ENSLAVED’in özel bir grup olduğu hepimizin malumu. Grubun müziğini sevin ya da sevmeyin, ENSLAVED’i kavrayan genel hava, elemanların dingin ve bilge tavırları, müziklerinin ağırlığı, bir şekilde grubu farklı bir yere koyuyor.
Black metal köklerinden son derece organik biçimde silkinen ve giderek daha progresif ancak bir o kadar da ruhani bir anlayışa bürünen grup, “Mardraum: Beyond the Within”de hissettirilen ve “Monumentum”da iyice ayyuka çıkan progresif anlayışını “Below the Lights” ile KING CRIMSON kudretiyle yoğurmuş, “Isa” ile aşırı derecede özgün biçimde ortaya koymaya başlamıştı. “Ruun”da müziğini kozmik bir düzleme çıkarmayı başaran ENSLAVED, “Vertebrae” ile yeni kimliği adına ciddi anlamda “olmuş” ve nihayet “Axioma Ethica Odini” ile de eşsizliğini, görkemini metal dünyasının üzerine lapa lapa yağdırmıştı.
“Axioma Ethica Odini”yi dinleyicilik kariyerinin en büyük hayal kırıklığı olarak niteleyen insanlar dahi gördüğümden, müziğin gerçekten de aşırı derecede göreceli bir konu olduğu konusunda hiçbir şüphem yok. Her albümü bir başka dinleyici tarafından grubun en iyisi veya bir başyapıt yahut bir hayal kırıklığı olarak görülebilen ender gruplardan biri olan ENSLAVED, “RIITIIR” ile “Axioma…” karakterini belli ölçüde devam ettirmiş, genel kanı olarak başarılı bir işe imza atmış ve Norveç’in halihazırda aktif olan en büyük birkaç metal grubundan biri hâline gelmişti.
“In Times”, benim de içinde bulunduğum bir grup dinleyici tarafından belli oranda tutarsız olarak görülse de albümü çok seven bir sürü insan olduğu da orta. Ben “In Times”ın 2000 sonrasındaki yeni ENSLAVED’İn en az güzel albümü olduğu düşüncemi yineliyorum.
“E” çıkmadan önce yapılan yorumlarda, ENSLAVED’in bu albümde çok büyük şeyler deneyeceği, bugüne dek bulaşmadığı işlere bulaşacağı yönünde ifadeler vardı. Grup black metalden progresif rock’a kadar farklı uçlardan epey bir şey yaptığından, albümün ENSLAVED’İn ekstrem tarafına kaymayacağı aşikârdı. Bu da grubun daha soyut, daha manevi, kısacası post-rock saçmalıklarını sofistike biçimde yorumlayacak şeyler yapabileceği sonucunu çıkarıyordu; en azından benim için.
Storm Sun’ın ALCEST’vari girişi pek çok kişiye aynı duyguları düşündürtmüş olabilir. Acaba ENSLAVED ruhanilik, maneviyat, uzay boşluğu, Kuzey’in gizemini kozmik boyutta inceleme ayağına gerçekten de denyoca bir kırılganlığa, kudretini törpüleyip katmanlar ve soundscape’ler arasında boğulan bir kimliğe mi bürünecekti? “Vertebrae”de belli ölçüde denenen ancak eskiyi de yok saymadığı için cillop gibi oturan (mesela Clouds) bu olaylar, yeninin de yenisi ENSLAVED’de kendini klavyeler, mellotronlar, öküz gibi efektli gitarlarla mı gösterecekti? Üstelik de grubun en önemli silahlarından klavyeci/vokalist Herbrand Larsen gruptan daha yeni ayrılmışken… ENSLAVED kendi evrimini yerinde saydırmamak adına kendini şaşıracak mıydı? “E”, “Eh” mi olacak tı?
