Oğuz Sel
Bir süredir otomatiğe takıp sizlere benzer türlerde müzik yapan grupların ve tek kişilik oluşumların albümlerini tanıtmaya çalıştığımı biliyorsunuz. Ancak yine yaz aylarının sonlarına doğru yaklaşırken, ben yine kafa açacak türde bir şeylere denk geldim. Geçen sene aşağı yukarı bu zamanlar, yerli topluluk She Past Away’in ilk albümü “Belirdi Gece”yi okumuştunuz bu sayfalarda. Bu defa yolculuğumuz biraz daha uzaklara, ABD’ye. Belki az sonra anlatmaya başlayacağım albümü daha önce duymuşsunuzdur ve hatta dinlemişsinizdir ancak ben, bu tür müziklerle çok fazla ilgilenmediğim için metal müziğe yeni başlayıp “Iron Maiden diye bir grup buldum, süper!” kıvamında olan bir genç gibiyim tam olarak. Bu bakımdan sürç-i lisan edecek olursam ve synth-pop mevzusundaki sığlığımdan ötürü peşin peşin kusuruma bakmayın.
Karaladığım yazılardan anladığınız üzere, çok da normal olmayan grupları ve türleri takip ediyorum; bundan mutluyum. Mutlu olduğum bir diğer konu da, metal harici bir türde yine benim kafama ve yazdıklarımdan hareketle grup keşfederek müzik dağarcıklarını zenginleştiren arkadaşların sevebileceklerini düşündüğüm bir kişiye ve albüme denk gelmem.Konuğumuz, popüler pop veya synth-pop yıldızları kadar tanınmasa da, kendi alanında yaptığı işlerle hep ses getiren ve kimileri tarafından eleştirilen, kimileri tarafından yerlere göklere sığdırılamayan John Maus ve 2011 çıkışlı üçüncü albümü “We Must Become the Pitiless Censors of Ourselves”. Cümlelerimin uzunluğuna takılmayın, aklımda anlatacak o kadar çok şey var ve sizleri sıkmamak adına, kendimi o kadar dizginliyorum ki, en sıkıştırılmış cümlelerim bile bu kadar uzayabiliyor; bir kusuruma bakmayın da bu paragrafa ekleyeyim ve sonraki paragrafa geçeyim.
Wikipedia’ya erişim nispeten zorlaşmış olsa da John Maus’la ilgili enikonu detaya girmeyi düşünmüyorum ancak belirtmem gereken birkaç nokta var tabii.John Maus sıra dışı bir kişilik; müzik eğitiminin üstüne bir de Siyaset Felsefesi doktorası var. Bu durum, yabancı memleketlerde birden fazla unvana sahip olmalarına karşın sanatçıların, diledikleri gibi müzikler yapabilmelerine engel olmuyor. Bunu,az sonra üzerinde duracağım “Cop Killer”ın yanı sıra, önceki albümlerinde bulunan“Don’t Be A Body” ve “Right for Gays” gibi gayet garip müzik ve sözlerle oluşturulan şarkıları için söylüyorum. Bizim buralarda tıp doktoru olan veya doktora sahibi sanatçıları alt alta toplayın ve yaptıkları müzikleri şöyle bir gözden geçirin edin, üstüne,Maus’un ürettiği gibi müzik ve sözlerle aynı sanatçıların ne kadar süreyle toplum içinde barındırılabileceklerini hayal edin. Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Bu tür müziklerle arası iyi olanlar John Maus’u, Ariel Pink kişisiyle ortaklaşa yaptığı çalışmalardan tanıyorlarmış, ben her iki müzik kişiliğini de maalesef yeni keşfettim ki sağım solum belli olmaz, Ariel Pink’in de bir kritiğini patlatabilirim bir ara. Söylemezsem olmaz, Maus’u keşfetmem ise kafamı dağıtmak için izlediğim ve kimi videolarıyla beni baya güldüren Yorekok isimli YouTube kanalının sahibinin hazırladığı playlist’i Spotify aracılığıyla çevirmemle mümkün oldu. Neye niyet neye kısmet misâli… Birkaç paragraflık girişten sonra albüme dalabiliriz.
