ismail vilehand
Şöyle bir geçmişe bakıyorum da, şaka maka baya sağlam dayaklar yedik be. Aslında gayet gencim ama sokakta misket, taso, futbolcu kartı gibi dönemin kumarlarını birebir oynama şansı yakaladım. Saklambaç, ebelemeç, kuka, Alman kale, Japon kale, dokuz aylık, simit (bu çok gaddar bir şeydi), pantolon yırtmaca, vesaire hayvan gibi oynadık.
Bu oyunlar sürecinde çıkan kavgalarda feci dayaklar da yedim, dayaklar da attım. Derken ilkokul süreci başladı. İlkokulda da nefis dayaklar yedim. Kulak çekme, tokat atma, cetvelle avuç içine vurma favorilerimizdi. Ama iyi ki yemişim bu dayakları.
Günümüzde dayağı geçtim; öğretmen öğrenciye biraz sesini yükseltti diye ebeveynler ortalığı yıkıyor, “çocuğumun psikolojisi bozuluyor.” diye. Aslında sizin çocuğunuzun psikolojisini bozan şey fazla şımartılması sayın veliler.
Beni cetvelle döven, kulağımı çeken öğretmenim muhtemelen şuan ya rahmetli olmuş, ya da eli ayağı tutmayacak seviyede yaşlıdır ama elimde olsa, doğmamış çocuklarımı kendisine emanet ederim. Çünkü kendisinin yine aynı dayaklarla; vicdanlı, yobaz olmayan, çevresine faydalı ve olan biteni sorgulayan taş gibi bireyler yetiştireceğine eminim.
İlkokul hocama olan hayranlığımı bir kenara koyarsak, derken lise yılları başladı. Lisede abartısız yüzlerce attığım dayaktan hariç bir kez dayak yedim. Onda da bıçaklandım.
Racon semtlerde büyümüş bireyler bilirler, adam bıçaklarken “katil olmayayım” diye çakı veya bıçaktan bir başparmağı tırnağı kadar boşluk bırakılır ve öyle saplanır. Saptan tutup kesici aleti vurmak en alakasız uzuvdan bile can alabilir. İşte bunu çok iyi bilen bir apaçi tarafından bıçaklanmam ise lise hayatım boyunca yediğim tek dayaktı. Tabii o da dayak sayılırsa.
Üniversite yıllarında ise; bırakın kavgayı, hocalar hariç tek bir insanla bile tartışmadım. Çoğunlukla öğrenci evlerinde eğlenip, parti modunda olduğumdan, kavga gürültü ile işim olmadı. Sürekli attım, yuttum, üfledim, içtim, çektim. Güzel yıllardı.
Hayatım boyunca yediğim tüm dayakları gözlerimden bir film şeridi gibi geçmesine sebep olan grup Harm’s Way ile 2013 yılında “Blinded” EP’sinde yer alan “Mind Control” şarkısının klibi ile tanıştım. Zaten böyle bir şarkıdan sonra tahmin edebileceğiniz üzere adamların hastası olmuştum.
Tabiri caiz ise; “Metal müzikle dirsek teması olan hardcore” türünde, “Reality Approaches” ve “Isolation” gibi bayrak albümler çıkartmış olan grup, 2015 çıkışlı “Rust” albümü ile olayı farklı bir boyuta taşıyarak, hedef kitlesini metal müziğe mesafeli olan kemik hardcore kitlesinden ziyade; metal müzik dinleyen, ama hardcore ile de ilgili olumlu hisleri olan tayfaya kaydırdı.
Öyle aman aman bayılmadığım ama metal basını tarafından çoğunlukla olumlu eleştirilere maruz kalan “Rust” albümü sonrası grubun ne yapacağı benim açımdan epey bir merak konusuydu. Ancak; yazıyı okumadan önce sayfayı aşağı çekip, puanı gördüğünüz üzere “Posthuman” aklımı başımdan almayı başardı.
“Posthuman” grubun “Rust” ile girdiği, endüstriyel etkili ve değişikli metalci sever soundunu devam ettirip, bir yanda da kemik hardcore kitlesine “biz hala buradayız.” mesajı veren bir albüm olması, şahsım adına grubun attığı en olumlu adım. Açıkçası hardcore gruplarının fazla “metalleşip” özünü kaybetmeleri hiç sevmediğim bir mevzudur. Harm’s Way bu olaya girmeden “ne şiş, ne kebap yansın” misali, hardcore ve metal dengesini zorlama olmadan güzel bir biçimde kuruyor ve attığı dayağı ona göre ayarlıyor.
Düşük tonlanmış gitarların haricinde, ziller başta olmak üzere kusursuz bir davul sound’u ile kulaklara tam bir ziyafet sunuyor albüm. Dayak arası pansuman yaptırmak için fırsat veren endüstriyel kısımlar yine grubun son yıllardaki “metalcileri kucaklama” olarak adlandırabileceğimiz duruşunun bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Albüm belki bir Harm’s Way başyapıtı değil ancak, amaçlayıp uyguladıkları metal ve hardcore birlikteliğini dinleyiciye sonuna kadar vermeyi başardıkları gayet başarılı bir albüm. Türü sevenleri asla sıkmayacak, hatta “Become a Machine” gibi şarkıları loop’a aldıracak seviyede bir “metallic hardcore” eseri.
Integrity, Converge, Code Orange ve Employed the Serve gibi hardcore gruplarının son yıllarda metal sahnesini domine etmesinin son halkası olan Harm’s Way – “Posthuman” ile kalınan yerden devam ediliyor. “Dinlersem boncuklarım dökülür, metalciliğim hasar görür.” demeyen her dinleyicinin, duvarlara kafa atma riskini göze alarak dinlemesi gereken bir albüm “Posthuman”.
Ismail vilehand kritiklerine cok guzel harika demeyi birakiyorum, cunku bu isin sonu yok oncelikle bunu belirtmek istedim. Adam yaziyor nokta.
Kritigin ana konusu dayak. Albumun icra edilis seklide dayak. Basindan sonuna kadar harika ilerleyen, bittiginde tekrar basa aldiran 2018 bombalarindan biri bu album. Dinlediginiz tür(ler) nedir ne degildir beni baglamaz ama kaliteli muzik kulaginiz varsa es gecmeniz size zarar o kadar net konusuyorum. İlk 2 parcanin harika girisleri be devami, temptation ın kucuk nefes aldirisi, yine unreality nin mukemmel acilisi falan…albumde zerre bos an yok ve uzun zamandir parca siralamasinin bu kadar guzel oldugu baska album gormedim. Tek kelime ile kusursuz.
Become a Machine = Sevda Demirel’in hande Ataizi’ye attığı tokat