Sıkı durun, black metal yapmak istiyorsanız ve fikir açısından tıkanmışlık yaşıyorsanız, size çözüm sunuyorum: Okült, karanlık sosu bol, ürkütücü birkaç ufak rifli, keşmekeşin hâkim olduğu şarkılar oluşturun, işlem tamamdır.
Yaptığım bu berbat şakalı giriş bir kenara, denk geldiğim grupların birçoğu; albümlerini, albümlerini de geçtim, kendi kimliklerini bu saydıklarımdan destek alarak oluşturuyor. Bu, zorunluluktan ziyâde bir seçim olarak görülebilir tabii, herkes inancını bir biçimde müziğine yansıtabilir, bunda tamamen özgürler. Yalan yanlış inanışların yüzlerce yıldır hegemonya kurup, insanı insana kırdırdığı bir dünyada, bunu yapsınlar da zaten, harbiden karışmam etmem. Öte yandan böyle yapılandırılan müzikleri severek dinlediğimi de çok yazdım buralarda. Komplo teorisyenlerinin ortaya attıkları iddiaların beni cezbetmesinden ve bu grupların da bir biçimde yollarının, bahse konu iddialardan geçmesi bunda etkendir.
Naas Alcameth, black metal dünyasının son yıllarda yükselen yıldızlarından biri, kabul edelim. Adam el attığı her grupta varlığını gösteriyor, göstermekle kalmıyor, artık kendi imzası hâline gelen birçok müzikal detayı da yer aldığı oluşumlarda sergiliyor. Enteresanlı black metal gruplarını ve albümlerini severek takip edenlerin yakından bildikleri; Nightbringer, Akhlys, öve öve bitiremediğim son albümüne konuk olduğu Acherontas ve Bestia Arcana oluşumlarının arkasında hep bu zat var. Bestia Arcana haricindeki grupların ortak özellikleri, karanlık ve okültlük düzeylerini belirli bir seviyede tutup, kendilerine has şarkı tasarımlarını ve tabii melodilerini, örnek aldıkları öncülerin izinden giderek ortaya koymaları.
Bestia Arcana ise biraz farklı. Aşırı dozda sigara içen bireylerin akciğerlerinde biriken katran ya da bozuk yolları düzeltmeye gelen belediye ekiplerinin yere döktükleri dumanı üstünde zift kıvamında bir müzik yapıyor grup. Atmosfer oluşturma mevzusunun ipinin biraz kaçtığını düşündüğüm “To Anabainon ek tes Abyssu”dan daha çok “müzik” içeren “Holókauston”, Alcameth’in Nightbringer’dan da kankası olan Menthor’un, dinleyicinin karnına karnına yumruk atan şarkılara taramalı tüfek gibi eşlikleriyle kaos düzeyini, katlanılamaz noktaya taşıyor. Albümün geneline yayılan ve normal şarkılarda işitmeye alışık olduğumuz kompozisyon düzenlerinden pek de faydalanılmadığı gösteren eserler, buralarda hep yazdığımız gibi adanmışlığın, yakarışın, bazı varlıklardan yardım istemenin ve muhtemelen hayırsız şeyler dilemenin aracısı konumuna geliyor.
Bunda şaşılacak bir şey yok ve biliyorsunuz, bu tip olaylar ilk kez yapılmıyor. Ancak benim sıkıntım, tüm bunların ufak ufak kabak tadı vermeye başlaması. Tamam, güldük eğlendik filan ama burada yeni bir şey yok. Reverb’ü bolca açık enstrümanlar ve vokaller, saysanız birkaç nota anca basan gitarlar, atmosfer oluşturan klavyeler. Peki, müzik nerede? “Hop ağır ol bilader, bu müzik değil de ne?” diyeniniz olacaktır. Bu, artık müzik olmaktan çıkıp, karanlık tarafı tercih edenlerin seremonisi, enstrüman ağırlıklı ritüeli bana kalırsa ve bunu dinlerken aman aman keyif aldığımı söylemem biraz zor. Duygusuzluğun diz boyu olduğu, “Şu şarkı ne güzeldi, açayım da dinleyeyim,” dedirtecek bir şeylere denk gelmek, Yosemite Ulusal Parkı içerisinde yayılıp yatan bir Yeti görmek kadar zor.
“Holókauston” girişte arz ettiğim tıkanmışlığı güzel kullanan bir yapım. Parçaların uzun sürelerine karşın albüm arka arkaya kaç kez dinlenir, dinlenirken hangi hissiyatlara gark olunur ya da dinleyicinin, müzikal görüşü ne kadar zenginleşir bilemem lâkin albümün işlemeyi hedeflediği ve sıradanlıktan kurtulamadığı karanlık yönleri, daha yaratıcı ve ürkütücü şekilde ele alanların olduğu da açık.
Çalışırken arkaya açmalık albümler kategorisinde senenin sevdiğim işlerinden biri.
Bir de albümün alternatif kapağı daha iyi aslında. Bu fazla Paralectus’a benziyor.