Çok sevdiğim ve 20 yaşın verdiği çiğlik ya da 20 yaşa kabahat bulmayayım da doğrusunu söyleyeyim hadi; kendi eşekliğim ve düşüncesizliğim yüzünden kendimden soğuttuğum arkadaşım sayesinde; In Flames, Dark Tranquillity ve daha nice grupla birlikte Cradle of Filth’i de tanıdım.
Bilgisayarımın olmadığı döneme tekabül eden o yıllarda arkadaşım, henüz popüler olmayan Nero Burning ROM programından çok daha ünlü olan WinOnCD ile slayt gösterili albümleri VCD formatında hazırlardı, ben de hem gruplardaki herifleri tanırdım hem de müzikleri dinlerdim kendi hâlimde. Enteresan bir deneyimdi, şimdi dönüp baktığımda gayet gereksiz ve boş bir iş gibi geliyor bana.
Günlerden bir gün, bu defa Cradle of Filth’in “karışık” albümünü hazırlayıp bana vermişti, ben de bizimkiler oturma odasında kendi hallerinde televizyon izlerken heyecanıma yenik düşüp “Anne, baba, iki dakika durun da şu CD’ye bir bakayım. Sonra TV izlemeye devam edersiniz.” dedim.
CD’yi VCD oynatıcıya taktım, grubun adı çıktı ve “Funeral in Carpathia” şarkısı başladı. Asıl bomba ise birkaç saniye sonra patlayacaktı. Şarkının başındaki çığlıkla eşzamanlı olarak şu fotoğraf televizyona yansıdı:
Ben kızarıp bozarıp ufaktan rezil olmaya başlarken babam, mesleğinin kendisinde oluşturduğu anlayış ve sabrın her zerresini kullandı ve bu karşılaştığına herhangi bir tepki vermedi. Annemse onun tam tersine “Bu ne! Sen neler dinliyorsun, bu adamlar kim! Bu da mı başımıza gelecekti! Bu ne! Sen neler dinliyorsun, bu adamlar kim! Adam, sen de bir şeyler söylesene, Oğuz! AÇIKLAMA YAP!” Sonrasını az çok tahmin edebilirsiniz, ben kendimce “Ya bu adamların suratındaki makyaj, müzik de sert işte, o yüzden çığlık filan var ne olacak sanki,” diye başlayıp grubu ve kendimi müdafaa etmeye çalışsam da annem baskın gelip o gün resmen ağzıma sıçmıştı. Yazıyı yazarken döndüm yine sordum valideye, “O zamanlar fotoğraflarını görüp böyle böyle bir şeyler dediğin bir grup vardı, şimdiki düşüncelerin neler?” dedim; yanıt hiç şaşırtmadı: “Allah Allah, böyle bir şey mi oldu, valla oğlum hiç hatırlamıyorum inan.”
Neyse, muhtemelen onun için önemsiz olan bu konu, benim metal müziğe daha da bağlanmama vesile oldu, sonra grubun ve daha nice grubun albümlerini hatmettim ve işte, bugünlere kadar geldim. İnsanların, “kötü” olarak algıladıkları olgulardan evlatlarını korumaya çalışmalarını kutsal, çok güzel ve gayet yerinde buluyorum. Lâkin kötü olarak algılanan şeyin, yalnızca algıdan ibaret olabileceği de göz ardı edilmemeli diye düşünüyorum; kötü gibi görünmesine karşın özünde iyi bir şey de olabilir neticede tüm bunlar. Hele söz konusu sanatsa imaj için yapılamayacak pek az şeyin olduğunu onlarca grup defaatle gösterdi bizlere, göstermeye de devam ediyorlar. Şaşmaya da gerek yok, kızgınlıktan köpürmeye de; kafaları açık tutup sanatın kendisine odaklanmak en iyisi.
