Tavuğa şarkı besteleten grup 2 Ekim’de Salon’da sevenlerinin aklını alacak.
Yeni bir röportajdan daha merhaba. Bu seferki konuğumuz, Fransa’dan çıkan ve benzemeyen müziğini kullanarak aklımızla oynayan Gautier Serre ve acayip ötesi projesi IGORRR. 2 Ekim’de Filmekimi iş birliğiyle Salon’da bir konser verecek olan IGORRR’un her şeyi Serre ile eğlenceli ve samimi bir röportaj yaptık.
Röportaj: Ahmet Saraçoğlu
Merhaba Gautier, umarım o taraflarda her şey yolundadır. 2 Ekim’de sizi burada görecek olmaktan dolayı çok mutluyuz. Sorulara geçelim. Bugüne dek IGORRR dinleme şansına erişememiş olanlar için müziğini ve IGORRR’u nasıl tanımlarsın?
Merhaba. IGORRR, sunması ve tanımlaması zor bir konu. Gençliğimde, müziğin tüm sınırlarını yok eden bir grup veya sanatçı arayışındaydım; o sırada televizyon ve radyoda çalan aşırı derecede sıkıcı ana akım müziklerden olabildiğince uzak bir grup arıyordum. O tarz bir grup bulamadım, o yüzden ben de dinlemek istediğim müziği kendim yazdım: bana ilham veren bu oldu. Metali, barok müziği, elektroniği veya geleneksel Balkan müziğini çok seviyorum ve sevdiğim tüm müzikleri fark gözetmeksizin aynı potada birleştirmek istedim. Sanırım sonuç tam da bu şekilde oldu, ancak herkesi memnun etme düşüncesiyle de müzik yazmadım. Daha ziyade kişisel bir deneyimdi; kendi “ideal müziğimi” yazmak istedim. Sanki metalcilerin, çingenelerin, elektronik müzik hastalarının, barokçuların ve geleneksel Hint müzisyenlerinin katıldığı ve bir arada çaldığı büyük bir parti gibi. O sırada başka gruplarda da çalıyordum ve her zaman için fikirlerime karşı çıkan, şikâyet eden birileri olduğundan asla tam bir özgürlük hissetmiyordum. IGORRR’da hem hiçbir sınırım yok hem de müzikal olarak kendimi tam anlamıyla yansıtabiliyorum. IGORRR bir metal grubu olmasa da, gruptaki herkes metalci. Bu projeyi bu şekilde tarif edebilirim.
“Savage Sinusoid”in yazım sürecinden bahseder misin? “Hallelujah” veya “Maigre”e göre ilham kaynaklarında değişmeler oldu mu?
“Savage Sinusoid”in kayıt süreci aşırı derecede uzun sürdü, özellikle de miks safhasında. Miks masasında çok uzun zaman geçirdim, ki bu olayın sadece bir tarafıydı. Her şey şarkıların bestelenmesiyle başladı. Şarkıların temellerini yazdıktan sonra bunların ince ayarlarının yapılması ve finalize edilmesi safhası geldi, sonra da kayıtlar başladı. Bu müzik ve spesifik olarak bu albümle ilgili asıl olay, bizim bir metal grubu yahut bir klasik müzik oluşumu olmayışımız. Kayıtlar bir hayli alengirli. Klavsen, davul, elekrto gitar, sitar, klasik gitar, akordeon, perküsyon, saksafon, piyano, bir sürü insan sesi, yaylılar gibi bir sürü farklı enstrüman var. Örneğin ieuD, Opus Brain, Va te Foutre ve Apopathodiaphulatophobie şarkılarında klavsen var. Bunu yapabilmek için bir kamyon kiraladık ve klavseni Çekya’dan alıp Fransa’nın kırsal kesiminde bulunan stüdyoya getirdik. Ardından da enstrümanı çalacak olan Katerina Chrobokova’nın onu akort edebilmesi için enstrümanın kayıt odasının ısısına gelmesi için bir süre bekledik. Akort etmekten bahsetmişken, sitar kayıtları da oldukça ilginçti. Sitar, akordu nedeniyle başta şarkıya hiç ama hiç uymuyordu. Opus Brain’deki sitar kısmı çok kısa olmasına rağmen sitarı tamamen farklı biçimde akort etmemiz gerekti. Olayı daha da karmaşıklaştıran, bu Hint enstrümanındaki nota isimlerinin benim bildiğim nota isimlerinden farklı olmasıydı. Tüm albüm, her bir enstrüman adına detaylı bir araştırma ve kalite yakalama çabasıydı. Sonra kayıtların miksajı ve mastering’i başladı ve her şeyin müzikal ideallerime ulaşabilmesi adına yıllar sürdü. “Savage Sinusoid” ile “Hallelujah” veya “Maigre” arasındaki fark, bu albümde metal tarafımızın daha derinine inmiş olmamız ve albümde hiç sample kullanmamamız.