Öncelikle söylemeliyim ki “E” öyle “yapmadıklarımızı yapacağız” düzeyinde farklılaştırılmış bir ENSLAVED albümü değil. Bence “In Times”dan daha tutarlı olduğu kesin. “Axioma Ethica Odini” ile kıyaslanacak kadar özgün ve değerli değil, “RIITIIR”le olan karşılaştırılması kişiden kişiye değişebilir. Bu noktada karşımıza iki ana başlık çıkıyor. Bunları tek tek inceleyip albüme dair nihai kararıma geleceğim. Bunlardan biri sadece ENSLAVED’le, diğeri ise benzer kudretteki başka birtakım gruplarla da ilgili; aslına bakarsanız bir ölçüde bu iki başlık da birbiriyle alakalı.
Bunlardan ilki, olayın manevi boyutu.
ENSLAVED müziğinin yıllardır pek çoğumuzu büyülemesinin sebebi, grubun dinleyicinin albümle bir gönül bağı kurmasını sağlayan karakteriydi. “Isa”daki Violent Dawning’de, “Ruun”a adını veren parçada, “Axioma Ethica Odini”nin Raidho’sunda veya “RIITIIR”in Death in the Eyes of Dawn’unda insanı içten içe patlatan, enginlere sığdırmayan bir güç, bir samimiyet, bir “çok yakınlık ama bir o kadar da uzaklık” hissi vardı. ENSLAVED sanki diğer herkesten farklı ilhamlar alıyor, Kuzey mitolojisinin figürleriyle notalar üzerinden iletişim kuruyor, İskandinavya’nın arkaikliğini notalarla yansıtıyordu. “In Times”da eksikliği çekilen ve grubun bu ruhani/manevi havasını belli ölçüde alarak ENSLAVED’i de “müzik yapan, turlayan bir metal grubu” gibi gerçekçi görmemizi sağlayan durum “E”de de büyük oranda karşımıza çıkıyor. Sanki İskandinavya’nın müzik tanrıları ölümsüzlüklerini yitirmiş de aramızda dolaşmaya başlamış gibi bir his besliyorum son birkaç yılın ENSLAVED’ine karşı.
Buradan ikinci başlığa geçelim. İkinci başlık biraz daha alengirli bir konu ve onu da şöyle ifade edebilirim: zaman içinde sound’unu progresifleştirmeyi seçen eskinin ekstrem gruplarının saptığı ve zamanla monotonlaşan yollar.
Burada bana tepki yağabilir, biliyorum. Lakin adını anacağım isimleri ne kadar sevdiğim, üzerimde ne kadar çok emekleri olduğu, PA’yı belli bir süredir takip eden herkesin malumudur diye düşünüyorum. Her ne kadar son albümlerinin incelemelerinde bu konuyu fazla vurgulamamış olsam da, zamanında devasa işler yapan kimi grup ve müzisyenlerin, belli oranda, “progresifleşme” adı altında sıradanlaşmalarına tanık olduğumuzu düşünüyorum.
Bu konunun bayraktarlığını elbette ki OPETH yapıyor. “Sorceress”a 8 vermiş olsam da kritik Pasifagresif’te yayınlandıktan bu yana albümü 1 kez bile dinlemedim. Bunun başlıca sebebi, dinleyiciler olarak sevdiğimiz grupların iyi taraflarını görmeye daha meyilli olmamız olabilir. Bugüne dek 3.000’e yakın albüm incelemesi yazmış bir insan olarak, bu durumu yaşadığımı ve yaşattığımı zaman zaman fark ediyorum. Aynı şey kariyerini “ilginçleştirmek” isteyen IHSAHN’da da belli albümlerde karşımıza çıkıyor. Deneysellik ve progresifleşme (karmaşıklaşma değil; 70’lerden alınan ilhamı günümüze uyarlama çabasından bahsediyorum) uğruna sanki şöyle hakkını veren, ne kadar sert veya yumuşak olduğu fark etmeksizin ortaya eşsiz bir karakter koyan parça kavramından biraz ödün veriliyormuş gibi geliyor.
