Hiç ölümden döndüğünüz oldu mu? Tespit edebildiğim kadarıyla ben, üç defa ölümden döndüm. Üçü de bir hayli çocukluk zamanlarımda hem de. İlk ölümden dönüşümden biraz bahsetmem lâzım. Üç yaşındaymışım ve ailece bir deniz kampına gitmişiz. Kumsalda oynadığım ve denize girmek istemediğimi söylediğim bizimkiler, denize bensiz girmişler. Ben de sanki beni denizin buz gibi sularından çağıran birileri varmış gibi kalkıp belimde deniz simidi olmadan deniz girmişim. Bizimkiler bir bakmışlar, kıyıda oynuyorum, aradan zaman geçmiş bir daha bakmışlar, ben ortada yokum.
İşin kötüsü, denize girilen yerde üç beş adım atınca su birden derinleşiyormuş. Sonuç olarak bir süreliğine ortadan kaybolan ben bilin bakalım neredeymişim? Tabii ki suyun içinde, hatta biraz fazla içinde. Çevredekiler “Ay çocuk denize girdi, suda battı!” gibisinden feveran edince, valide şoka girmiş denizde, ablam da bugün hâlâ koruduğu soğukkanlılığını o zaman da konuşturmuş ve onca kargaşanın içinde beni bir şekilde bulup çıkarmış sudan. Belki bana anlatılanlardandır belki de çok hayatî bir mevzu olduğu için beynim o anın kısa süreli videosunu kaydedip zihnimin bir yerlerine eklemiştir ama boğulduğuma dair anımsadığım bir şeyler var: Ablamın beni sudan çıkarmaya çalışırken saçlarımı da çektiği için hissettiğim acı ve gözlerimi suyun içinde açarken gördüğüm, On Thorns I Lay’in “Orama” albüm kapağındaki gibi bir mavi-yeşil ortam.
Az önce de arz ettiğim üzere bu defaki konuğumuz 1990’lı yıllara değer katan albümlerden biri, “Orama”. Esasında bu albümü yazma gibi bir planım yoktu ancak aklıma düşüren, PA takipçilerinden alcide.nikopol oldu. Son zamanlarda death/doom piyasasını aman aman takip edemiyorum ancak takip ettiğim dönemlerde karşıma çıkan, çıktığı gibi de kendine hasta eden işlerden biri olan “Orama” Yunanistan’ın türünde en önemli gruplarından On Thorns I Lay’in son derece ilgi çekici albümlerinden yalnızca biri.
Atlantis konusunun işlendiği albüm, grubun beyni Stefanos’un enteresan zihninden çıkıyor. Enteresan diyorum çünkü “Orama” öyle her grubun yapabileceği kalibrede bir iş değil. Bir defa Stefanos başta olmak üzere grubun diğer üyeleri, derslerine iyi çalışmışlar ve konseptin gerektirdiği o boğucu ve esrarengiz havayı gitar tonlarından efektlere kadar her şeyiyle tasarlamışlar. Gitarların sanki su altından çalınıyor hissi uyandıran hâlleri, Stefanos’un fantastik vokalleri ve Roula isimli hanım kişinin kimi zaman kulaklarımıza aşina melodilerle donattığı kimi zamansa pek de alışık olunmayan vokal melodileriyle zenginleştirdiği şarkılar, dinleyeni alıp başka bir yerlere götürüyor. “Atlantis II” gibi albümün enstrüman ağırlıklı parçaları, grubun beste yapma konusundaki hünerlerini gösterirken, akıp giden albümdeki konseptin nasıl adım adım planlandığını da kanıtlıyor.Albümün farklı bir havaya bürünmesinde etkili olan bir diğer şey ise hiç şüphe yok ki klavye bölümleri. Yine yaratılan havayı bozmayacak ses tonlarının seçildiği klavyeyle icra edilen kısımlar, parçaların bütünlüklü yapısına büyük katkı veriyor.
Albümdeki her bir parçayı ele alıp satır satır haklarında bir şeyler karalamayı deli gibi istediğim ancak bunu yapmayacağım nadir albümlerden “Orama” büyük finali “The Blue Dream” adındaki şaheseriyle yapıyor. Albümü keşfettiğim dönemlerde arka arkaya kaç defa dinlediğimi anımsayamayacağım kadar çok döndürdüğüm parça, aslında albümün harikulâde bir özeti gibi.