Besteleme yönteminden söz eder misin? Müziğinizde pek çok farklı unsur var ve bir şeyler yazmadan önce bir şarkıyı kafanda nasıl görselleştiriyorsun merak ediyorum.
Sinestezim olduğu için kayıt öncesinde şarkıları birer tabloymuş gibi görüyorum. Her renk bir enstrümanı temsil ediyor ve ben de her müzisyeni tablonun bir rengini üretmesi için kullanabiliyorum. Şarkılar genelde yapboz gibiler; şarkı düşünüldükten sonra tüm ufak parçaları birleştirip bir bütün yaratmanın yollarını arıyorum. Her biri kendi alanında uzmanlaşmış pek çok konuk müzisyen kullanarak bu fikirleri gerçeğe dönüştürüyorum.
Üstteki soruyla bağlantılı olarak, müziğinde çok fazla fikir var ve sen bunları çorba yapmadan sunmayı başarıyorsun. Sanki kontrollü bir kaos sunuyorsun.
Uzun zamandır bu tarz müzik yapıyorum, o yüzden bu tür sesler yaratmak bana doğal geliyor. Sanırım olay konuya çok kafa yormakta bitiyor. Müziğim hakkında sürekli düşünüyorum. Hiç durmadan şarkılarımı düşünüyorum. Bazıları aylar, hatta yıllar boyunca kafamda dönüp duruyorlar. Besteleme zamanı geldiğinde de her şey netleşmiş oluyor.
“Houmous” adlı şarkıda çok tatlı Balkan, hatta Türk esintileri var. Bence son derece “İstanbulumsu” bir şarkı. Dinlerken aklıma Taksim, Beyoğlu’nun eski zamanları geliyor. Kaos, mücadele, kargaşa, telaş, yoğunluk, güzellik, huzur; hepsi tek şarkıda.
Dediklerin gayet anlamlı, çünkü “Houmous”ta İstanbul’da yaşayan iki müzisyen yer alıyor. Saksafoncu Yann Le Glaz ve perküsyoncu Stuart Dickson, ikisi de İstanbul’da yaşıyor. Bu şarkı, başındaki akordeon bölümüyle oluşmaya başladı ve alışık olunmadık yapısıyla öne çıkıyor. Aylardır kafamda bir melodi vardı ve onu kaydetmek istedim. Bir şekilde aksak Türk müziği yapılarından ilham aldım ve onu IGORRR’a uyarladım. Sonra arkadaşım Yann’dan o kısma bir saksafon bölümü eklemesini istedim. Bu ikisi elde olunca şarkının geri kalanı anında kafamda oluştu. Ben de midi kısımlarını yazdım ve kaydettim. Müziğinde metal, barok, elektronik ve yerel etkiler var.
Müziğine bakınca şunu tahmin ediyorum. Sen gençken metal dinlemeye başladın, tam anlamıyla bir metalciydin ve sonradan diğer müzikleri de keşfettin ve böyle bir müzik ortaya çıkardın. Haklı mıyım? Dinleyicilik evrimin nasıl ilerledi?
Aynen dediğin gibi oldu. Tüm bu türler arasında ilk olarak metalle başladım, sonra aynı anda barok ve elektronik müzik geldi. Sonra Balkan müziği ve diğer geleneksel müzikler. Balkan, Hint ve Güney Amerika müzikleri. Bilmediğim tarzda bir müzik duyduğumda onun hakkında araştırır ve bilgi sahibi olurum. O türde gruplar, müzisyenler keşfeder ve devamlı araştırırım, böylece hep daha derine iner ve harika gruplarla karşılaşırım.
Laurent ve sen ÖXXÖ XÖÖX’te de çalıyorsunuz. O grubun müziğinden Laurent sorumlu, peki o veya Sylvain IGORRR müziği konusunda sana hiç fikir veriyorlar mı? IGORRR’un tüm vokal melodilerini, davul partisyonlarını, kısacası her şeyini sen mi yazıyorsun?
ÖXXÖ XÖÖX Laurent’in projesi, sadece bazı gitar bölümlerini besteledim. O gruba dair her şeyi o yapıyor. IGORRR’daysa neredeyse her şeyden ben sorumluyum, ama Laurent ve Laure de bana tüm fikirlerini iletmekte özgürler. Onlar da grubun müziğini tam olarak içselleştirdiklerinden, ihtiyacım olan şeye çok yakın fikirlerle geliyorlar ve bu da iyi bir şey. “Savage Sinusoid”de Sylvain, onun için yazdığım şeyleri kendi tarzına uyarladı ve çok iyi fikirler ortaya çıkardı.
Bu aralar neler dinliyorsun? Seni heyecanlandıran yeni şeyler var mı?