İşte bu hissiyatı ENSLAVED’de de yer yer görüyoruz. Dışarıdan bakınca “o an için” ilginç bir şey yapılıyor. Başta mellotron olmak üzere PINK FLOYD’un, YES’in, KING CRIMSON’ın, GENESIS’in, GENTLE GIANT’ın, MARILLION’ın, ELOY’un, şunun bunun ekmeği bir şarkılığına, bir bölümlüğüne yeniyor, ancak çok değil, 1-2 yıl sonra baktığınızda o şarkının o an için ilginç gelen ancak mevzubahis grubun kariyeri ve diskografisi için o kadar da matah bir yer tutmadığını fark ediyorsunuz. Aynı şey “anlık etkileyicilikler” sunduğunu ancak uzun vadede kalıcı ve güçlü şarkılar sunamadıklarını düşündüğüm NE OBLIVISCARIS, PERSEFONE gibi gerçekten iyi ancak belli bir noktadan sonra göz boyamaya başladıklarını düşündüğüm gruplar için de geçerli.
Böyle deyince, sevdiğim pek çok grubu bir kalemde satmışım gibi gözüküyor, ama eğer progresif olmaktan söz ediyorsak, DREAM THEATER’dan bir Take the Time’ı, YES’ten bir Awaken’ı, PAIN OF SALVATION’dan bir A Trace of Blood’ı, PORCUPINE TREE’den bir The Sound of Muzak’ı bugün bile dinlediğinizde, adamlar ne zamansız, ne karakterli şarkı yapmışlar arkadaş diyorsunuz. Ortada çok net bir kimlik, bir eşsizlik var ve başından sonuna kadar kendine özgü bir şarkı dinlediğinizi sonuna kadar hissediyorsunuz.
İşte ENSLAVED’de de bu “progresiflik katalım” düşüncesi altında kimliği güçsüzleşen işlerle karşılaştığımızı görüyorum. “E” iyi bir albüm, elbette ki belli bir kalitenin üstünde, çok güzel anları, bölümleri var. Storm Son bence çok iyi bir şarkı; Sacred Horse’ta müthiş bölümler var. Ancak belli şarkılardaki progresif tat merakı -misal Feathers of Eolh- bence müziğin belli oranda güme gitmesine neden oluyor; “ilginçlik” ayağına “karakter” feda ediliyor.
“E”nin incelemesinden ziyade “E” ve benzeri tavırdaki albümlerde yaşatılan bir anlayışın eleştirisine yer verdiğim bir yazı oldu. Bu kadar ters taraftan yaklaşmış olmamın aşağıdaki notu alakasız kıldığını düşünebilirsiniz, ancak aslında burada bir ENSLAVED eleştirisi yapmıyorum. Burada, hazır fırsat doğmuşken, iyi bir albümün bana hissettirdikleri üzerinden uzunca bir süredir tecrübe ettiğim ve görünüşe göre daha uzun süre edeceğim bir konunun yakınmasını yapıyorum.
“E” bana kalırsa “In Times”dan sonra atılmış gayet yeterli -sadece yeterli- bir adım. 3 albüm öncesinde gökyüzündeki “Devler” olan bu adamlar, sonrasında “Dağların Köklerine” inerek bizimle aynı toprağa basmaya, sonrasında ise “Bin Yıllık Yağmurlar”da tıpkı bizim gibi ıslanmaya başladılar. Neyse ki bu albümle birlikte “Dünyaların Ekseni” falan diyerek biraz daha bizden ayrı, daha yükseklerde durmaya çalışıyorlar. Umarım bir sonraki işlerinde, daha ilk dinlemeden “bu şarkı ömrümün sonuna dek benimle olacak” diyeceğimiz daha fazla şey yaratır ve manevi güçlerini geri kazanırlar.
Kadro Ivar Bjørnson: Gitar, klavye, geri vokal
Grutle Kjellson: Sert vokaller, Bas
Arve Isdal: Lead gitar
Cato Bekkevold: Davul, perküsyon
Håkon Vinje: Klavye, clean vokal
Şarkılar 1. Storm Son
2. The River's Mouth
3. Sacred Horse
4. Axis of the Worlds
5. Feathers of Eolh
6. Hiindsiight
7. Djupet (bonus)
8. What Else Is There? (RÖYKSOPP cover'ı)
İki gündür albümü ara ara döndürüyorum. Bu albümü iyice sindirmeden yorum yapan yanlışa düşer. şimdilik röyksopp coverını çok beğendiğimi ve ilk iki şarkı da pek hissetmesem de albümün genelinde herbrand’in yokluğu kendini dev belli ediyor. sonra geleceğim.