İmaj denince bir durup konunun dümenini Cradle of Filth’e doğru biraz daha kırmakta yarar var. Cradle of Filth benim de dâhil olduğum geniş bir metalci kitlesi tarafından, mahallenin batmayan ancak aman aman da kâr edemeyip yerinde sayan esnafı gibi oldu uzun süredir. İşin ilginci, o esnafla bir şekilde muhabbetiniz olduğu için beddua edip dükkânının kapanmasını da isteyemiyorsunuz. Zamanında çok alışveriş yapmışlığınız var, muhabbetiniz iyi kötü bir devam ediyor. 1996’dan 2000 yılına kadar fırtına gibi esen, ilgili yıllar içinde çıkardığı EP ve albümlerle şu anki saygınlığını ve işin açığı, bilinirliğini kazanan Cradle of Filth, bu sayfalarda daha önceki kritiklerde bahsedildiği üzere grubun beyni kabul edilen Dani Filth’in bencil ve “her şeyi ben bilirim”ci tavrı nedeniyle 2000’li yılların başından itibaren sallanmaya başladı.
Bugün The Metal Archives’a girip baktığınızda gruptan 25 civarı üyenin gelip geçtiğini rahatlıkla görebilirsiniz. 25 ayrı insan, 25 ayrı düşünce ve 25 ayrı müzisyenlik. Yazdığım kritiklerde zaman zaman tokatladığım gruplarda zayıf bulduğum bestecilik yönünün çok öne çıkarılamaması veya bu yönün zayıf kalmasını, sıklıkla grup üyesi değişimine bağlarım yazılarımdan anımsarsanız. Gerçekten de böyle düşünüyorum, okulda ya da iş yerinde bile iyi anlaşamadığınız insanlarla bir bağ ve sinerji oluşturamazsınız. Elinizdeki işi tamamlar, beş karış suratla bulunduğunuz ortamda zaman geçirip “Bitse de gitsek,” tavrını benimseyerek hareket edersiniz. Dani’nin tavırları ve grubu aşırı dozda sahiplenmesinin de yan etkisi bir bakıma bu oldu, gelen iyi müzisyenler, ilginç fikirli insanlar teker teker kaçtılar ya da kaçırıldılar gruptan. Aman nazar değmesin; 2006’dan beri aynı davulcu, 2012’den beri aynı basçı ve 2014’ten bu yana gitarcılar ve klavyeci hanım var kadroda. Dani’den bahsetmeye gerek yok bu noktada, adam zaten grubun demirbaşı.
Zaman geçiyor ve insan aynı kalmıyor, bir yandan eskileri özlüyor istemsiz olarak. Cradle of Filth’i takip eden müzikseverlerin “Dusk and Her Embrace” ve “Cruelty and the Beast” zamanlarını özlediği gibi Dani’nin de bu zamanları özlediğini tahmin ediyorum, son yıllarda attığı adımlarla da açıkçası bundan emin olduğumu söyleyebilirim. Zira şimdi açsanız, iki parçasını bile anımsayıp eşlik etmekte güçlük çekeceğim rezil albümlere imza atan grubu yeniden ayağa kaldırmak için Dani’nin ve kadronun geri kalanının bir çaba içerisinde olduğu aşikâr. Bana kalırsa, ilk birkaç albümü ve EP’leri özel kılan noktaları masaya yatırıp nota aralıklarından kompozisyonlarına, enstrümantasyonundan trafiklerine kadar sayısız noktayı inceliyorlar.
Bunu bir bakıma yapmak da zorundalar aslında, çünkü grubun müzikal açıdan tıkandığı, imaj mevzusunun artık eskisi kadar önem arz etmediği ve her gün benim gibi sıradan bir metal müzik dinleyicisi olarak yetişmekte zorlanacağı kadar çok sayıda grubun ve albümün çıktığı internet çağında, ortaya koydukları kaliteli eserlerle anılmaktan başka çarelerinin kalmadığı açık. Yani kısacası kimse; Dani’nin beş karış uzunluğundaki pabuçlarını, rengârenk lenslerini ve makyajlarını Cradle of Filth’in önünde tutmuyor, insanlar artık grubun eskisi gibi güzel ve hatırda kalıcı müzikler üretmesini istiyorlar ve bunda haksız sayılmazlar. Çünkü bu topluluğu özel kılan yönleri var. Hecate Enthroned (1997 ve 1998 çıkışlı albümleri özellikle incelenmeli) başta olmak üzere muadilleri çıkmış olsa da Cradle of Filth’in yeri, hem müzikal olarak hem de Faruk Nafız Çamlıbel’in ünlü “Han Duvarları” şiirini aratmayacak uzunluktaki şarkı sözleri ve ele aldığı konular itibariyle epey ayrı.
