Oğuz Sel
Kritiğini yazmamın ardından, yeni albüm haberini aldığım grupların listesini hazırlasam ciddi uzunlukta olabilir.
Enteresan işler dönüyor arka planda, henüz akıl sır erdirebilmiş değilim.
Gruplarda yaşadığım bu garip hiss-i kable’l-vuku durumunun yeni halkası, iki ay önce 2011 çıkışlı albümünün kritiğini yazdığım John Maus.
Özet geçeyim:
- Kritiği yazdığım Word dosyasını oluşturduğum tarih: 9 Ağustos 2017,
- Yazıyı tamamladığım tarih: 10 Ağustos 2017,
- Ahmet’in yazıyı sitede yayımlama tarihi: 19 Ağustos 2017,
- John Maus’un Twitter üzerinden yeni albüm haberini verme tarihi: 29 Ağustos 2017.
Bunların tamamına tesadüf diyebilirsiniz ancak bir başka ilgi çekici mevzu daha var; John Maus’u dinlemeye başladığımdan bu yana Twitter’da takip ediyorum.
Yeni albümün kritiğini yazmaya oturacağım 28 Ekim 2017 tarihi itibariyle ne oldu tahmin edin; evet bildiniz; John Maus beni Twitter’da takip etmeye başladı.
Bu da kanıtı:
Pek paylaşım yapmadığımın farkına varıp beni takip etmeyi ne zaman bırakır bilmiyorum ama bu yaşananların tamamı bana göre tesadüf olamaz. Dediğim gibi arka planda gayet enteresan işler dönüyor sanırım. İşin ilginci sağda solda yazılanlara göre önceki kritiği, Maus’un konserine daha çok kişi gitsin diye hazırladığımı düşünenler olmuş. İki sayfa ve yaklaşık 1200 kelimelik yazıdan çıkarılan sonucun bu olmasına çok sevindim ve böyle düşünenleri takdir ettim. John Maus, Türkiye konserinin gelirini; 2011 çıkışlı albümünü 2017 yılında inceleyip albüme 10 vermem nedeniyle bana bıraktı. Bu yazıyı da, tatil yaptığım 7 yıldızlı ultra lüks otelin kral dairesinde, pahalı şampanyalar içip kaşık kaşık havyar yerken yazıyorum.
John Maus’un neci olduğu, ne tür müzik yaptığı, nasıl bir kafa yaşadığını ve şarkılarını şekillendirdiğini merak ediyorsanız, sizi “We Must Become the Pitiless Censors of Ourselves” kritiğine doğru alalım ve şimdi dönelim yepyeni albüm “Screen Memories”e. Garip müzik üretmek ve lirik yazmak üzerine ant içmiş gibi bir hâli olan John Maus’un “Songs” albümüyle temelini attığı kendine özgü çizginin negatif manada ötesine geçen “Screen Memories”, John Maus’a benzer müzik yapan kimler var diyerek dakikalar boyunca o Spotify listeleri senin bu yabancı kritik siteleri benim dolaşırken denk geldiğim ve değil şans, zaman bile harcamak istemeyeceğim birbirine benzeyen, belirli standartları olan ve sıra dışılıktan ziyâde sıradanlığı kendine temel görev bilen albümlerin izinden gidiyor. Bir saniye, bu kadar uzun bir cümle kurmak istememiştim.
Buradan devam edeyim. Bazı parçalarında ciddi anlamda John Carpenter esintileri barındıran albüm, daha az John Maus, daha fazla Ariel Pink kokuyor. 80’ler temalı patch’ler, ritim düzenleri ve davul tasarımları, bol reverb’lü/ekolu vokaller filan tamam çok güzel ama John Maus galiba bu albümde, normal müzik yapmak ve dinleyici kitlesini biraz daha arttırmak istemiş. Ayrıca Maus’a özgü; keskin melodiler, gaza getiren, can sıkan, can yakan bölümler gerçekten çok az sayıda ve var olanlar da önceki albümlerin altında ezim ezim ezilecek kadar zayıf durumda. Yapım çıkmadan önce önden yayımlanan eserler, şaka maka albümün en sağlamları arasında ki, ben bunları birer ısınma turudur diye düşünüyordum. “Find Out”, “Decide Decide” hadi “Pets”i de sayalım; böyle şarkılar olmasa “Screen Memories” baya sıkıntılı bir albüm olacakmış. Beri yandan, dediğim gibi en iyi şarkıların da zaten şok edici, şaşırtıcı, “Ya bu ne güzel melodi böyle!” dedirtecek, işitebildiğim kadarıyla sözleriyle de kahkaha attıracak pek bir yanları yok. Çocukluğumda gençliğimde pop müzik dinlemesem tüm bu şarkılara bayılabilirdim ama diyorum ya herifin olayı zaten garip şarkılar üretip şaşırtmaktı ve bu misyonunu maalesef ve ne yazık ki; küf kokan, böceklenmiş mercimek ve bulgurların bulunduğu erzak dolabına taşımış resmen bu albümde.
Önceki kritiği yazdıktan sonra Maus’un ilk albümü “Songs”a feci şekilde takılıp üstüne, 2012 çıkışlı “A Collection of Rarities and Previously Unreleased Material” albümünü keşfetmenin verdiği coşkuyla kendimi sağa sola vururken gelen “Screen Memories”i ilk dinlememin ardından verdiğim tepki “Bok gibi albüm yapmış bu sefer.” oldu. Sanırım kritiği yazdığım şu sırada albümü 20’ye yakın kez dinlemiş oluyorum ve şimdi verdiğim tepki “ Eh, en azından yeni albüm yaptı.” ile sınırlı. Adam çıtayı önceki albümle o kadar yukarı taşıdı ki, muhtemelen o ayarda herhangi bir şey gelmese bile çok beğenemeyecektim bu albüm gibi.
Eğer John Maus’la tanışmak ve sanatçının kendine has müzikleri nasıl başarıyla kotardığına şahit olmak istiyorsanız, bu albüm hariç tüm diskografiyi dinleyin derim. Bunu da merak ederseniz şöyle bir göz atarsınız artık.
Tesadüfen bir şarkısını duyunca ilgimi çekmişti, o zamandan beri albümlerini ara ara dinliyorum. Belki hiç ilgisi yok ama sisters of mercy’nin daha elektronik işleriyle eski post-punk gruplarını bana anımsattığı için sevdim galiba.
Önceki 3 albümün şeytan tüyüne sahip olamamasına rağmen yine de kötü albüm değil, diğerleriyle birlikte kaynıyor arada, iyi şarkılar var içinde.
Albüm fazla gelmiş kitleye
The combine’i çok seviyorum ya.