Derinlemesine analiz edecek kadar yetkinliğim yok lakin dinlediğim şeyin In Times’tan 10 kat daha güzel olduğuna eminim.
Ben aşırı beğendim.Röyksopp coverı çok acayip; albümün genelinde de fena epik olaylar dönüyor.Yukarıdaki puana ben kendimce 1 puan daha ilave ediyorum.
Daha bir kere dinledim ama kritikte de geçen ““progresifleşme” adı altında sıradanlaşma” olayı modern progresif müziği cidden yerinde tutan bir etken. Son bir kaç aydır Pain of Salvation’ın Road Salt 2′sini spamliyorum.
Mesela şu şarkı. Retro bir dokunuş var ama tamamen özgün bir şarkı. 70ler gibi duyulsa da, herhangi bir 70ler grubu referansı yapamıyorsun. Buna rağmen şarkıda herşey doğal, gayet yerinde, ve en önemlisi bunu yaparken “progresif” olması.
Bu problem sadece Enslaved’de, veya sadece progresif metal gruplarında yok. Ve sadece “progresifleşme”yle alakalı değil. Bir influence yerinde kullanılmayınca belirginleşiyor ve bayıyor. Ama bunu yapan progresif metal grupları olunca, ağır gitarlar ve brutal vokallerin arasına eski püskü klavyeler, Roger Waters’ı andıran vokaller vesaire kullanıldığı zaman… 40 santimlik sikin olduğunu düşün ve zamansız bir şekilde kalkıyor, hani kimine göre bu hoş gelebilir ama ben pek hazzetmiyorum.
Üzücü olan bu saçma ilginçli 70′ler trendinin son birkaç yıldır aşırı popüler olması. Ihsahn’ın son albümünü baştan sona dinlemedim. Evet, çok sıkıcı. Bu olay başladığında bu tarz sounddan hoşlanırdım ama artık fazla sıradanlaşmaya, kabak tadı vermeye başladı.
En azından Enslaved albümde bu soundla farklı şeyler deniyor. Albümün ikinci şarkısını farklı sebeplerden dolayı eleştirdim fakat albümün büyük kısmı, gayet deneysel acayipliklerle dolu. Henüz albümle ilgili bişey demek için çok erken, fakat ilk izlenimimde üçüncü şarkıyı çok beğendim. Geri kalanı eh dedirtti. Röyskop coverı da, komik işte (albümü indirir indirmez onu açtım).
Dün de arkadaşımla bu albüm hakkında ve Mikael Akerfeldt’in aradığı 70ler tınısı hakkında konuşmuştuk. O yazışmadan bi quote’la kapatıyım.
Progresifleşme meselesi ile ilgili söylediğin her şeyin altına imzamı atarım. Misal bir Katatonia da müziğini defalarca değiştirdi ama kalitesi asla düşmedi. Demekki mesele müziği değiştirmek değil. Still Life ile Sorceres arasındaki ya da Ruun ile E arasındaki tutku farkını görmeyene kör denir.
Eline sağlık, kritik muazzam olmuş. Şu “70-80′ler prog rock kafalarına geri dönelim” fikrini güzelim grupların aklına kim soktu bilmiyorum ama iyi haltetti. Bunu yapanlar ortakarar gruplar olsaydı yine neyse de efsane seviyesindeki gruplar “progresifleşme” adı altında gözümüzün önünde yok oluyor. Önce Opeth’i kurban verdik bu yolda, şimdi de Enslaved adım-adım o yolda ilerliyor. Hepinizde progresifleşmeyiverin yahu. İllallah dedirtti şu 70′ler prog rock tınıları.
