“Devletin geçerliliği kurallarını ne ölçüde dayatabildiğiyle ilgilidir, bu da kaçınılmaz olarak güç kullanma becerisine dayanır.”
Yeni bir röportajdan daha merhaba. Bu seferki konuğumuz; 17 yıldır yok oluşun notalarını kulaklarımıza dolduran ve yakında çıkacak yeni albümü “The Whole of the Law” ile dünyayı ele geçirmeye hazırlanan muazzam İngiliz grup ANAAL NATHRAKH.
İki kişiden oluşan grubun karakterinde çok önemli bir yer tutan ve farklı vokal becerileriyle ANAAL NATHRAKH’ın metal dünyasında ayrı yerde duran gruplardan biri olmasını sağlayan vokalisti Dave Hunt ile yeni albümü, ilham kaynaklarını ve ANAAL NATHRAKH’a dair merak ettiklerimizi konuştuk.
Müziklerinden zaten yeterince belli ama, ANAAL NATHRAKH gerçekten zeki iki elemandan oluşuyor ve Hunt’ın cevaplarındaki derinlikten de bu durumu rahatça görebileceğinizi düşünüyoruz. Özellikle vokalist okurlarımızın Hunt’ın “Extravaganza!” sorusuna verdiği cevabı okumalarını tavsiye ederiz.
İyi okumalar diliyor, ekstrem müziklerden hoşlanıyorsanız ve henüz dinlemediyseniz, sizi ANAAL NATHRAKH’ın her şeyi yok eden sonsuz bir girdap kıvamındaki müziğine davet ediyoruz.
Selam Dave, umarım iyisindir. Birkaç gün önce yakında çıkacak yeni albümünüz “The Whole of the Law”u inceledim ve yeni bir başyapıta daha imza attığınız için sizi kutlamak istiyorum. Net şekilde 2016′nın en iyi albümlerinden biri ve yıl sonunda da pek çok kişinin yıl sonu listesinde kendine üst sıralarda yer bulacağından eminim. Yeni albümle bir önceki “Desideratum”u nasıl karşılaştırırsın? Albümü yazmadan önceki düşünceniz nasıldı ve yeni albümün “Desideratum”a nazaran daha agresif ve tavizsiz oluşu hakkında neler söylersin?
Sağ ol, beğendiğine sevindim. Açıkçası albümlerimizi birbirleriyle karşılaştırmayı tercih etmiyoruz. Bu genelde metal dünyasındaki gazetecilerin ve bazı hayranların yaptığı bir şey. O sırada bize doğru gelen her neyse onu yapıyoruz. Geçmişte yaptığımız şeyleri göz önünde bulundurarak yeni şeyler yarattığımızı söyleyemem. Bu şekilde düşününce, evrim kendiliğinden olan doğal bir sürece dönüşüyor ve böylece o sırada aslında olmadığımız bir şeye dönüşmeye çalışmak gibi bir derdimiz de olmuyor. Ancak elbette ki her albümde yeni ve farklı bir düşünce yapısına sahip oluyoruz, çünkü sonuçta kimse yeni bir şey yarattığı sırada iki yıl önce hissettiği şekilde hissetmiyor. Herkes gibi biz de insan olarak evriliyoruz, yeni fikirler buluyoruz, yeni motivasyonlar, yeni dertler, yeni kaygılar ediniyoruz. Böylece her yeni albüm, her ne kadar biz bu şekilde olması için özel bir çaba sarf etmesek de, bizim için uğraşılması gereken yeni bir şey hâline geliyor.
“The Whole of the Law” ifadesi Thelema felsefesinden alınan bir söz. ANAAL NATHRAKH’ın karakteristik özellikleri düşünüldüğünde, konsepte dair neler söylemek istersin?