Açıkçası bugünlerde beni heyecanlandıran pek fazla yeni grup yok. Bence metal sürekli kendini tekrar ederek yavaş yavaş ölüyor. Metalden kastım “gerçek metal”; giderek popülerleşiyor ve bence ruhunu yitiriyor. Hep aynı rifler, aynı fikirler; bence metal de ana akımın müzik yaratma fikirleri üzerinden ilerliyor. Eski gruplar veya daha bugün keşfettiğim bir müzisyen beni çok heyecanlandırabiliyor tabii; bunlar genelde hiç bilinmeyen ve hak ettiği değeri henüz görmeyen dahi besteciler içeren gruplar oluyor. İnsanlar tüm hayatlarını müzikal becerilerini geliştirmeye harcıyorlar ve hiç promosyon yapmadıklarından bundan kimsenin haberi olmuyor. Halbuki bu kişiler genelde günümüzün profesyonel gruplarında çalan pek çok insandan çok daha yetenekli oluyorlar.
İlham kaynaklarından birinin MESHUGGAH olduğunu biliyorum. Hangi dönemlerini daha çok seviyorsun? Thrash ağırlıklı mükemmel “Destroy Erase Improve” dönemini mi yoksa daha yavaş ve sert “Nothing” ve sonrası dönemini mi?
MESHUGGAH ile tanışıp gruba bayıldığım işleri “I” EP’siydi. Taze fikirleri ve sound’ları beni çok etkilemişti. Soruna gelirsem, en çok “Nothing”i seviyorum. MESHUGGAH sert olduğunda gerçekten ÇOK sert oluyor.
2 Ekim’de Salon’daki konserinize gelecek insanlar nasıl bir şey görecekler?
Bu soruyu cevaplaması zor, çünkü bugüne dek bir kez bile IGORRR konseri izlemedim, hep sahnedeydim. Sanırım bir saat boyunca suratlarında patlayacak eklektik ve gürültülü bir müzikle karşılaşacaklar.
Peki WHOURKR’ı sonlandırıp benzer bir müziği IGORRR’la yapmaya devam etmenin altındaki mantık nedir?
Aslında evet, aynı müziği IGORRR’la yapıyorum diyebiliriz. Mesela Apopathodiaphulatophobie, bir WHOURKR şarkısı olabilirdi. O şarkıyı da o dönem bir WHOURKR şarkısı bestelediğim sırada bestelemiştim. O grubu şu an IGORRR’un vokalisti olan Laurent ile birlikte kurdum, yani aslında aynı müziği bugün farklı ve doğru isim altında yapıyoruz diyebilirim.
Peki tavuğun adı ne IGORRR müziğindeki yeri nedir?
Tavuğumun adı Patrick… Daha doğrusu adı Patrick’ti. Harikanın da ötesinde bir tavuk hayatı yaşadıktan sonra, birkaç ay önce hayata gözlerini yumdu. O IGORRR için bir ilham kaynağıydı, hatta grup için 2 şarkı da besteledi. “My Chicken’s Symphony” ve “Chicken Sonata”. O şarkılarda şöyle bir şey yaptım: oyuncak piyanomun tuşlarının üstüne biraz tohum koydum ve Patrick’in onları yemesini bekledim. Onları gagalarken piyanonun tuşlarına bastı ve rastgele bir melodi ortaya çıkardı. O melodiyi hiç değiştirmeden aynen kullandım ve etrafına bir melodi daha besteledim ve tavuğumun çalmaya karar verdiği tüm notaları olduğu gibi kullandım. Bu ikisi, yapmak istediğim ve gerçekleştirilmesi epey zorlu çalışmalardı, ancak bunu mutlaka yapmak istiyordum çünkü müzik besteleme kurallarına tamamen aykırı bir şeydi. Ayrıca çok eğlenceliydi. Burada bir melodi yaratmaktansa, bir melodiye anlam katmak için, bir nevi melodinin bakış açısını değiştiriyorsunuz. Patrick’in çaldığı piyanoyu ilk duyduğumda pek bir anlamı yoktu, ancak sonra bunu anlamlı hâle sokmak son derece ilginç ve eğlenceliydi.
Sorularımız bu kadardı Gautier. Zaman ayırdığın ve yaptığın müzik için teşekkürler. 2 Ekim’de İstanbul’da çok eğlenceli bir gece geçireceğimize eminim.
İlginç ve hoş bir röportaj olmuş. Nasıl bir konser izliycez hiçbir fikrim yok.
“…Patrick’in çaldığı piyanoyu ilk duyduğumda pek bir anlamı yoktu…”
allah davul etsin ya, ne bekliyordun ki :D
Gözünüzü seveyim başka biriyle daha röportaj yapın. şu herifin tipini görmekten bıktım.
01.10.2017
@Melkor, ahah, yakında yapacağız.