Konuya geri dönersek albüm kötü mü? Tabii ki de değil, hatta gayette iyi albüm ama insan Enslaved deyince daha böyle hayvani boyutlarda bir şeyler bekliyor. Özellikle Enslaved şarkılarında clean vokal kısımları benim için her zaman önemli olmuştur. Nedeniyse o kısımlarda bir melodi patlaması oluyordu adeta ama bu albüm o kısımlardan baya yoksun. Normalde Enslaved albümü dinlediğimde her yeni bir melodide kendimden geçiyordum ve ya şarkı bittiğinde diğerine geçmeden önce bir kere daha çevireyim şunu diyordum ama “E” albümünü diğer normal albümler gibi dinleyip, “iyiymiş” dedim ve oldu bitti. Opeth’in yeni halini kabullenmek baya bir zaman almıştı, şimdi üstüne bide Enslaved çıktı. :/
Ha bu arada söylemeyi unuttum. “Hiindsiight” şarkısına saksafon eklemeyi kim düşündüyse bir daha düşünmesin bence. Adamlar gitmiş Enslaved müziğine en uzak sayılacak enstrümanı(Saksafon) eklemişler şarkıya.
Şu progresifleşme eleştirisine bende ilk üç gün destek verdim. fakat sonra enslaved bağlamında bu adamlar işin extreme tarafında yapabildikleri en sikici işleri yaptılar zaten düşüncesi ağır basmaya başladı. hayır in times sıkışıklığından sonra ne yapacaklardı? ancak enslaved gibi taşaklı bi gruptan beklenecek derecede deneysel ve kaliteli bi albüm olmuş. hemde larsen’in o kadife sesi yokken. grubun müzikal evrimi açısından çoğunluğun aksine karamsar filanda değilim. bi opeth mevzusudur gidiyor. opeth boktan bi evrim geçirdi diye enslaved’de aynı vebaya yakalanacak diye bir şeyde yok. iki grup arasında çok büyük karakter farklılığı var. ileride bu lafları bana yedirme ihtimalleri var mı? var. ama çok düşük bence.
Opeth 3 albümdür direkt progresif rock yapıyor. Extreme prog. metalden direkt prog.rock’a geçtiler, Enslaved ile karşılaştırmak anlamsız bence. Ayrıca saf prog.rock gruplarını metal kökenli sonradan progresif olaylara giren gruplarla kıyaslamamak gerekiyor diye düşünüyorum. Enslaved’in saptığı bu yol doğru. Ben bu yolu Radiohead progresifleşmesi olarak görüyorum.
Axis of the Worlds’ün saçma denen baştaki olayı bile beğendim. Bu albüm benim nazarımda Enslaved’in en üst düzey 4 albümünden biri. Giriş parçasındaki Ortadoğu ezgileri mi dersin, Hindsiight’daki saksafon mu dersin, albümün geneline yayılmış duvar gibi sound mu dersin resmen şov yapmış Enslaved. Bu olaylar şarkılara o kadar güzel yedirilmiş ki aha sırıtıyor keşke böyle yapmasaydınız diyemiyor insan. Ben bir sonraki albümü şimdiden iple çekiyorum. Çıtayı çok fazla yükseltmişler. İn Times kendi başına güzel bir albümdü ama bu albümdeki güzelliklerin, bu albümdeki müzikalitenin yanında esamasi bile okunmaz. 2 gündür 20 defa dinledim albümü. Larsen hayranı olsam da yokluğu hissedilmemiş. Bu albüm bence Enslaved’in Ghost Reveries’i. Artık Enslaved riff tabanlı bir grup değil, tek bir riffin üzerine yaratıcılıklarını sergileyen bir grup değil. Dinlerken sizi 1. saniyeden yakalayan bir grup değil, yavaş yavaş yakalayan ama artık kendi kaplarına hiçbir şekilde sığamayan bir sonraki albümlrinde acaba daha neler yapacaklar diye beklenen, kanıksanamayan bir müzikal yaklaşıma sahip bir grup. 9.5/10
what else is there’i açtım sırf dinledim, baya da fiyasko olmasını bekliyodum ama gerçekten olmuş. dinlediğim en orjinal cover’lardan olabilir, bi cover ne kadar orjinal olabilirse artık. asıl şarkıdaki sayın hanımefendiyi bekliyordum, onsuz olmaz diyordum ama, olmuş.