Her zaman dediğim gibi 1990’lar çok başkaydı, bunu laf olsun sayfadaki kelime sayısı artsın diye söylemiyorum, hakikaten başkaydı. Belki teknik imkânsızlıklar belki de grupların kendilerini kanıtlamaya yönelik attıkları radikal adımlar, böylesine kaliteli albümlere kavuşmamızı sağladı. Ne diyelim, iyi ki o dönemler olmuş ve iyi ki On Thorns I Lay ve nice grup gayet başarılı albümlere imza atmışlar. “Orama”yı henüz dinlemediyseniz, hiç durmayın en az bir tur döndürün ve bu duygu yoğunluğuna ortak olun.
Albümden bağımsız olarak şu 80′ler başkaydı, 90′lar başkaydı muhabbetine çok katılmadığımı söylemeliyim. Belki bazı türlerin ilk yapıtaşları, en büyük albümleri ortaya çıkmış olabilir. Ama müzik olarak daha ileride ya da daha geride olduğunu düşünmüyorum.
@deadhouse, paşam aynı fikirde değilim seninle. o zamanlar daha internet diye bir şey yoktu doğru düzgün, sosyal medya yoktu. o zamanın ruhuyla şu anki dünyanın zeitgeist’i arasında dağlar kadar fark var. 80′ler veya 90′lardan bir şarkı açtığımda müziğin, insanların samimiyetine kayıtsız kalmamak mümkün değil. çünkü insanlar şimdiki gibi yalan yolan değillerdi, tamamen değişen dünyayla alakalı olduğunu düşünüyorum. hatta ileri gidiyorum o zamanların özellikle 95-2000 arası pc oyunları bile bir başkaydı, nba bile daha güzeldi, çok uzağa gitmeye gerek yok türkiye bile daha güzeldi.
günümüze dönecek olursak şimdi de gerçekten müthiş gruplar var, hepimiz takip ediyoruz, dinlediğimiz müziğe ait gidişattan epey memnunum ama 90′lar deyince durup ceketimi ilikleyesim geliyor. sonuç olarak 10 üzerinden 10 puanlık albümlerin havada uçuştuğu bir dönemden bahsediyoruz.
bu albümle ilgili de, dinledim mi dinlemedim mi, bulgar cd’si bende var mıydı, yoksa arkadaşımda mı vardı tam olarak hatırlamıyorum ama çok net süper bi albüm olduğu aklımda yer etmiş. sitede görünce mutlu oldum.
@Ufuk Sönmez, İmkanlar ve samimiyet konusunda haklısın. Bunlara itiraz edenin olduğunu düşünmüyorum. 10 üzerinden 10 puanlık albümler havada uçuşuyordu demişsin, doğrudur çok süper albümler, önemli albümler çıktı. Ama bu demek değildir ki 2000′lerdeki ya da 2010′lardaki müzik daha aşağı seviyede. Ben müzikal kalite olarak bir fark olmadığını söyledim. 2000′lerde de çok sayıda başyapıt çıktı mesela. Ya da müzikseverlerin hayatı boyunca dinleyeceği, unutamayacağı albümler. Subjektif bir konu sonuçta. Şahsi görüşüm 90′lardaki albümler 2000′lerdeki albümlerden müzik olarak daha kaliteli olduğu için değil, türünde ilk olduğu için ve o müzik türünün yayılmasında insanları daha fazla etkilediği için insanlar 90′ları daha önemli görüyor. Aynı şekilde 80′ler için de öyle düşünüyorum. Ama dediğin gibi samimiyet, ruh vs. bu konularda büyük oranda aynı düşünüyoruz. O zamanlardaki ruh, samimiyet, müzisyenlerin ve dinleyicilerin müziğe verdiği değer, elbette ki bambaşkaydı.
celestial season’ın solar lovers albümüyle birlikte dinliyordum ben bunu. gitar tonu da tam 90′ların kırık doom-death albümleri ayarındaydı sanki. şu mdb’nin as the flower withers’daki sear me’de ii üüü ü üüüüüü diye giren var ya haha.
burda görmek ilginç oldu bu albümü. yazara teşekkürler. 90′lar haftası olsun hatta of mis.
