Oğuz Sel
“İnsan, ölümlü olduğunu ve monoton yaşadığını idrak eden tek canlıdır.” diyerek başladığı sözlerini “Hayat monotondur, bizi derinden sıkar. Ama siz bu monoton hayatta becerebilirseniz her yeni günde, her yeni ayda hayatınıza yeni bir renk, yeni bir nefes katıp hayatınızın dozunu, kalitesini günbegün arttırabilirsiniz. Ve becerebilirseniz, hayatınızı Ravel’in ‘Boléro’su gibi muhteşem bir finalle sonlandırabilirsiniz. Sevgili dostlar, hayatınızın başlangıcından siz sorumlu değilsiniz ama bir gün finalinden siz de sorumlu olacaksınız…” ifadeleriyle bitirdi Üstün Dökmen vaktin birinde yayımlanan “Küçük Şeyler” programlarından birinde.
Yazıyı hazırlamak üzere Word’ün karşısına geçtiğimde, Ravel’in “Boléro”su ve Dökmen’in programı aklıma geldi, biraz da “Dawn of Epiphany”nin kendini bolca tekrar eden yapısından hareketle. Çıkışının üzerinden birkaç ay geçmiş olmasına rağmen kritik biraz geç yayımlanıyor gibi gelebilir. Bunun birçok sebebi var, cümleler denk gelir ve akışın seyri müsaade ederse bahsederim, her iki durum da olmazsa kısmet değilmiş deriz artık.
Zamanında çiğliği nedeniyle dinleyemediğim, kulağım bu işlere alıştığında ise hayli beğendiğim “Herbstleyd” ile başladığı kariyerini, artık kült kıvamına gelen “Black Metal ist Krieg (A Dedication Monument)” albümüyle taçlandıran Nargaroth, tek kişilik bir proje olmanın ekmeğini yiyen nadir oluşumlardan biri hiç şüphesiz. Çoğu noktada keyfine göre hareket edebilmesi, istediği biçimde şarkı yazıp aklındakileri, dilediği şekilde müzikleri aracılığıyla ifade edebilmesi bir kenara, oluşumun ilk dönemlerinde ortaya koyduğu eserlerle kendini ayrı bir yere konumlandırmayı başardı Ash ve dolayısıyla Nargaroth. Eski kafa black metal olaylarından vazgeçmedi. Eh, bir şeylerden taviz verdiği de pek söylenemez, yaptığı işlerdeki samimiyeti, internetin yaygınlaşmasıyla daha bir gün yüzüne çıktı. Kariyerinin 13. senesine isabet eden 2009 yılında çıkardığı “Jahreszeiten”da yer yer neşeli yer yer bizim buralarda kalkıp göbek atılabilecek ritimler oluşturmasına karşın, yaz ayına ithaf ettiği parçayı karanlık melodilerle doldurup ilginç hikâyelerle bu melodileri birleştirecek kadar da usta olmayı, kış ayına ithaf ettiği parçayla da acımadan ciğerleri sökmeyi bildi. Kimi zaman “The Day Burzum Killed Mayhem” gibi şarkılarla bir döneme kendince ışık tutmaya çalıştı (!) kimi zamansa “Love Is Always over with Ejaculation” diyerek düz adamlıkta zirveye oynadı. Ama Nargaroth iyiydi, hoştu, üretkendi, samimiydi, black metal sahnesinin çoğullarına göre olmazsa olmazıydı. 2009 çıkışlı albümünün üzerinden seneler geçti, Ash’ten ses seda çıkmadı, ta ki “Era of Threnody”ye kadar.
Ses çıkmamasının sebebi, Ash’in bu kez farklı bir şeyler deneme isteği ve dünyanın dört bir yanındaki evsizlerin, göçebelerin, hayattan artık bir beklentisi kalmayan insanların arasında bulunmasıydı. Kendi sözlerine göre albümdeki lirikleri, bu bölgelerde bulunduğu ve kendisinin de göçebe gibi yaşadığı dönemlerde hazırlamış Ash. Ash’in yaşadıklarından, hissettiklerinden ve hayata bakış açısından ötürü duygusal bir geçiş ya da dönüşüm gerçekleştirdiği su götürmez bir gerçek ve bunu, “Era of Threnody”nin genel karakteristiğinden gözlemlemek hiç de güç değil. Aklına kazınan göçebe toplumlarını ise Flamenko ile özdeşleştirip “Era of Threnody”deki bazı parçalara Flamenko bölümleri eklemesi de tamamen bundan kaynaklı, yoksa ortada bir “Değişiklik olsun bu sefer de,” veya “Az biraz piyasaya oynayayım, mainstream olayım,” gibi bir durum yok. Yaşadığı duygusallık ve ağır melankoli nedeniyle yaratıcılığını kaybetmeye başladığını da belirten Ash’in şarkılarında değindiği meseleler, genellikle Mojave Çölü’nde yaşadığı deneyimlere dayanıyor. “Era of Threnody” Ash’in yaşadıklarının lirik ve melodik özeti bir bakıma; olaylara karşı takındığı öfkeli tavrın yanında, gerçek anlamda gariban, kimsesiz ve çaresiz insanları gördüğünde ve onların yaşadıklarına ettiği tanıklığı neticesinde hissettiği yoğun, derin ve hüzünlü duyguların dışa vurumu. Kişisel olgunluğunun, müziğine yansıması belki de, kim bilir.