Konuyu nereye bağlayacağımı anlamışsınızdır sanırım, evet ben de sınır ötesi ile ilgili haberleri merakla takip ediyorum. Yok, tabii buraya bağlamayacaktım; PA’daki inceleme içeriği ve puanına katılmadığım “Hammer of the Witches” albümüne bağlayacaktım konuyu. Tam anlamıyla bir başkası adına utanma malzemesi olarak değerlendirilebilecek “Midnight in the Labyrinth” ve “The Manticore and Other Horrors” albümlerinden sonra (Frost on Her Pillow şarkısını severim, klipteki hatuna selam ederim.) Dani bizleri şaşırtarak kadroya müzisyenlik açısından gayet başarılı olan aynı zamanda fikirleriyle Cradle of Filth’i eski günlerine taşıyabilecek kalibredeki müzisyenleri alarak “Hammer of the Witches” albümüyle çıkageldi.
Sağda solda yayımlanan abartılı övgü dolu incelemelere ve havada uçuşan yüksek puanlara çok aldırış etmeden dinlediğinizde bile “Ölmemişler ya bu adamlar, valla helal olsun,” diyebileceğiniz nitelikte bir işti bu albüm. Güzel rifler barındıran, dinlemesi keyifli, sert, eski güzel günlerdeki gibi olan ama “gibi”liği aşamayan bir yapımdı “Hammer of the Witches” yine de hiç yoktan iyiydi. Bize yıllarca kabir azabı çektiren, dinlerken kabız eden o kadar boş albüm ve şarkıdan sonra ciddi ciddi zaman ayırılıp dinlenebilecek kalitede bir albümdü. Açıkçası ben bir yandan bu albümün tek atımlık kurşun düzeyinde kalacağını ve buradan bir iki parçayla eskileri harmanlayıp konserlerde çalıp ekmeklerine bakacaklarını düşünürken “Dusk… and Her Embrace – The Original Sin” albümü çıktı. Ya bu adamlar bizimle kafa buluyorlardı ya da “Biz eski günlerimize dönmeye kararlıyız ve ‘Dusk…’ zamanlarını toprağa vermedik.” demek istiyorlardı. Bugün üzerine eğileceğimiz “Cryptoriana – The Seductiveness of Decay” albümü, grubun bizimle kafa bulmadığının, aksine eski günleri ayakta tutmaya olan gayretlerinin göstergesi kıvamında.
Resmi olarak ayın 22’sinde çıkmış olmasına karşın uzunca zamandır internet üzerinden bir şekilde bulunabilen yapım, çıkışından önce sızdırılan albümlerin yaşayabileceği trajik durumları ve olası maddi kayıpları, barındırdığı hakikaten muhteşem bazı parçalar ve genel kalitesi sayesinde lehine çevirecek nitelikte bir eser. Grubun takipçilerinin alışık olduğu şarkı sürelerine sahip “Cryptoriana – The Seductiveness of Decay” özenle yaratılmış çok sayıda parçayı beraberinde getiriyor. Albümün geneline sinen dinamizm ve bana göre 90’lar havası, yapımı ilk dört albümün aralarında bir yerlere konumlandırma cesareti mi dersiniz cüreti mi; işte onu veriyor bana.
Öncelikle birkaç albümdür sıklıkla döndürülen “Dani’nin sesi de leş gibi oldu…” muhabbetlerinin askıya alınmasını sağlayacak kadar iyi bir performans çıkaran Dani Filth kişisinden başlayalım. Sesinin üzerinde yazılımsal olarak ne kadar oynama vardır, ne kadarı gerçektir ne kadarlık bölümü -varsa- sample’dır bilemiyorum ancak özet olarak herifin iyi iş çıkardığını rahatlıkla söyleyebilirim. Tamam, karşımızda “V Empire…” zamanlarının hırçın çocuğu yok ama insan sesinden bahsediyoruz, hem de binlerce konserde hunharca acımadan kullanılmış bir insan sesinden. Bunu dikkate alırsak aşırı dikkatli dinlendiğinde albümde işitilebilecek ses çatlamaları, yetersizlikleri vs. kulağa daha şirin veya en azından kabul edilebilir gelecektir.