Yorumlara şöyle bir baktım da, In Times’ı sevmeyen ne çok kişi varmış ya :/ Şahsen Axioma’dan sonra grubun en sevdiğim albümüdür RIITIIR ile birlikte, devamında da RUUN ve Below the Lights gelir sanırım (Vertebrae, Vikingligr Veldi, Frost gibi albümler ilk beşime giremiyor, gruba bak).
Bu albümü ise başlarda 2000 sonrası Enslaved’in en zayıf albümü olarak görüyordum, özellikle ikinci yarısına bir türlü ısınamamıştım falan (ki Axis of the Worlds’ü hala pek sevdiğim söylenemez) ancak dinledikçe Storm Son, Sacred Horse gibi müthiş işler barındırdığını farkettim. The River’s Mouth da çok güzel hakeza. Konserde de bu üçünü çalmaları güzel oldu, hehe.
Bu albüme bir yerde giydirmiştim, kritiğinin altında sanıyordum ancak burda değilmiş. Hatta bu albüm yüzünden Utgard’ı üstün körü dinleyip kenara atmıştım. Özür diliyorum, tam bir eşeğim.
Benzer durumu BtBaM’da da yaşamıştım, ancak hayatımın gruplarından olarak gördüğüm bu grupların son işleri sonrası geri dönüşlerim beni gerçekten şükrettiriyor. Hala güzel işler çıkıyor çıkmıyor değil ancak “yeni bir grup keşfet ve önemli bir yere koy” durumu baya baya azaldı bende. Ve bu süreçte hala BTBAM, Enslaved, Mastodon gibi grupların müziğini duyuyor olmanın bir şükür sebebi olduğu düşüncesi yerleşmeye başladı. Tüm bunlar ışığında yeni albümü baya heyecanla bekliyorum artık.
İki gündür albümü ara ara döndürüyorum. Bu albümü iyice sindirmeden yorum yapan yanlışa düşer. şimdilik röyksopp coverını çok beğendiğimi ve ilk iki şarkı da pek hissetmesem de albümün genelinde herbrand’in yokluğu kendini dev belli ediyor. sonra geleceğim.
Derinlemesine analiz edecek kadar yetkinliğim yok lakin dinlediğim şeyin In Times’tan 10 kat daha güzel olduğuna eminim.
Ben aşırı beğendim.Röyksopp coverı çok acayip; albümün genelinde de fena epik olaylar dönüyor.Yukarıdaki puana ben kendimce 1 puan daha ilave ediyorum.
Daha bir kere dinledim ama kritikte de geçen ““progresifleşme” adı altında sıradanlaşma” olayı modern progresif müziği cidden yerinde tutan bir etken. Son bir kaç aydır Pain of Salvation’ın Road Salt 2′sini spamliyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=p-mZmgqyTVo
Mesela şu şarkı. Retro bir dokunuş var ama tamamen özgün bir şarkı. 70ler gibi duyulsa da, herhangi bir 70ler grubu referansı yapamıyorsun. Buna rağmen şarkıda herşey doğal, gayet yerinde, ve en önemlisi bunu yaparken “progresif” olması.
Bu problem sadece Enslaved’de, veya sadece progresif metal gruplarında yok. Ve sadece “progresifleşme”yle alakalı değil. Bir influence yerinde kullanılmayınca belirginleşiyor ve bayıyor. Ama bunu yapan progresif metal grupları olunca, ağır gitarlar ve brutal vokallerin arasına eski püskü klavyeler, Roger Waters’ı andıran vokaller vesaire kullanıldığı zaman… 40 santimlik sikin olduğunu düşün ve zamansız bir şekilde kalkıyor, hani kimine göre bu hoş gelebilir ama ben pek hazzetmiyorum.
Üzücü olan bu saçma ilginçli 70′ler trendinin son birkaç yıldır aşırı popüler olması. Ihsahn’ın son albümünü baştan sona dinlemedim. Evet, çok sıkıcı. Bu olay başladığında bu tarz sounddan hoşlanırdım ama artık fazla sıradanlaşmaya, kabak tadı vermeye başladı.
