Özgür Durakoğullar
Hayran kaldığım, beni kendi evreninde saatlerce, günlerce konuk eden bir kitaptan ve yine hayran kaldığım ama formatı, izleyicisine ve dinleyicisine yaşatabileceği deneyimin süresi gereği en fazla birkaç saat insanı gerçeklerden uzaklaştırabilen albüm ve filmlerden beklentim genellikle farklıdır; ilkinde ağırlıklı olarak şaşırmak, çok şaşırmak, “yok artık” deyip kitabı kapatıp yaşadığım heyecanın tuhaf duygusunu sindirmek, sonra normale dönünce kitabı heyecanla okumaya devam etmek gibi evreleri yeğlerken; albüm ve filmlerde çok fazla şaşırmaktansa “İşte tam benlik bir film / albüm yav.” dedirtecek yapıtlarla zamanımı değerlendirmeyi tercih ediyorum. Bu şaşmaz bir ilke, prensip seviyesinde bir şey değil tabii ki, lakin genel olarak belli bir yaştan sonra bu eksendeki “temporary suspension of disbelief” zamanlarımda yukarıda söylediğim gibi takılan bir insanım.
Teknoloji kavramı ve spesifik olarak modern teknolojiyle ilgili düşüncelerim geçmişte bir hayli gelgitliydi. Şimdilerde daha kabulleniciyim diyebilirim. Anladığımız bağlamdaki teknoloji kullanımı olmadan da iyi-kötü hayatta kalabileceğimizi, hayattan haz alabileceğimizi düşünüyorum, ama teknolojiyi yok etsek gökten zembille “mutlu insanlık” atmosferinin inip, dünyanın adeta bir cennete dönüşeceğini de sanmıyorum. Görünene göre, post modernizm şeklinde de olsa, modernizm bir şekilde radikal başka akımlara evrilmez, veya akımlarca devrilmezse teknoloji lineer bir şekilde gelişmeye devam edecek, ve ömrümüz yettiğince neler olacağını biz var görmek. (Eyvah fazla geçmişe gittik bi anda!)
Saf haliyle heavy metal tarzının (Tarzan’ın diyeyim de bitsin bu şehir hayatı!) dünyaya damga vurduğu 80’li yıllarda, teknoloji de müthiş bir ivmeyle gelişiyordu. Bu günlerden baktığımızda fazla komik, teknik olarak primitif, rezil şeyler görüyorduk belki, lakin dijital inovasyonlar inanılmaz farklı ve hava olarak fütüristikti. İster istemez, heavy metalde de o primitif ama fütüristik ruh, akabindeki daha ağır, kasvetli havadaki metal akımlarına göre daha bir pozitifti; sözlerde nelerden bahsediliyorsa edilsin, icra edilen parçalar, çıkarılan albümler adeta insanın ruhunu yükseltiyor, modunu pozitifleştiriyor, keyfini yerine getiriyordu.
Kişisel zevklerimden soyutlayarak bakmaya çalışırsam, her çağda, zaman diliminde çok iyi sanat yapıtları çıktığını düşünüyorum, ama bunların kimisi devasa akımlara dönüşüyor, kimisi ise tekil olarak çok iyi albümler çıkarılan zamanlarda kendine yer bulma kaderini yaşıyor.
Şu hayatta en sevdiğim şeylerden biri, bir albümün dinlerken seveceğim, ısınabileceğim bir ruhu olduğunu anında ve gözlerim parlayarak fark ettiğim andaki memnuniyetten sonra gelen;o albümü analitik bir algıyla dinlerken de ne kadar ustaca dokunuşlar, işi bilenler tarafından yapıldığını belli eden, albümün ruhunu mahvetmeden yapılan manevralar olduğunu hayranlıkla anladığım anlarda yaşadığım histir. Öncelik olarak bir albümün ruhunun bana bir şeyler hissettirmesi, çok ustaca yapılmasından katlarca daha önemli olsa da, bu bahsettiklerimin birlikteliği sanırım en ideali.
ARIDA VORTEX’in çok yakın zamandan çıkan “Wild Beast Show” albümünde de tam bu bahsettiğim olayla karşılaştım diyebilirim. Girişindeki folklorik tını başladığında “fena değilmiş” demiştim, sonra intro’nun fazla tekrarlı yapısında “lan yoksa fena mı” derken, parçalar başlar başlamaz güzel bir dinleme tecrübesi yaşamaya başladım, ve şu anda en az 15. dinlemedeyim ve albümden zerre sıkılmadım, sıkılmam da mümkün değil. Hem slogan gibi heavy metal marşı gibi kısımlara eşlik ediyorum, hem de analitik dinlemelerde ne kadar usta işi bir albüm olduğunu görüyorum.
Hard & heavy’den, prog-power’a giden, ağırlıklı olarak da heavy / power tarzında olan albüm, grubun diskografisinin zamansal olarak geride kalan parçalarından çok da farklı değil. Henüz ilk albümlerinde bile iyi müzisyenlik, sağlam vokaller falan var, ama ses prodüksiyonu olarak git gide gelişmişler, ve tanıtılan “Wild Beast Show”da çok ideal bir heavy/power sound’uyla karşılaşıyoruz. Şahsen bu gibi teknik olarak gelişkin, ustaca bestelenip çalınmış / söylenmiş ve dinamik albümlerde temiz, uyumlu ve rafine ses prodüksiyonlarını çok daha fazla tercih ediyorum. Zira, çiğ prodüksiyon konusu, dinamikten ziyade atmosferik, veya serseri ruhu olan işlerden başkasına pek o kadar yakışmıyor diye düşünüyorum.
Normal karşılanacağı üzere, grup Rus olduğundan hele heavy / power tarzındaki bir Rus grubu olduğundan pek pek orada burada konuşulmuyor. Konuşulması da o kadar şart değil bence, zaten inanılmaz -ama herkesin ağzına sakız olan bir “inanılmazlık”tan ziyade, ciddi anlamda inanılmaz, kendi başına ekol olabilecek, müzik dünyasına aşmış bir orijinallik getirebilecek bir inanılmazlıktan bahsediyorum- bir iş çıkarsa, onun öyle ya da böyle ses getireceği yönünde bir değerlendirmem olduğundan, çok da mühim bir mesele olarak görmüyorum bunu. Bir de ARIDA VORTEX’in kullandığı melodiler genel olarak tekin ve daha önce keşfedilmiş koridorlarda geziyor; yani müzik dünyasına orijinal bir imza atabilecekleri, karanlık dehlizlerde yaşayan henüz insanlığın tanışmadığı bir yaratığı gün yüzüne çıkarabilecekleri elementler falan yok grubun şimdiye kadarki albümlerinde.
Heavy metal seviyorsanız, ve yeni gruplara / modern sound’lara şans verenlerden biriyseniz, bu harika müzisyenlik içeren, tarza çok uygun bir vokali bulunan (sesinden, telaffuzuna kadar çok iyi bir vokalist bence Andrey Lobashev) soğuk ülke grubunun ağır metaline tutunarak hayatın girdabında 40 küsur dakikalığına da olsa bir soluklanın.