun” gibi ifadeler veya diğer dizelerde geçen “yabancı” kişiler, esasen Trakl’ın ta kendisi.
Siyah sularda aynaya bakan cüzzamlılar; Ya da pisliğe bulanmış giysilerini Ağlayarak pembe tepeden esen merhem gibi rüzgâra açarlar.
Şair hakkındaki verileri paylaşmaya ve “Helian” şiirini irdelemeye biraz ara verip, lafı uzatmadan kritiğin asıl konusuna geçeyim. Muhteşem “Gnosis” EP’si ile tanıyıp takibe aldığım Yunan Spectral Lore ve 2006’dan bu yana çıkardığı albümlerin sayısını gördüğümde, “Deneysel black metal dünyasının Buckethead’i mi acaba?” diye düşündüğüm Jute Gyte işbirliğiyle hazırlanan “Helian” split’i, şiirin kendisi gibi: Kişisel, içe dönük, karamsar.
Her iki oluşum da split’e aynı notalarla başlıyor. Şiir aynı olduğu için acaba ortak bir parça hazırlayıp, eserlerini kendilerine göre mi hazırladılar diye düşünmüştüm ilk dinlememde ancak nota benzerliği, yalnızca şarkıların açılışlarına özgü. Split’i Jute Gyte başlatıyor ve saykodelik enstrüman kullanımı, hazırlanan melodiler, geçişler, can acıtan vokaller, türe aşinaysanız, sizi ilk bir iki dinlemede avcunun içine alıveriyor. Çok katmanlı hazırlanan eserin vurucu pek çok noktası bulunuyor. 21 dakikaya yaklaşan uzunluğa sahip şarkı, multi enstrümantalist Adam Kalmbach’ın ellerinde; huzursuz rüzgârların estiği, renk kavramının olmadığı, kaynağı belirsiz bir kasvetin ilânihaye hükümranlığını ilan ettiği, terk edilmiş bir şehre dönüşüyor. Çocuk cıvıltılarının asla duyulmadığı ve duyulamayacağı bu şehir; derin iç çekişlerin, canhıraş bağırışların, feryat figan ağlamaların ve kanlı gözyaşlarının dünyaya yayıldığı gudubet bir merkez oluyor sanki. Jute Gyte tarafından yaratılan bu atmosferi masaya yatırıp, derinlemesine analizini bile yapmak isterdim. Müzisyenin Trakl ile bağlarının gücü, müziğine yansıttığı ve dahası yedirdiği bu içselleştirmeden apaçık belli.
Split’in Spectral Lore kısmı için aynı dozda betimlemelerde bulunmam biraz zor. İçine daha güç girebildiğim, girdikten sonra da Jute Gyte gölgesinde kaldığını gördüğüm ikinci şarkı, daha çok Krallice tarafında seyreden bir eser. Çoğu bölümüyle doom tadında olan, az bir kısmında blast beat’lerin yer aldığı, dağınıklığın deneysellik tabağında servis edildiği Spectral Lore yorumlu “Helian” parçası, Trakl’ın duygusal yönünden çok iç çekişmelerini ele alıp yansıtır bir formda gibi.
Ey sizler, teri kaçan gözler kara ağızlarda, Torun, yumuşak bir deliliğin pençesinde, Yalnız başına düşünürken daha karanlık sonu, Ve sessiz Tanrı indirirken mavi gözkapaklarını onun başında.
Belirttiğim üzere split’in Spectral Lore kısmından o kadar da memnun ayrılmamış olmama karşın, yapımın varlığı, bana yine farklı ufuklar açtı, yeni şeyler öğretti ve bir şiirden yola çıkılarak, nerelere kadar varılabileceğini gösterdi. Kendine “27’ler Kulübü”nde yer bulabilir mi bilemiyorum ancak 27 yaşında hayata veda eden Trakl’ın eserleriyle rock ve metal müzik için ilham kaynağı olduğu ve bundan sonra olmaya devam edeceği de su götürmez bir gerçek.
Hazırlarken hangi gün yayımlanacağını bilemediğim bu kritik, Trakl için doğum günü hediyesi gibi oldu.