Oğuz Sel
Bireylerin, örnek aldıkları kişilerin her hareketini kopyalayarak kendilerine bir yol çizmeleri, genellikle gülünç duruma düşmeleriyle sonuçlanır. Bunu, hayatın birçok noktasında gözlemleyebileceğiniz gibi günümüz müzik sektöründe kendine yer bulan birçok grup sayesinde de pekâlâ işitebilirsiniz. Cannibal Corpse’un ilk dönemini efsane hâline getirip Six Feet Under ile kendince bir kitle edinen ve seveni kadar nefret edeni de hayli çok olan Chris Barnes’ın müzikal çizgisinden tamamen aynı şekilde gitmekte herhangi bir beis görmeyen Thomas “The Bloodbeast” “Blutgott” Gurrath yönetimindeki Debauchery, yine Thomas “The Bloodbeast” “Blutgott” Gurrath yönetimindeki Blood God ile bir split hazırlamış; bununla iyi mi yoksa kötü mü yaptığına gelin birlikte bakalım.
Debauchery, death metalin sınırlarında gezinen, zaman zaman Six Feet Under ayarında müzikler yapmaktan da çekinmeyen, hatta “Back in Blood” ya da “Rockers and War” gibi içinde hakikaten çok çok iyi parçalar barındıran death metal albümlerine deimza atan bir grup. Dünya genelinde death metal ile uğraşıp tanınmaya çalışan çok sayıda grup olduğunu göz önünde bulundurduğunuzda, Debauchery’nin sektörde ünlü hale gelmiş topluluklara öykünmesini veya onları aynen kopyalamasını normal karşılayabilirsiniz. Ancak bir grubun taklit edilmesi durumu, her albümde karşınıza çıktığında işler biraz değişir. “Graveyard Classics IV: The Number of the Priest” yazısında, Barnes’ın cover olayını ekmek kapısı haline getirdiğine ve şarkıları resmen katlettiğine vurgu yapmıştım. Debauchery, belki de hard rock parçalarının cover’larını hâlihazırda SFU yaptığı için kendi hard rock parçalarını üretiyor bir süredir, tabii ki Chris Barnes çakması vokaliyle.
İşe daha naif bir biçimde bakarsak, adamlar hem death metal hem de death/hard rock ayarında müzik yaparak para kazanmak istiyor olabilir diyebiliriz. Grubun dünya çapındaki fanları bu gidişatları hakkında ne düşünüyor bilemem ancak death metal yapan bir grubun albümlerine keyfine göre hard rock yapısındaki şarkıları serpiştirmesi işine kendi adıma sıcak bakmıyorum. Grubun, SFU’nun bir üst paragrafta bahsettiğim cover albümünün bir iki ay sonrasında tamamen death/hard rock ayarında bir albüm yapmasını da yine çok iyi niyetli bulmuyorum.
Diğer taraftan AC/DC çakması Blood God grubunun da şu an için her şeyinden sorumlu olan Thomas “The Bloodbeast” “Blutgott” Gurrath hangi nedenden yola çıkarak yine kendine ait olan grupla bir split yapar diye de merak ediyorum.İşin kötüsü, ortada tam olarak bir emek yok, zira şarkıların altyapıları ve kalıpları tamamen aynı.
Farklı iki şeyden biri vokaller: Debauchery’de Chris Barnes, Blood God’da ise Brian Johnson taklidi yapıyor beyefendi. Ayrıca, arada bir her iki vokali farklı seviyelerde karıştırmışlar, değişiklik niyetine.Farklı iki şeyden ikincisi ise parça listesinin Blood God tarafında farklı oluşu; şarkıları aynı sırayla koymaya utandıklarını zannediyorum.
Birbirine benzeyen yapıda 14 vasat şarkıdan oluşan ve grubun fanatiklerinin ‘belki’ sevebileceği, grubu tanımak isteyenlerin ise kesinlikle ama kesinlikle uzak durması gereken bir albüm “Thunderbeast”. Yapımı dinleyen ya da merak eden herkese “Gerçek Debauchery bu değil!” demek isterim. Eğer grubu dinlemeye başlayacaksanız eski tarihli albümlere doğru alalım sizleri.
Oh be. Puanı çok düşük bir albüm kritiği görmek nasip oldu sonunda. İnsan bazen çok kötü müzik de dinlemek istiyor haha. Eline sağlık, çok beğendim kritiği :)
09.01.2017
@deadhouse, Çok teşekkür ederim. Aslında düşük puan verebileceğim nice albüme denk geliyorum ama yazıp yazmama konusunda ikilemde kalıyorum. Olmazsa bundan sonra onları da ele almaya başlarım. :)
gruba şöyle bir göz attım da; müziklerinin (özellikle bu albümün) kafamda canlandırdığı şey inatla çekilmeye devam eden vasat amerikan shark filmleri oldu ne alakaysa hahahah.
adını hatırlamıyorum bundan bir önce ki albümlerinde hoşuma giden birçok kısım oldu açıkçası, ama bu albüm harbiden bir başarısızlık örneği. rifflerin, sözlerin vs. basitliğinden yana problemim yok. zekice düzenlenmiş olsalar veya en azından şuana kadar en az bin şarkıda kullanıldıklarını böylesine bir sıkıcılıkla hissettirmiyor olsalar bu durum albümü vasat etiketinden bile kurtarabilirdi belki de. işin daha da kötüsü bu albüm bilinçli olarak böyle bir yol izlenmiş veya ustalara saygı kafasında yapılmış gibi de durmuyor. bu albüm bey amcamızın lise yıllarında old school rock/metal albümlerini dinleyip gaza gelerek yazdığı şarkıların derlemesiymiş gibi duruyor. albümün tek artısı hayatımda dinlediğim en kötü albüm olmaması galiba (neler duydu bu kulak).