Ekstrem olsun olmasın, müzik denilen kavramda melodilerin, riflerin, kompozisyonların iyi olmasını, dinleyeni mest etmesini savunuyorum ve ele aldığım albümlerde en çok da bu konuya dikkat ediyorum. Cradle of Filth’in de 90’lı yıllardaki bolca melodili, hayvanlar gibi yardırmalı kompozisyonlarının hastasıyım. Zaten grubun inişe geçişi de bu tavrını hafiften terk edip ünlenmesine müteakip “mainstream” işlere girişmesiyle başlamıştı, biliyorsunuz; yoksa imaj mimaj hava cıva meseleler. Herkesin dinleyebileceği eserler vermeye çalışmaktansa özüne dönmeyi deneyen ve grubun fanlarının yanı sıra ekstrem işlere meraklı olanların da ayıla bayıla dinleyebilecekleri şarkı tasarımlarına “Cryptoriana – The Seductiveness of Decay”de yer veren grup, tam anlamıyla “Dusk+Cruelty+Midian” kırması beste ve kompozisyonlar oluşturmuş. Çok komplike olmadan kafa göz dağıtan ve muhteşem melodilerle dinleyenleri mest eden, çift gitarlarla “KIREDIL ULAN BU KIREEDIIILLL!” diye haykırtan, kimi zaman Iron Maiden’laşan ancak çokça Cradle of Filth gibi davranmaya gayret eden bir yapım bu. Ek bir cümle de kimin gitarından hangi solo çıkıyor bilmiyorum ama çok güzel, melodik, ıslıkla filan eşlik etmesi büyük keyif veren sololar yazmışlar, bu konuda da ayrıca tebrik ediyorum arkadaşları.
Bestelerin altında Lindsay Schoolcraft kişisinin de parmağı olduğundan şüphe ediyorum zira klavyelerin kullanımı, şarkılardaki yerleri, umulmadık yerlerde girip eserlere inanılmaz derecede saygı duyulacak karakterler kazandırması, ilgili bestelerin klavyeci birinin elinden çıkmış olduğu izlenimi bırakıyor bende. Bir de tabii epeyce önce Sarah Jezebel Deva isimli sesi güzel bakışları çirkin insan evladından boşalan koltuğa da geçmiş olmasının verdiği güçle bahse konu vatandaş gibi ses bazında şuh tavırlar sergilemeden, şarkıları cıvıtmadan, işini gayet güzel yapıyor. Sesi de güzel kendi de, ehm, önemli olan ruh güzelliği; ha bir de kullandığı klavye patch’lerine bayıldım, çok iyi seçimler cidden.
Metal müziğin hemen her türünün en önemli enstrümanı ve dâhi belkemiği davuldur şüphesiz. Güzel tonlandığında ve alanına hâkim bir müzisyen tarafından kullanıldığında, tek başına bile dinlenmesi keyif veren bu enstrüman, “Cryptoriana – The Seductiveness of Decay” albümünde moda tabiriyle çılgın atıyor. Artık grubun karakterini iyiden iyiye çözen ve beste konusunda yapılmak isteneni kavrayıp ritimlerini ona göre şekillendirdiğini albümün her dakikasında belli eden Marthus kişisi, albümün yıldızlarından biri oluyor. Kimi zaman şarkıların kompozisyonları nedeniyle “Cruelty…” albümündeki ritimlere bir hayli, ama bir hayli benzer (bkz. The Night at Catafalque Manor ve bkz. Cruelty Brought Thee Orchids parçaları.) işler yapsa da varsın bu albüme ve öncekilere benzesin diyorum. Önceki albümlerde olduğu gibi şarkıları dinlerken sövmemek için kendimi zor tutmamdansa eskileri anımsayıp yüzümde hafif bir tebessümün oluşması daha iyidir.