John Maus; synth pop, avangart-pop, post-punk, lo-fi ve benim de ilgimi çekmesini sağlayan hipnagojik-pop türlerinde eserler ortaya koyuyor. 80’ler synth-pop türü müziklerle ilgilenenlerin çat diye adapte olabileceği müziklerden çok, kafa bulandıran -veya duruma göre açan-, atmosferik yönü ağır basan, Maus’un gotik türde vokalleriyle kasvetli hâle gelen ve melodik açıdan son derece tatmin edici işler mevcut “We Must Become the Pitiless Censors of Ourselves” albümünde. Albümü başlattığınız andan itibaren 1980’li yıllarda hem popçuların hem de progresif rock gruplarının sıklıkla başvurdukları arpejyatörlerle (Programlanabilir otomatik arpej mekanizması diyebiliriz.) karşılaşıyorsunuz. Arpejyatör için seçilen sesler de o yıllara ait sesler olunca tüyler otomatikman diken diken oluyor. Buraya kadar her şey sıradan gibi duruyor olabilir fakat kazın ayağı hiç de öyle değil. John Maus, enteresan bir kişiliğe sahip olduğunu gerek şarkı kompozisyonlarında gerekse yazdığı sözlerde defalarca gösteriyor size. Synth basların genellikle şarkıları alıp sürüklediği, analog string’lerin dolgu olarak kullanıldığı, genellikle karmaşık olmayan tempoların kullanıldığı, Maus’un bariton kıvamındaki sesinin arka arkaya eklendiği ve bolca reverb/eko kullanılarak kaotik, kaotik olduğu kadar da karamsar bir havanın yaratıldığı parçalar,sizi çok acayip ruh durumlarına sokabiliyor. Yani dinlediğiniz şarkılar ne kadar hareketli olursa olsun, ne kadar 80’ler kokarsa koksun ortada bir bilinmezlik, karamsarlık ve belirsizlikbâki kalıyor. Sanırım Maus’un yaptığı müziğin hipnagojik-pop diye nitelendirilmesinde bunun etkisi var.
Albümün en popüler parçası, Spotify’a göre “Hey Moon”. Molly Nilsson kişisinin şarkısını izinli mi izinsiz mi aldığını bilmiyorum ancak Maus eserin altyapılarını biraz daha belirginleştirmiş, eseri biraz kırpmış ve üzerine kendi de vokal yapmış. Bu şarkıdan bahsetme nedenim, ilgili parçaya takılıp albümü pas geçmeyin demek içindi, çünkü eser ne kadar popüler olursa olsun bana göre albümdeki en zayıf halka.Albümün parlayan eserleri ise bana sisli bir alanda yolumu bulmaya çalıştığım hissini yaşatan “… And the Rain”, gece vakti lunaparkta kaybolduğum gibi bir moda sokan “Keep Pushing On”, basit ama gaz bas bölümleriyle beni çocukluğuma götüren “Head for the Country” ve aksak ritminin yanı sıra vokal yapısıyla hayranlık uyandıran “We Can Breakthrough”. Meşhur “Cop Killer”a ise az sonra değineceğim.
John Maus, yarattığı müziklerin yapısıyla ve yazdığı sözlerle,aykırı ve kimseyi takmaz biri olduğunu gösteriyor. “Yarattığı müziklerin yapısı” dedim; son yılların müzik adına bence en kanser olayı “Quantize” işi. Pop müzikten metal müziğe kadar birçok alanda karşılaşabileceğiniz bu olay, şarkıları mükemmelleştirmekten ziyade mekanikleştiriyor ve ruhsuzlaştırıyor bence. Şimdiye dek dinlediğim elektronik müzik sanatçılarında karşılaşmadığım şekilde Maus’un bu ve önceki albümlerinde, Quantize meselesine pek bulaşmadığını söyleyebilirim.Ki siz de bunu “… And the Rain” parçasındaki bas bölümleri sayesinde rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Adam klavyenin başına oturmuş ve bas bölümlerini normal bir şekilde çalmış, kaydetmiş; diğer bölümlerde yaptığı gibi. Belki de albümün sırrı buradadır, arada bir metronoma uymayan kısımlar, sanatçının kısmen kafasına göre çaldığı pasajlar, “We Must Become the Pitiless Censors of Ourselves”in albenisini arttıran etmenlerden.
