Godless Killing Machine
2000 senesinde liseye ilk başladığımda okul yolumun üstündeki Mecidiyeköy polis karakolunun yan tarafında korsan CD satan tipler olurdu. Nasıl ve nereden geldiğini bilmediğim bir şekilde harika mp3’ler satarlardı. Paradise Lost, Immortal, Kreator, Depeche Mode ve daha nicesini sayabileceğim bir çok grubu bu Rusya’dan muhtemelen kaçak olarak memlekete girmiş işte bu CD’ler sayesinde tanıdım. Ufak bir araştırmanın ardından Nocturnus’u da içinde barındıran, aynı yerden satın aldığım CD ise şu.
Kadro mükemmel. Muhtemelen bu grupların hiçbirinin diskografisi 700 MB’lık bir CD’yi doldurmayacağı için bulduklarını koymuşlar, haklarını yememek lazım, benzer tarzlara ağırlık vermişler. Aslında hepimizin bu müziği tanıma hikayesinde önceleri pek umursamadığı, sonradan keşfettiğinde ‘’ulan ben bunları nasıl daha önce gözden kaçırmışım’’ dediği sayısız grup vardır, fakat bunun da ötesinde ilk dinlendiğinde pek anlaşılamayan, anlaşılması için müzik zevkinin gelişmesini bekleyen gruplar vardır. Ben de işte bu CD’de ilk olarak isminden dolayı Atheist’i dinlemiş, sevmemiş, CD’yi ise bir kenara atmıştım. Şimdi her ne kadar komik gelse de 14-15 yaşlarında bazı şeyler insana korkutucu ve tabu olarak gelebiliyor, Atheist ise her ne kadar müzik olarak alakası olmasa bile isminden dolayı o tabunun bir parçası olduğu için dinlemenin bana kendimi suçlu hissettirdiği gruplardan biriydi. Nocturnus ise sonradan ‘’lan böyle bir şey vardı harbiden’’ dediğim gruplardan biri.
Evli ya da sevgilisiyle beraber yaşayanlar ilişkilerin aynı çatı altında sürdürülmesinin güzel olduğu kadar insanı kısıtlayıcı tarafının da farkındadır. Uzun zamandır evde olduğum zamanlarda sürekli olarak bilgisayardan indie müzikler dinlemek zorunda kaldığım için ruhum metale tam manasıyla aç kaldı. İşte tam bu noktada Nocturnus imdadıma yetişti, indie, desert rock, dream pop (hakkını yemeyeyim çok güzel tür bu, Mazzy Star, Cocteau Twins özellikle harika) aşığı kız arkadaşımla araya koyabildiğim, ikimizin de geçebildiği köprü oldu. Yanlış anlaşılmasın, albüm son derece tavizsiz bir metal albümü, indie veya desert rock ile falan uzaktan yakından alakası yok.
Nocturnus’un elbette alamet-i farikası olan, alemde nam salmalarını sağlayan şey klavyeler. Tıpkı kendisinden bir ay önce çıkan Left Hand Path gibi death metal içerisinde son derece orijinal bir fikir olan klavye olayı, tıpkı Entombed’un yaptığı gibi müziği tamamlamaya yönelik bir öge olarak yer alıyor, fakat “The Key”de klavyeler çok daha belirgin. Zaten The Key’i bence kendisinden daha iyi olan bir çok metal albümünün üstüne koyan şey, tıpkı sanatın geri kalan her dalında olduğu gibi kimse farkında bile değilken orijinal bir şeyi yapmaya cesaret edebilmiş olması. Klavyeler çıktığında elde son derece teknik bir albüm kalıyor, fakat klavyeler işin içine girince o kozmik, hikaye anlatan tavır güçleniyor. Zaten albümün hikayesi O (sıfır) yılına giden bir Cyborg’un Hristiyanlığı (başlamadan) yıkarak başka bir imparatorluğun kurulmasına yol açmasını anlatıyor. Hikaye böyle anlatınca biraz tırt gözüküyor gibi sanki, ama kesin olan şey Nocturnus’un bilim-kurgu ile kafayı bozmuş olması, ki bence bu metal müziğe birebir oturan bir tema. Bu temanın özünü ise klavyenin o uzay hissini birebir veren (sanki gün aşırı uzaya çıkıyorum) sesleri harika tamamlamış. Kendinizi albümü dinlerken kozmik olsun çamurdan olsun derken bulabiliyor, akabinde hemen ellinci kez atmosferin hastası olduğunuz için Interstellar izleyebiliyorsunuz. Takdir edilmesi gereken diğer şey ise yetkin olmayan ellerde düğün müziğine dönüşmeye son derece müsait olan klavye sound’u, The Key içerisinde ne mutlu ki bu girdaba düşmüyor. Her şey gayet tadında.