Bu albümden çok bir sonraki albümleri olan crystal tears çok başarılı buluyorum. Doksanların sonlarında az dinlemedim kasetten…
Fakat grubun daha sonraki albümleri başarılı değil.
Albümden bağımsız olarak şu 80′ler başkaydı, 90′lar başkaydı muhabbetine çok katılmadığımı söylemeliyim. Belki bazı türlerin ilk yapıtaşları, en büyük albümleri ortaya çıkmış olabilir. Ama müzik olarak daha ileride ya da daha geride olduğunu düşünmüyorum.
19.04.2017
@deadhouse, paşam aynı fikirde değilim seninle. o zamanlar daha internet diye bir şey yoktu doğru düzgün, sosyal medya yoktu. o zamanın ruhuyla şu anki dünyanın zeitgeist’i arasında dağlar kadar fark var. 80′ler veya 90′lardan bir şarkı açtığımda müziğin, insanların samimiyetine kayıtsız kalmamak mümkün değil. çünkü insanlar şimdiki gibi yalan yolan değillerdi, tamamen değişen dünyayla alakalı olduğunu düşünüyorum. hatta ileri gidiyorum o zamanların özellikle 95-2000 arası pc oyunları bile bir başkaydı, nba bile daha güzeldi, çok uzağa gitmeye gerek yok türkiye bile daha güzeldi.
günümüze dönecek olursak şimdi de gerçekten müthiş gruplar var, hepimiz takip ediyoruz, dinlediğimiz müziğe ait gidişattan epey memnunum ama 90′lar deyince durup ceketimi ilikleyesim geliyor. sonuç olarak 10 üzerinden 10 puanlık albümlerin havada uçuştuğu bir dönemden bahsediyoruz.
bu albümle ilgili de, dinledim mi dinlemedim mi, bulgar cd’si bende var mıydı, yoksa arkadaşımda mı vardı tam olarak hatırlamıyorum ama çok net süper bi albüm olduğu aklımda yer etmiş. sitede görünce mutlu oldum.
19.04.2017
@Ufuk Sönmez, İmkanlar ve samimiyet konusunda haklısın. Bunlara itiraz edenin olduğunu düşünmüyorum. 10 üzerinden 10 puanlık albümler havada uçuşuyordu demişsin, doğrudur çok süper albümler, önemli albümler çıktı. Ama bu demek değildir ki 2000′lerdeki ya da 2010′lardaki müzik daha aşağı seviyede. Ben müzikal kalite olarak bir fark olmadığını söyledim. 2000′lerde de çok sayıda başyapıt çıktı mesela. Ya da müzikseverlerin hayatı boyunca dinleyeceği, unutamayacağı albümler. Subjektif bir konu sonuçta. Şahsi görüşüm 90′lardaki albümler 2000′lerdeki albümlerden müzik olarak daha kaliteli olduğu için değil, türünde ilk olduğu için ve o müzik türünün yayılmasında insanları daha fazla etkilediği için insanlar 90′ları daha önemli görüyor. Aynı şekilde 80′ler için de öyle düşünüyorum. Ama dediğin gibi samimiyet, ruh vs. bu konularda büyük oranda aynı düşünüyoruz. O zamanlardaki ruh, samimiyet, müzisyenlerin ve dinleyicilerin müziğe verdiği değer, elbette ki bambaşkaydı.
celestial season’ın solar lovers albümüyle birlikte dinliyordum ben bunu. gitar tonu da tam 90′ların kırık doom-death albümleri ayarındaydı sanki. şu mdb’nin as the flower withers’daki sear me’de ii üüü ü üüüüüü diye giren var ya haha.
burda görmek ilginç oldu bu albümü. yazara teşekkürler. 90′lar haftası olsun hatta of mis.
Bu albümden çok bir sonraki albümleri olan crystal tears çok başarılı buluyorum. Doksanların sonlarında az dinlemedim kasetten…
Fakat grubun daha sonraki albümleri başarılı değil.
Albüm bir süre önce Spotify’a geldi.
https://open.spotify.com/album/7ASRfBSXv5Q5v3cwp8Bodl?si=n4BrAtAAS1-bL-3YfIi22A
Oceans ne biçim şarkı yahu, tüylerim diken diken oldu