İşin müzikal kısmını kabaca anlattığıma göre yazdığı sözlere ve tabii ki “Cop Killer” parçasına gelebilirim.Bu eser ciddi anlamda gönderme niteliğinde bir eser; Maus’un eleştirel kimliğini biraz özümsemeye başladığınızda, herifin dalga geçerek bir şeylere sürekli dokundurduğunu göreceksiniz. “Cop Killer”da, Ice-T’nin başını çektiği Body Count’ın 1992 çıkışlı “Body Count” albümünde yer alan“Cop Killer” şarkı gönderme özelliği taşıyor. Duygusal sayılabilecek bir müzik üzerine okunan sözler, derinlik içermese de ironi barındırması açısından başarılı oluyor. Buralarda pek bilinmese de ABD’de putlaştırılma mertebesine ulaşan “Black Lives Matter” meselesine de farklı bir yaklaşım sayılabilir aslında bu şarkı; sadece siyahların değil herkesin hayatı önemli ve değerli ne de olsa.
Keşfettiğimden bu yana günde on defaya yakın dinlediğim ve her dinlediğimde kendimi aynı gariplikte hissetmeme vesile olan “We Must Become the Pitiless Censors of Ourselves”, Maus’un ortaya koyduğu diğer albümleri dikkatlice incelediğimde, en anlamlı, en bütünlüklü, en melodik ve daha birçok “en”i bünyesinde barındıran bir eser şüphesiz. Umarım sanatçı, her defasında yaptığı gibi bir sonraki albümünde de çıtayı bir üst noktaya taşır ve kulaklarımıza bayram ettirir.Belirtmemde fayda var, John Maus 25 Ekim 2017’de İstanbul’da sevenleriyle buluşacak. İmkânınız olursa gidip Maus’un ilginç sahne şovunu izleyin derim. Bunun gibi süper albümlerde görüşmek üzere.
john maus’u bu kritik vesilesiyle tanımıştım. epey gecikmeli de olsa teşekkürler oğuz :))
maus yazdığı sözlerle, röportajlarında söyledikleriyle derin bir adam olduğunu belli ediyor.
müzikal anlamda en iyi albümünün bu olduğunu düşünüyorum. “hey moon” konusunda da size tamamen katılıyorum. muhtemelen, albümdeki en kolay dinlenen ve hiç yormayan bir parça olduğu için bu kadar popüler ama onlarca güzel parçasına göre zayıf.
13.09.2019
@poison, Rica ederim, kritik amacına ulaştığı için mutlu oldum. :)
John Maus enteresan ve gizemli bir kişilik. Yeni albümlerinde -yaparsa tabii- ortaya nasıl müzikler çıkaracağını merak ediyorum. Zira hem evliliği sonlandı hem de konserlerde kendisine baslarda eşlik eden kardeşi vefat etti. İlk iki albümündeki karamsar/garip havaya geri dönerse çok acayip şeylerle karşılaşabiliriz.
16.09.2019
@Ouz, sizin sayenizde epey bir grup öğrendim. bunların başında she past away geliyor. bursa’da büyümüş biri olarak, benim için müthiş keşif.
evet, ayrılık ve vefat olaylarını okumuştum youtube yorumlarında. bana sanki en karanlık albümünü çıkaracakmış gibi geliyor. çıkarırsa, eminim ki kritiğini sizden okumak keyifli olacaktır.
16.09.2019
@poison, Çok memnun oldum gerçekten.
SPA Bursa’dan çıksa da artık bir dünya markası hâline geldi, başarıları daim olsun.
Umarım John Maus yeni bir albüm daha yapar, ben de uzun uzadıya albümü anlatırım buralarda. :)
6 Kasımda john maus konseri varmış.