Oğuz Sel
1995 yılı. Ben ve ablam hariç bütün aile üyeleri sıra dışı bir titreşimle uyanmışlar. Annem, olayın tam olarak ne olduğunu anlamaya çalışırken babam da uyanarak, aynı titreşimleri annemin de hissedip hissetmediğini sormuş. Annem “Evet ben de hissediyorum,” derken her ikisinin de gözleri bir anda, odanın penceresine dönüvermiş ve odanın pencere hizasında, âdeta bir alev topu görmüşler. Hareketsiz olmasına karşın içten içe yanıyor gibi görünen bu parlak “şey” odayı gündüzmüşçesine aydınlatmaya başlamış. Titreşim kaynağının bu “şey” olduğunu anlamaları ise çok sürmemiş, zira bu alev topunun yok oluşuyla titreşim de kendiliğinden kaybolmuş. Sabah olduğunda, ağabeyim, annemlerle bu konuyu hararetli şekilde konuşuyorlardı, ben ve ablam ise olanlardan habersizdik. Ailece yaşadığımız ve açıklayamadığımız meselelerden biridir bu, bugün bile ne olduğunu bir türlü anlamlandıramıyoruz.
Dünya dışı varlıkların olup olmadığı konusunda hâlâ çok fazla yazılıp çiziliyor. Kimilerine göre bunların tamamı kurmaca ve Amerika’nın, ilerleyen zamanlarda “uzaylı işgali” gibi gerekçelerle dünya çapında bir “OHAL” ilân etmesinin hazırlık aşamaları. Alternatif kaynakları kurcaladığınız zaman pek de mantıksız görünmüyor aslında. Hele hele “Blue Beam Project” ve elbette “11 Eylül” olaylarının derinlerine indiğinizde, buna ek olarak 11 Eylül günü çekilen amatör videoların, nasıl ve ne amaçla kesilip biçildiğini anladığınızda, puzzle’ın parçaları yerine oturuyor. Öte yandan, evrende yalnız olamayacağımız ve bizden başka akıllı canlıların (bizim ne kadar akıllı olduğumuz da tartışılır ya, neyse) gezegenler arası yolculuk yapabildikleri ve hatta buralara saliseler içinde gelip gidebildikleri de çöpe atılacak kadar basit bir konu değil bence. Mars araştırmaları ve ilerleyen yıllarda gerçekleştirilecek farklı projelerle olayın, daha da açıklığa kavuşacağını düşünüyorum ama her okuduğuma inanmamaya ve temkinli olmaya da devam edeceğim.
255 kelimelik giriş sebepsiz değil tabii ki, bu defaki konuğumuz Deeds of Flesh ve albümü “Portals to Canaan”. Çıkışının ardından neredeyse dört tam sene geçmiş olmasına rağmen, (dikkat kötü espri geliyor!) katkı maddesi içermeksizin tazeliğini muhafaza etmesiyle gönlümde taht kuran yapım, grubun en esaslı işlerinden biri olmasının yanı sıra, tam anlamıyla bir diriliş albümü. Kurulduğu günden bu yana klasik death metal ögelerini konu edinen ve parçalarını, kimi noktalarda bu minvalde yapılandıran ancak Erik Lindmark harici grup üyelerinin zaman içerisinde değişmesiyle her zaman arzu edilen yapıda işler çıkaramayan topluluk, taze kan olarak nitelendirebileceğimiz Ivan Munguia ve Craig Peters ile “Portals to Canaan”a hayat verdi. “Mark of the Legion” albümünde gruba dahil olan Mike Hamilton isimli gayet enteresan davulcu arkadaşın kendini aşıp neredeyse uçup kaçtığı albüm, grubun tam anlamıyla bir güç gösterisine dönüştü.
Girizgâh kısmından da anlayacağınız üzere konsept, son yıllarda birçok teknik/brutal death metal grubunun kafa yorduğu ve liriklerini dizayn ettiği dünya dışı varlıklar, uzaylı istilası ve insanlığın ilerleyen bilmem kaç yüz yıl sonraki hâlleri üzerine. “Crown of Souls” albümünden sonra sardıkları uzaylı konseptini bir önceki albümlerinde daha derli toplu işlemiş olmalarına karşın müzikal mânâda katbekat ilerledikleri “Portals to Canaan” gerek rif zenginliği gerekse sertlik açısından belki de son birkaç yılda dinlediğim en gaddar işlerden biri. Cilâlı prodüksiyona ek olarak tane tane duyulan enstrümanlardan davul oyunlarının her birine şahit olunabilmesiyle de benim açımdan bambaşka bir yerde duran yapım, Erik Lindmark’ın vokal konusundaki hayvanîliğini de tepe noktaya taşımasıyla da kesinlikle harikulâde.
Takır tukur brutal death metal yapmaktansa, icra ettikleri müziğin içine ciddi hesap kitap katan ve bu hesap kitabı, dinleyicinin keyifle takip edebilmesini mümkün kılan Deeds of Flesh, konsept ve müzikal açıdan girdikleri yolun ne kadar doğru olduğunu “Portals to Canaan” ile kanıtlıyor. Seriye takıp, her iki senede bir yetersiz albümlerle piyasaya girmektense daha zorlu olanı seçip az ama öz albüm yapma noktasına gelen topluluk, Erik Lindmark’ın öncülüğünde nice teknik/brutal death metal grubunu terleteceğe benziyor.
Türün azılı takipçileri albümü zaten bu zamana kadar yiyip yutmuştur ancak türe ilgisi olmayanların da âlemde nasıl işlerin döndüğünü deneyimleyebilmeleri adına gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bir yapım ile “Portals to Canaan”.
Eline sağlık, uzun zamandır sitede olmasını istediğim albümlerden biriydi.
İlk paragrafın daha detaylı hikâyesini duymayı isterdim, baya acayipmiş.
Bu albümün ismi bana çok çekici geliyor. Her ne kadar albüm daha ziyade uzaylıya, dünya dışılığa odaklansa ve “Canaan” kısmını bir referans olarak kullansa da, Canaan muhabbetine, o coğrafyanın çok karanlık ve gizemli mitolojisi/tarihine baya ilgi duyuyor ve araştırıyorum.
Benzer şekilde Antik Kartaca, Kenan dili, Pön Savaşları ve özellikle de Antik Kartaca dinleri gibi konularla da baya ilgiliyim. Bu yüzden de hazır bugün DoD haberi yayınlamışken, haberde de link verebilmek adına bu albümü koymak istedim.
Albüm ciddi anlamda süper, tam bir işitsel dayak. Hatta şu an sabahın sekizinde açtım yardırıyorum.
24.01.2017
@Ahmet Saraçoğlu, Rica ederim. İlk paragraf, annemin betimlemeleriyle çok başka bir hâle geliyor. Bir gün denk geliriz sana da anlatır umarım. :)
Albüm adı konmamış bir konsept serisinin devamı gibi sanki. Önceki albüme referans veren kısımlar var. Belki Kenan meselesine yeni albümde girerler. “Adam kestim, bağırsağını buzlukta sakladım, oh ne güzel yaptım”dan daha ilgi çekici konular olduğu kesin. Grubun konseptini ve liriklerini bu yöne kaydırmasından çok memnunum. Kenan ise çok da bilmediğim bir konu. Alengirli işlere meraklı olduğum için bana yeni bir araştırma konusu çıktı. :)
İki grupla da hiç alakam yok ama kapak acayip şekilde hour of penance albümlerini anımsattı aynı sanatçı mı yapmış acaba
25.01.2017
@den4x, hayır farklı sanatçılar.