En azından Enslaved albümde bu soundla farklı şeyler deniyor. Albümün ikinci şarkısını farklı sebeplerden dolayı eleştirdim fakat albümün büyük kısmı, gayet deneysel acayipliklerle dolu. Henüz albümle ilgili bişey demek için çok erken, fakat ilk izlenimimde üçüncü şarkıyı çok beğendim. Geri kalanı eh dedirtti. Röyskop coverı da, komik işte (albümü indirir indirmez onu açtım).
Dün de arkadaşımla bu albüm hakkında ve Mikael Akerfeldt’in aradığı 70ler tınısı hakkında konuşmuştuk. O yazışmadan bi quote’la kapatıyım.
“ya bikere dinliyom da prog rak 70ler yeter aq”
Uzun zamandır okuduğum en iyi kritik. Elinize sağlık.
15.10.2017
@12ParmakBağırsağı, sağ olasın.
Progresifleşme meselesi ile ilgili söylediğin her şeyin altına imzamı atarım. Misal bir Katatonia da müziğini defalarca değiştirdi ama kalitesi asla düşmedi. Demekki mesele müziği değiştirmek değil. Still Life ile Sorceres arasındaki ya da Ruun ile E arasındaki tutku farkını görmeyene kör denir.
Eline sağlık, kritik muazzam olmuş. Şu “70-80′ler prog rock kafalarına geri dönelim” fikrini güzelim grupların aklına kim soktu bilmiyorum ama iyi haltetti. Bunu yapanlar ortakarar gruplar olsaydı yine neyse de efsane seviyesindeki gruplar “progresifleşme” adı altında gözümüzün önünde yok oluyor. Önce Opeth’i kurban verdik bu yolda, şimdi de Enslaved adım-adım o yolda ilerliyor. Hepinizde progresifleşmeyiverin yahu. İllallah dedirtti şu 70′ler prog rock tınıları.
Konuya geri dönersek albüm kötü mü? Tabii ki de değil, hatta gayette iyi albüm ama insan Enslaved deyince daha böyle hayvani boyutlarda bir şeyler bekliyor. Özellikle Enslaved şarkılarında clean vokal kısımları benim için her zaman önemli olmuştur. Nedeniyse o kısımlarda bir melodi patlaması oluyordu adeta ama bu albüm o kısımlardan baya yoksun. Normalde Enslaved albümü dinlediğimde her yeni bir melodide kendimden geçiyordum ve ya şarkı bittiğinde diğerine geçmeden önce bir kere daha çevireyim şunu diyordum ama “E” albümünü diğer normal albümler gibi dinleyip, “iyiymiş” dedim ve oldu bitti. Opeth’in yeni halini kabullenmek baya bir zaman almıştı, şimdi üstüne bide Enslaved çıktı. :/
Ha bu arada söylemeyi unuttum. “Hiindsiight” şarkısına saksafon eklemeyi kim düşündüyse bir daha düşünmesin bence. Adamlar gitmiş Enslaved müziğine en uzak sayılacak enstrümanı(Saksafon) eklemişler şarkıya.
Şu progresifleşme eleştirisine bende ilk üç gün destek verdim. fakat sonra enslaved bağlamında bu adamlar işin extreme tarafında yapabildikleri en sikici işleri yaptılar zaten düşüncesi ağır basmaya başladı. hayır in times sıkışıklığından sonra ne yapacaklardı? ancak enslaved gibi taşaklı bi gruptan beklenecek derecede deneysel ve kaliteli bi albüm olmuş. hemde larsen’in o kadife sesi yokken. grubun müzikal evrimi açısından çoğunluğun aksine karamsar filanda değilim. bi opeth mevzusudur gidiyor. opeth boktan bi evrim geçirdi diye enslaved’de aynı vebaya yakalanacak diye bir şeyde yok. iki grup arasında çok büyük karakter farklılığı var. ileride bu lafları bana yedirme ihtimalleri var mı? var. ama çok düşük bence.