O ifadenin ötesinde Thelema ile ilgili bir bağlantı yok aslında. Hele dini açıdan hiç yok. O ifadenin verdiği hissi ve barındırdığı fikri taşıyış şeklini sevdim. Bizim durumumuzda, düşündüğümüz şey normatif mutlakiyetçilik diye ifade edebileceğimiz anlayıştı. Buna göre, eylemleri yönlendiren ve göreceli olmayan mutlak bir kural olması mümkündür. Aslında bu benim arkasında rahatça durabileceğim bir şey sayılmaz. “We Will Fucking Kill You” adlı şarkıda bahsedilen bir düşünceyle de bağlantısı var ve bana kalırsa dünyada olan pek çok şeyin gerçekleşmesinin arkasındaki güdüleyici sebep de bu. Asıl amacın çatışmayı çözmek olmadığı, bunun yerine karşıdaki rakibi cezalandırıcı bir şekilde yok etmeyi öne süren, çatışma kavramına histerik ve kavgacı bir biçimde bakan bir anlayış. Gücün en üst seviyelerinde, nükleer silahların dünyasında işleyen karşılıklı garantili imha doktrini ve “onları bombalayıp taş devrine geri gönderelim” gibi ifadelerin kullanıldığı karikatürize edilmiş savaş psikolojisi gibi şeyleri içermektedir. Bu durum devlet otoritesinin temelini oluşturur; devletin geçerliliği kurallarını ne ölçüde dayatabildiğiyle ilgilidir, bu da kaçınılmaz olarak güç kullanma becerisine dayanır. İşlerin bu şekilde yürümesinin doğru olduğunu veya bunun haricinde başka bir yöntem olmadığını söylemiyorum. Demek istediğim, dünyada gerçekleşen pek çok şeyin altında bu tür tatsız bir düşünce yapısının yattığı. Söylediklerim karışık geldiyse kusura bakmayın, ancak albümün adını bulduğumda kafamdan geçenler bunlardı. Bir yandan bakınca bu Crowley’nin orijinal düşüncesinin tam tersini ifade ediyor. Bu tür fikirler ve bunların daha geniş bir perspektifte dünyada oynadığı roller, albümdeki pek çok şeye yedirilerek kullanıldı. Elbette ki bu bir müzik albümü ve onu dinlerken ne olup bittiğini anlamak için bu konulara dikkat etmek gibi bir zorunluluğunuz asla yok, ama yine de derinlerde böyle şeyler bahsettiğimizi de söylemeden geçmeyeyim.
ANAAL NATHRAKH’ın alametifarikalarından biri, yarattığınız kaosa tezat durumdaki epik nakaratlar. Şarkıları yazarken bu kısımlar genelde en son mu oluşuyor, yoksa bazen dev bir nakarat melodisi bulup tüm şarkıyı bunun etrafına kurduğunuz da oluyor mu?
Şarkıdan şarkıya değişiyor ve her şey o sırada ne hissettiğimize ve gelen ilhama göre şekilleniyor. Bazen Mick’in bir bölümü o tarz bir vokal olmasını düşünerek yazdığını hissediyorum ve tüm yapıyı allak bullak etmek adına düşündüğü şeyden farklı bir şey yapıyorum. Bu Mick’in canını sıkmıyor tabii, tıpkı benim gibi o da denemeler yapmaya ve denenenlerin nasıl işe yarar hâle getirilebileceğini görmeye her zaman açık. Çalışma tarzımız bu şekilde, doğru gelen her şeyi deniyoruz. Spontane hareket etmek, bilinçli olarak yaptığımız bir şey ve müziğimiz adına önemli bir yaklaşım. Müziğe daha spontane yaklaştıkça, şarkı söylemenin daha doğal ve içgüdüsel olarak tatmin edici bir hisse kavuştuğuna inanıyoruz. Belki gerçekten de böyledir, belki de değildir, ancak her nasıl oluyorsa bizi memnun olduğumuz sonuçlara taşıyor ve nihayetinde önemli olan da bu.
“The Whole of the Law” kapağında William-Adolphe Bouguereau’nun “Dante and Virgil in Hell” tablosunu görüyoruz, tıpkı GORGOROTH’un “Ad Majorem Sathanas Gloriam”ında olduğu gibi. Kapağı seçmeden önce GORGOROTH kapağından haberdar mıydınız ve bu tabloyu kullanmanızın arkasındaki sebep nedir?