Sound açısından da gayet tatmin eden ve fena olmayan bir kulaklık ya da hoparlörde dinlendiğinde ciddi manada keyif veren albüm, mix konusunda klasik Cradle of Filth mekaniklerini kullanıyor. Baslar azıcık önde, gitarlar yaldır yaldır değil ama işitilebilir düzeyde, davullar ise dinleyeni duvardan duvara halı yapacak seviyede; bilhassa snare tonu ve ses seviyesine bayıldım. Ekstra bir cilâ, reverb şu bu illâ ki var ama inanın hiçbiri gereksiz veya abartılı değil. Yaratılan atmosfer geniş, yer yer kasvetli, dolu ve her dinlemenizde yakalayabileceğiniz birçok ayrıntıyla dolu. Şu şarkının şu saniyesindeki şu piyano bölümü ve şu davul oyunu diye ağzımı açıp satırlarca yazabilirim, o derece.
PA için hazırladığım en uzun kritik olduğunun çok farkındayım ancak laf lafı açtı ve başlamışken ufak çaplı monolog tadında bir şeyler karalayayım istedim açıkçası. Sonucu merak edenler için özet geçeyim; beste kalitesi, bence “Midian”dan bu yana en iyi düzeyde olan, karakterli bir albüm “Cryptoriana – The Seductiveness of Decay”. Gruptan özellikle nefret etmiyorsanız ve ekstrem işlere meraklıysanız, sene sonu listelerinizde yer alması gayet mümkün olan yapıma karşı çekinceleriniz varsa, hiç durmayın ve eserin geneli hakkında bir fikir edinmek adına “Wester Vespertine” isimli şarkıya bir kulak verin. Bu parçayı severseniz, albümü kesin seversiniz. Gecenin bilmem kaçı olmasına rağmen ben albümü bir tur daha döndürmeye gidiyorum, bunun gibi süper albümlerde görüşmek ümidiyle.
Kadro Dani Filth: Vokal
Ashok: Gitar
Rich Shaw: Gitar
Daniel Firth: Bas
Lindsay Schoolcraft: Kadın vokal, klavye
Marthus: Davul
Konuk:
Liv Kristine: Vokal (6)
Şarkılar 1. Exquisite Torments Await...
2. Heartbreak and Seance
3. Achingly Beautiful
4. Wester Vespertine
5. The Seductiveness of Decay
6. Vengeful Spirit
7. You Will Know the Lion by His Claw
8. Death and the Maiden
9. The Night at Catafalque Manor (Bonus)
10. Alison Hell (ANNIHILATOR cover’ı)
“The Manticore & Other Horrors” albümü dinlediğimde gruptan tamamen ümidimi kesmiştim ama 2014 yılında gruptan Paul Allender’in ayrılmasıyla beraber Dani sanki yüzyıllık uykusundan uyandı. Paul artık herifi büyülemiş miydi ne yapmıştıysa o gittiği andan itibaren grup köklere dönüş sinyalleri vermeyi başladı. Bunun bence bir nedeni de Dani’nin artık elinde Devilment grubunun olmasıydı. Yani, artık kafasındaki her düşünceyi CoF’a aktarmak zorunda değildi. The Manticore saçmalığı sonrası grubu dinlememe kararı aldığımdan “Hammer of the Witches” albümüne şans bile vermemiştim ama bu albumle ilgili her yerde “özlerine döndüler” tarzı yazıları okuyunca bir şans vereyim dedi. Daha ilk şarkı girdiği andan itibaren “hah bir şeylere değişmiş” hissiyatına kapıldım ki, neticede de ayıla-bayıla olmasa da keyifle dinlediğim bir albüm oldu benim için. Şimi el mahkum “Hammter of the Witches” albümünü de dinlenilecekler listesine ekledim. Değinmeden geçemeyim “Achingly Beautiful” bence grubun yaptığı en iyi şarkılardan biri olabilir. Ha bide Dani nasıl yapıyor, nereden buluyor bilmiyorum ama gruba dahil olan her klavyeci ablamızın kendine has karakteristik sese oluyor. En sevmediğim albümlerin de bile kadın vokal kısımlarını her zaman kaliteli olmuştur.
Kritik için teşekkürler. Grubu bilen, anlayan biri tarafından yazılmasına da sevindim, önceki albümdeki durumun aksine.
Genel olarak yazıya katılıyorum. Özellikle “eski güzel günlerdeki gibi olan ama “gibi”liği aşamayan bir yapımdı ‘Hammer of the Witches’” deyişine tamamen katılıyorum.