+1
Opeth 3 albümdür direkt progresif rock yapıyor. Extreme prog. metalden direkt prog.rock’a geçtiler, Enslaved ile karşılaştırmak anlamsız bence. Ayrıca saf prog.rock gruplarını metal kökenli sonradan progresif olaylara giren gruplarla kıyaslamamak gerekiyor diye düşünüyorum. Enslaved’in saptığı bu yol doğru. Ben bu yolu Radiohead progresifleşmesi olarak görüyorum.
Axis of the Worlds’ün saçma denen baştaki olayı bile beğendim. Bu albüm benim nazarımda Enslaved’in en üst düzey 4 albümünden biri. Giriş parçasındaki Ortadoğu ezgileri mi dersin, Hindsiight’daki saksafon mu dersin, albümün geneline yayılmış duvar gibi sound mu dersin resmen şov yapmış Enslaved. Bu olaylar şarkılara o kadar güzel yedirilmiş ki aha sırıtıyor keşke böyle yapmasaydınız diyemiyor insan. Ben bir sonraki albümü şimdiden iple çekiyorum. Çıtayı çok fazla yükseltmişler. İn Times kendi başına güzel bir albümdü ama bu albümdeki güzelliklerin, bu albümdeki müzikalitenin yanında esamasi bile okunmaz. 2 gündür 20 defa dinledim albümü. Larsen hayranı olsam da yokluğu hissedilmemiş. Bu albüm bence Enslaved’in Ghost Reveries’i. Artık Enslaved riff tabanlı bir grup değil, tek bir riffin üzerine yaratıcılıklarını sergileyen bir grup değil. Dinlerken sizi 1. saniyeden yakalayan bir grup değil, yavaş yavaş yakalayan ama artık kendi kaplarına hiçbir şekilde sığamayan bir sonraki albümlrinde acaba daha neler yapacaklar diye beklenen, kanıksanamayan bir müzikal yaklaşıma sahip bir grup. 9.5/10
what else is there’i açtım sırf dinledim, baya da fiyasko olmasını bekliyodum ama gerçekten olmuş. dinlediğim en orjinal cover’lardan olabilir, bi cover ne kadar orjinal olabilirse artık. asıl şarkıdaki sayın hanımefendiyi bekliyordum, onsuz olmaz diyordum ama, olmuş.
Yorumlara şöyle bir baktım da, In Times’ı sevmeyen ne çok kişi varmış ya :/ Şahsen Axioma’dan sonra grubun en sevdiğim albümüdür RIITIIR ile birlikte, devamında da RUUN ve Below the Lights gelir sanırım (Vertebrae, Vikingligr Veldi, Frost gibi albümler ilk beşime giremiyor, gruba bak).
Bu albümü ise başlarda 2000 sonrası Enslaved’in en zayıf albümü olarak görüyordum, özellikle ikinci yarısına bir türlü ısınamamıştım falan (ki Axis of the Worlds’ü hala pek sevdiğim söylenemez) ancak dinledikçe Storm Son, Sacred Horse gibi müthiş işler barındırdığını farkettim. The River’s Mouth da çok güzel hakeza. Konserde de bu üçünü çalmaları güzel oldu, hehe.
Bir de cover parça çok iyi.
Bu albüme bir yerde giydirmiştim, kritiğinin altında sanıyordum ancak burda değilmiş. Hatta bu albüm yüzünden Utgard’ı üstün körü dinleyip kenara atmıştım. Özür diliyorum, tam bir eşeğim.
Benzer durumu BtBaM’da da yaşamıştım, ancak hayatımın gruplarından olarak gördüğüm bu grupların son işleri sonrası geri dönüşlerim beni gerçekten şükrettiriyor. Hala güzel işler çıkıyor çıkmıyor değil ancak “yeni bir grup keşfet ve önemli bir yere koy” durumu baya baya azaldı bende. Ve bu süreçte hala BTBAM, Enslaved, Mastodon gibi grupların müziğini duyuyor olmanın bir şükür sebebi olduğu düşüncesi yerleşmeye başladı. Tüm bunlar ışığında yeni albümü baya heyecanla bekliyorum artık.