Hayır, GORGOROTH kapağından haberdar değildik. Aslına bakarsan, insanların nispeten yakın zamanda haberdar olduğu bir tabloyu kapağımız olarak seçtiğimiz için oldukça mutluyduk, çünkü daha önce kimsenin bu tabloyu kullanmadığını sanıyorduk haha! Yani evet, görünüşe göre onlar da aynı tabloyu kullanmışlar, ancak farklı albüm kapaklarının birbirilerinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaten iki albümün kapağının kullanım şekilleri de epey farklı. Bouguereau’nun bir tablosunu ilk kez bir müzede görmüştüm ve çok etkilenmiştim. Adı “Nymphs with Satyr”di, internette aratıp görebilirsiniz. Asıl etkisini anlamak için gerçeğini görmek daha iyi olacaktır tabii ama sanırım internette iyi çekilmiş fotoğrafları da var. Beni etkileyen şey konudan ziyade ışığın yansıtılması ve tuhaf fantastik gerçekçilikti. Bu albümün kapağında ne kullanalım diye düşünürken ”Dante and Virgil” tablosuna rastladık ve onu kişisel bir düzlemde kullanmak bize mantıklı geldi. Ayrıca albüm adındaki hakimiyet ve çatışma fikirleriyle de uyumlu olduğundan, mükemmel bir seçimdi. Mick resmi daha konuya odaklı bir hâle getirdi ve bu şekliyle resim daha da etkileyici oldu. Sanki insan arketipinin bir sembolü olan kadim bir heykel gibi. Aslında resimle çok da oynamadı, onu baştan yaratmaya falan çalışmadı, ama sonuçta çok etkileyici bir şey ortaya çıktı. Sonuçta GORGOROTH kapağıyla veya bu tabloyu kullanan başka gruplarla ilgili bir şey söyleyemem çünkü onlarla konuşmadım, ama bizim kullandığımız hâliyle Bouguereau’nun bu eserinin sadece bu albüme özel bir kimliği oluştuğunu ve albümümüzün içeriğiyle de son derece bağlantılı bir hâl aldığını düşünüyorum. Görsel olarak da hem dikkat çekici hem ayrıştırılabilir. Sonuç olarak bizce harika bir kapak oldu ve geri kalanı bizi pek de ilgilendirmiyor.
Pek çok kişi sizi endüstriyel black metal/grindcore olarak adlandırıyor. Endüstriyel tatlar kullandığınız ortada olsa da, siz kendinizi endüstriyel black metal olarak görüyor musunuz, yoksa ABORYM, DODHEIMSGARD gibi gerçek anlamda endüstriyel kimlikleri olan gruplardan ziyade birçok etkilenimin yanında endüstriyel unsurlar da kullanan ekstrem bir gruptan mı ibaretsiniz?
Biz kendimizi hiçbir şey olarak görmüyoruz. İlk sorudaki albümler arası karşılaştırma konusu gibi, bu da gazetecilerin yapabileceği bir şey. Türler konusu gerçekten hiçbir şekilde umurumuzda değil. Farklı sound’lar kullanma sebebimiz, onları kullanmayı sevmemiz ve müziğimize uyduğunu ve bir şeyler kattığını düşünmemiz. Bunlar da gitar, bas gibi şeylerin yanında kullandığımız diğer bir enstrümandan ibaretler. Yaratmayı amaçladığımız sound’un ortaya çıkmasına katkıda bulunacak her şey bizim tarafımızdan kullanılabilir. Bunun sonucunda herhangi bir türe dâhil oluyorsak, bu kısmı bizim için bir şey ifade etmiyor.
“Extravaganza!”daki King Diamond vokallerinden konuşalım. Bu tür vokaller kullanmayı şarkının yazım aşamasında planlamış mıydın yoksa kayıt sırasında mı aklına geldi? Bence şarkıya çok iyi uymuş ve tüm o kaosun arasında güzel bir sürprize dönüşmüş.