Bu albüm grubun en iyi albümlerinden biri, işçilik olarak en kaliteli bestecilik içeren albümü bence. Midian ve öncesinde atmosfer çok daha ön plandaydı, tüyler ürperten, heyecanlandıran enerji, şaşırtan manevralar, geçişler, düzenlemeler ve genel olarak atraksiyonlar onları özel yapıyordu.
Burada daha rafine bir soyluluk hissi var, eskisine göre değişik tınlayan senfonik havadaki vokaller, Dani’nin eskisi kadar çiğ dehşet yansıt(a)mayan vokalleri ve çok estetik ve ustaca kotarılan besteler bunda etken bence.
Açıkçası Dusk, Cruelty, Midian, Godspeed ve bu albümün, gavurların değişiyle “unique” eserler olduklarını düşünüyorum, ve birbiriyle pek kıyaslayamıyorum. İyi ki de durum bu şekilde.
Çoğu insan farkında değil belki ama Hammer of the Witches’la birlikte yeniden bir yükseliş dönemine geçtiler.Bunun popülerlik anlamında değil de genel olarak müziklerindeki belirgin bir kalite yükselişi olması ayrıca takdir edilesi.
Hammer of the Witches’ın kritiğinde, yazan arkadaşa baya bir giydirmiştim ve haklı olduğumu da düşünüyorum.Bu sefer Oğuz arkadaşımız detaylı ve hakkını vererek yazmış eline sağlık diyorum.
Bence tartışmasız bu senenin en iyi albümlerinden bir tanesi.
Albümü daha yeni dinleyebiliyorum ve inanılmaz olmuş hiç beklemiyordum böyle bir darbeyi gerçekten çok küçük beklentilerle açıp umduğumun katlarca fazlasını buldum, neyse ben bi kere daha çevirmeye kaçayım :)
Ben cof’i çok seven biriyim ve elbette 2000 öncesi halini çok seviyor olsam da 2000-2010 arasını da seviyorum. özellikle damnation and a day’e haksızlık edildiğini düşünüyorum. Nymphetamine ve thornography’i de, godspeed on devils thunder’ı da ayrı ayrı çok seviyorum. Tarz gothic-extrem olmuş, 2000 öncesiyle alakasız falan olabilir. Gerçekten kendi başlarına güzel albümler. İnsanlarda cof’e karşı büyük bir önyargı var. Sanırım dani’yi Antipatik bulduklarından biraz da. Neyse, son albüm de fena değil, GDT’dan sonrası bi değişik, bi anlamsız, bi tadsızdı benim için sadece ama Damnation and a day öncelikli olmak üzere, 2000’deki işler de güzeldi.
Yıllar sonra gelen düzeltme :)
Lindsay sadece canlıda klavye çalıyor(du), bu ve bir önceki albümde tüm klavye ve orkestrasyondan davulcu Marthus sorumlu, çok önemli mi bilemedim tabi
Yazıda, “1997 ve 1998 çıkışlı albümleri özellikle incelenmeli” dediğim Hecate Enthroned albümlerinde vokalist olan Jon Kennedy, trafik kazasında yaşamını yitirmiş.
Ne dinleyeceğimi şaşırdım aga bi durun ya herkes albüm çıkartmış. Yayınladıkları singlelar hoşuma gitmemişti albümü dinleyip geleyim ben.
“The Manticore & Other Horrors” albümü dinlediğimde gruptan tamamen ümidimi kesmiştim ama 2014 yılında gruptan Paul Allender’in ayrılmasıyla beraber Dani sanki yüzyıllık uykusundan uyandı. Paul artık herifi büyülemiş miydi ne yapmıştıysa o gittiği andan itibaren grup köklere dönüş sinyalleri vermeyi başladı. Bunun bence bir nedeni de Dani’nin artık elinde Devilment grubunun olmasıydı. Yani, artık kafasındaki her düşünceyi CoF’a aktarmak zorunda değildi. The Manticore saçmalığı sonrası grubu dinlememe kararı aldığımdan “Hammer of the Witches” albümüne şans bile vermemiştim ama bu albumle ilgili her yerde “özlerine döndüler” tarzı yazıları okuyunca bir şans vereyim dedi. Daha ilk şarkı girdiği andan itibaren “hah bir şeylere değişmiş” hissiyatına kapıldım ki, neticede de ayıla-bayıla olmasa da keyifle dinlediğim bir albüm oldu benim için. Şimi el mahkum “Hammter of the Witches” albümünü de dinlenilecekler listesine ekledim. Değinmeden geçemeyim “Achingly Beautiful” bence grubun yaptığı en iyi şarkılardan biri olabilir. Ha bide Dani nasıl yapıyor, nereden buluyor bilmiyorum ama gruba dahil olan her klavyeci ablamızın kendine has karakteristik sese oluyor. En sevmediğim albümlerin de bile kadın vokal kısımlarını her zaman kaliteli olmuştur.