Grupları dünlerinden bağımsız olarak ele alabilenlere pek bir şey diyemem tabii ama ben bugünün, dünden bağımsız olacağını düşünmüyorum. Ash’in beni üzdüğü nokta da tam burada başlıyor; kişisel değişimi veya dönüşümünün müzikal yöndeki yansımalarını, Nargaroth başlığı altında sunma isteğiyle… Ash’in çabalarını, müzikal ve bireysel uğraşlarını takdirle karşılıyorum. Ancak projenin beyni konumundaki birinin değişmeye yüz tutan müzikal yolculuğunu Nargaroth’un geçmişini biraz da elinin tersiyle kenara iterek yine Nargaroth adı altında sürdürmeye çalışmasını dün-bugün bazında değerlendirdiğimde içim acımıyor değil. Kendi içinde değişen, dönüşen gruplara ilk defa denk gelmiyoruz bu çok açık fakat Nargaroth’un Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede ciddi bir dinleyici kitlesi olduğunu da biliyoruz. Ve insanların, Nargaroth adı altında üretilen müziğin Nargaroth müziği gibi olmasını beklemelerinden daha doğal bir şey yok sanırım. Ash’in aklında, eski albümlerden setlist hazırlayıp aralara bir iki tane de yeni albümden serpiştirip konserlere çıkmak olabilir, bilemiyorum.
Kritiğin sonlarına doğru yaklaşırken, bir iki detaydan daha bahsetmem lâzım. Ash’in albümde destek istediği isimler hayli önemli. Septic Flesh’ten tanıdığınız Kerim “Krimh” Lechner davulda, Bled Dry grubundan Bernd Brodträger ise gitarda. Bernd’in gitarlardan sorumlu olduğu gibi yeni albüme fikirleriyle katkıda bulunmuş. Caz üzerine gitar eğitimi alması, özellikle Flamenko içerikli bölümlerin icrası noktasında önemli rol oynamış, ben de Ash’in yalancısıyım.
İnsanla ilgili cümlelerle ve “Boléro”yla açtık kritiği; insanî yönü ağır basan bir albümü ele aldık. Hayatınız ne kadar monotondur bilemiyorum ancak Ash’in hayatının, en azından son yıllarda monoton olmadığı ortada. Beri yandan Ash’in farkında olarak veya olmayarak hayatını “Boléro”nun finali gibi sonlandırmaya gayret ettiğini de düşünmüyor değilim. “Era of Threnody” beni bir Nargaroth albümü olarak çok memnun etmedi. Aynı albümü bu yıl, adı sanı duyulmamış bir grup yapsaydı, yazının seyri çok daha farklı olur, iyice puanlarla kritiği sonlandırırdım ama şu durumda bunu yapmam, Nargaroth külliyâtına haksızlık olur.
Ash’in insana dair sıkıntıları içselleştirmesini, bunu, gerek liriklere gerekse müziklere aktarmasını takdirle karşılamamamın mümkünü yok. Evet, albüm beklediğimiz gibi çıkmadı ancak bu, dünyanın sonu değil. Bize düşen, belki çok klasik olacak ama her zaman yaptığımız gibi parmağa değil de işaret edilen yere bakmak; zira Ash’in heybesinde bu kez çok ama çok acı ve çok gerçek hikâyeler ve melodiler var, işaret edilen yerden hareketle. Acıyla harmanlanmış, gözyaşlarıyla ıslanmış, çaresizliğe bulanmış hikâyeler ve melodiler.
Eline sağlık, kritiği çok beğendim. Gerçek bir Nargaroth dinleyicisi sayılmam, eski albümlerinden 2 tanesini ve bu albümü dinlemişliğim var. Albümü dinlerken ne sıkıldım ne de çok etkilendim. O yüzden olumlu/olumsuz bir yorumda bulunamıyorum.
Albümdeki davulları Krimh’in çaldığını ise şu anda öğrendim. Dinlerken dikkatimi çekmedi, demek ki ya davullara çok dikkat etmemişim, ya da çok iyi bir davulcu olsa da Krimh’in henüz kendini belli edecek düzeyde karakteristik bir davul tarzı yok.
Süper bir kritik ama albüm berbat. 4.5/10 Benim için senenin hayal kırıklıklarından.
Ash çok alçak gönüllü, mütevazı bir adam bu belli. Tam bir gönül adamı. Dinleyicileriyle etkileşime girebiliyor. Kan işeyen götü kalkık leş tayfadan değil.
Gel gelelim albümden ben Black Metal olarak tatmin olmadım. Eski soundunu ve o eski albümlerini insan ister istemez mumla arıyor.
Ama müzikal olarak epey doyurucu bir albüm. Daha önce hiç denemediği, ilkin duysanız ne alaka diyeceğiniz ama albümde gayet iyi yedirilmiş olan Latin ve Greek etkili partisyonlar güzel. Zaten canım değişik bir şey çekince açar bu albümü dinlerim.
Ama asla bir Black Metal albümü olarak dinlemem.
Bu verilerden hangisi ağır basarsa albümün ona göre iyi olup olmamasına karar veririm ama şu an sadece ortada kaldım. 6,5-7 arası iyi gibi.
Son olarak Herbstleyd ve Black Metal ist Krieg mük-kem-mel albümerdi hakkaten be.