Aslında klavyeleri ile meşhur olmasına rağmen asıl gelmek istediğim nokta gitar işçiliği. Progresif/teknik death metal kırması olan albüm, dönem itibariyle alışılmadık olan shred gitar soloları içeriyor. Carcass’ın Carnal Forge şarkısındaki o ilk solonun verdiği hissiyatları, o reverb’ü, o ruhu yükselten güzelliği sürekli olarak muhafaza ediyorlar. Tekrarlara düşmeden sürekli olarak bir riff silsilesi halinde gidiyor albüm. Tempo değişiklikleri, Suffocation’vari breakdown’lar, Neolithic şarkısının sonlarına doğru başlayan black-folk-viking metal bölüm, bütün bu birbirinden ayrı şeylerin hepsini kendi özgün tarzları içerisinde klavye yardımıyla harika bir şekilde kotarmayı başarıyorlar. Albümde davul tonu diğer yönlerine göre biraz zayıf fakat müziğe son derece uygun ve yetenekli bir çalış var. Vokaller ise daha iyi olabilirmiş, olmamış, canları sağ olsun. Zaten vokalleri davulcu yapıyor. Böyle de son derece iyi. Zaten herhalde şu konsept içerisinde en son kafaya takacağımız şey vokaller. O kadar güzel bir genel sound var ki ilk şarkıdan başlayıp son şarkıda bittiğinde farkına varabildiğiniz, yağ gibi akıp giden o albümlerden biri bu. Zaten albüm kapağından başlayarak ilk notalarıyla beraber albüm kendini dinleyiciye satmayı çok güzel başarıyor. Bizler gibi şarkı şarkı liste yapmaktansa bir albüme ilk şarkıyla başlayıp sonuna kadar dinlememeyi gruba hakaret kabul eden güzel kitleyi hiç hayal kırıklığına uğratmıyor. İlginç bir trivia ise davul-vokal Mike Browning’in Morbid Angel’ın kurucu elemanlarından olması, fakat Trey Azagthoth’un Mike’ın kız arkadaşını çıtır çıtır yemesi sebebiyle gruptan ayrılması. Ardından da Mike intikam amacıyla Nocturnus’u kurmuş herhalde, Morbid Angel’dan da hiçbir yönden aşağı kalır bir müzik de yapmamış hani.
Birkaç ek bilgi vermekte fayda var; grup Tampa, Floridalı. Yani Morbid Angel, Death, Deicide ile aynı zamanda aynı yerde yiyip içmişler, aynı stüdyolarda çalmışlar, hatta kız arkadaşları paylaşmışlar. Efsanevi Morrisound stüdyolarında kaydedilen The Key, efsanevi bir stüdyoda kaydedilmekten ziyade stüdyoyu efsane haline getiren işlerin en başında gelenlerden. Albüm kapağı ise Dan Seagrave imzalı, ki kendisi dönemin bütün babayaro albüm kapaklarına tek başına imza atmış hikmet sahibi güzel bir abimiz. Bir de üstüne bütün bunlar yetmiyormuş gibi Earache Records imzası var. Death metal sevdalısı yüreklerde şimdiden güzel bir hareketlenme olmuştur.
Albümü benim gibi çok sevenler The Science of Horror isimli demo kayıtlarına da bakabilir, orada da çok ham ve yırtıcı bir iş mevcut. Death metalin klasik ve en özgün albümlerinden biri olan The Key, üretilmesinden 27 sene sonra hala ilk defa dinlemeyenlere bile her dinlemede yepyeni şeyler vadediyor. Bugün çıksa dahi muhtemelen yılın en iyi albümü olabilecekken, 1990 yılının Florida’sından 20 yaşında gençlerin yaratıcılığıyla bizleri selamlıyor.
Baya iyi albüm. Yazı da çok güzel olmuş. Okur notu niye bu kadar düşük acaba
Uzun zamandır yazayım dediğim albümlerden biriydi, benden önce davranan oldu, güzel oldu. Müthiş albüm cidden. Bu eksiği kapattığı için Godless Killing Machine’e teşekkürler.
bu harika albüme nocturnus ad adıyla tema olarak devam albümü planlıyorlar harika bir demo yayınladılar 3 gün önce
Başyapıt.
StarCraft Metal.
27.02.2024
@Cryosleep, kapak Battlecruiser’ın içi zaten.
27.02.2024
@ismail vilehand, hakikaten ahskfksjşf.