Kritik için teşekkürler. Grubu bilen, anlayan biri tarafından yazılmasına da sevindim, önceki albümdeki durumun aksine.
Genel olarak yazıya katılıyorum. Özellikle “eski güzel günlerdeki gibi olan ama “gibi”liği aşamayan bir yapımdı ‘Hammer of the Witches’” deyişine tamamen katılıyorum.
Bu albüm grubun en iyi albümlerinden biri, işçilik olarak en kaliteli bestecilik içeren albümü bence. Midian ve öncesinde atmosfer çok daha ön plandaydı, tüyler ürperten, heyecanlandıran enerji, şaşırtan manevralar, geçişler, düzenlemeler ve genel olarak atraksiyonlar onları özel yapıyordu.
Burada daha rafine bir soyluluk hissi var, eskisine göre değişik tınlayan senfonik havadaki vokaller, Dani’nin eskisi kadar çiğ dehşet yansıt(a)mayan vokalleri ve çok estetik ve ustaca kotarılan besteler bunda etken bence.
Açıkçası Dusk, Cruelty, Midian, Godspeed ve bu albümün, gavurların değişiyle “unique” eserler olduklarını düşünüyorum, ve birbiriyle pek kıyaslayamıyorum. İyi ki de durum bu şekilde.
Çoğu insan farkında değil belki ama Hammer of the Witches’la birlikte yeniden bir yükseliş dönemine geçtiler.Bunun popülerlik anlamında değil de genel olarak müziklerindeki belirgin bir kalite yükselişi olması ayrıca takdir edilesi.
Hammer of the Witches’ın kritiğinde, yazan arkadaşa baya bir giydirmiştim ve haklı olduğumu da düşünüyorum.Bu sefer Oğuz arkadaşımız detaylı ve hakkını vererek yazmış eline sağlık diyorum.
Bence tartışmasız bu senenin en iyi albümlerinden bir tanesi.
Albümü daha yeni dinleyebiliyorum ve inanılmaz olmuş hiç beklemiyordum böyle bir darbeyi gerçekten çok küçük beklentilerle açıp umduğumun katlarca fazlasını buldum, neyse ben bi kere daha çevirmeye kaçayım :)
Ben cof’i çok seven biriyim ve elbette 2000 öncesi halini çok seviyor olsam da 2000-2010 arasını da seviyorum. özellikle damnation and a day’e haksızlık edildiğini düşünüyorum. Nymphetamine ve thornography’i de, godspeed on devils thunder’ı da ayrı ayrı çok seviyorum. Tarz gothic-extrem olmuş, 2000 öncesiyle alakasız falan olabilir. Gerçekten kendi başlarına güzel albümler. İnsanlarda cof’e karşı büyük bir önyargı var. Sanırım dani’yi Antipatik bulduklarından biraz da. Neyse, son albüm de fena değil, GDT’dan sonrası bi değişik, bi anlamsız, bi tadsızdı benim için sadece ama Damnation and a day öncelikli olmak üzere, 2000’deki işler de güzeldi.
Yıllar sonra gelen düzeltme :)
Lindsay sadece canlıda klavye çalıyor(du), bu ve bir önceki albümde tüm klavye ve orkestrasyondan davulcu Marthus sorumlu, çok önemli mi bilemedim tabi
04.12.2021
@Bloodshot, O zaman yazıda bahsettiğim bestelere katkı noktasındaki şüphelerim boşaymış. :) Katkın için teşekkür ederim.
Yazıda, “1997 ve 1998 çıkışlı albümleri özellikle incelenmeli” dediğim Hecate Enthroned albümlerinde vokalist olan Jon Kennedy, trafik kazasında yaşamını yitirmiş.