Kayıt sırasında. Vokal türleri konusundaki tüm kararlarımızı kayıt sırasında veririz, çünkü genelde kayda girmeden önce müziği duymam, dolayısıyla da vokallere dair önceden bir planlama yapmam mümkün olmaz. Bu bizim bilinçli olarak yaptığımız bir şey, bunun çok yararlı olduğunu düşünüyoruz, zira vokal yapmak her zaman için duyulan müziğe karşı içgüdüsel olarak ortaya çıkan bir şeydir ve biz bu yöntemle yapıldığında vokallerin müzikle daha içgüdüsel şekilde bütünleştiğini düşünüyoruz. Eğer bir şarkının nasıl söylenmesi gerektiğine dair kafanızda önceden belirlenmiş fikirlerle kayda girerseniz, değişiklikler yapma konusuna karşı daha dirençli olursunuz ve daha iyi olabilme ihtimali olan yeni bir fikri uygulamaya çekinip sabit bir fikre saplanırsınız. Vokal kaydına plansız girmek, sonuçların daha spontane olmasını ve şarkının verdiği hissin daha direkt şekilde yorumlanmasını sağlar. “Extravaganza!” özelinde, müziğin ürkütücü bir hissi olduğunu düşündüm, bu da kendi kendine beni bu King Diamond’vari vokalleri yapmaya itti. Bir çocuğun kabusları hissi de şarkı sözleriyle uyumlu olmasını sağladı. Ayrıca dediğin gibi sürpriz etkisi de var, çünkü gerçekten de şarkının o kısmında o tarz bir şey duymayı beklemiyorsun. Çıkan sonuçtan çok memnunuz, gayet güzel olduğunu düşünüyoruz.
Pek çok etkileniminiz olduğu ortada. Müziğinize, imajınıza, giydiğiniz grup tişörtlerine falan bakınca, eminim bize tavsiye edeceğin gizli kapaklı ama süper gruplar vardır. Son zamanlarda keşfedip beğendiğin gruplardan birkaç tane önerir misin?
Son yıllarda Mick’le ortak şekilde beğendiğimiz isimlerden biri, heavy dub tabanlı elektronik müzik yapan BROKEN NOTE. “Black Mirror” ve “Terminal Static” albümlerini çok sevdik ve şimdi yeni albümü bekliyoruz. Tommy Lee Sparta’nın modern dancehall şarkıları Psycho ve Di Creature’ı da çok fazla dinledik. Bunu da King Diamond’vari bir şey olarak görüyoruz. Ben son dönemde çok fazla klasik müzik dinliyorum. Aslında tür içindeki pek çok şeye dayanamıyorum, bana kendini beğenmiş ve banal geliyorlar. Ancak bana kalırsa ekstrem metalin karanlığı ve dramasıyla son derece ilintili olan çok fazla klasik müzik de var. Shostakovich’in ikinci çello konçertosuna bakın mesela; giriş kısmı benim diyen doom ve black metal grubundan daha karanlık ve sarsıcı. Zaten Shostakovich’e dair biyografik bilgilere bakınca da çok acayip ve korkunç şeylerle karşılaşıyorsunuz. Lyatoshynsky’nin üçüncü senfonisini de örnek verebilirim. Klasik müziği demokratikleştirme taraftarıyım; zengin ve kültürel anlamda elit kesim için olduğu düşünülüyor, ancak aslında böyle görülmemeli. Klasik müzik hepimize kalan bir miras ve kolayca bulunabiliyor, hatta genelde pop müzik ve benzeri şeylerden daha ucuza satılıyor. Bu yüzden de işçi sınıfına dayanan geçmişleri olan bizim gibi insanlar için, herkes gibi bizim de bu tür bir şeyin keyfini çıkarma hakkına sahip olduğumuzu talep etmek bizi iyi hissettiriyor.
Sorularımız bu kadardı Dave, zaman ayırdığın için teşekkürler. Umarım günün birinde sizi Türkiye’de görme şansına erişiriz.
Teşekkürler, umarım bir gün orada çalarız. Ziyaret etmesi ve çalması eminim harika olurdu. Desteğiniz için teşekkürler.
@psylocke, onu da gün içinde yayınlayacağız, muhtemelen 3-4 saat sonra röportaja tekrar bakarsan en baştaki açıklama kısmında English version diye link koyacağız.
Yeni ve röportajdan bağımsız bir tartışma başlatmak istemiyorum ama türler-arası veya türler-üstü eserler üreten sanatçıları en çok sıkan soruların, yaptıkları sanatın türleriyle ilgili sorular olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde sanat yapabilen insanlar için türlerin arasındaki fark zaten ortadan kalkmış ve bu kategoriler onları ilgilendirmeyen bir hal almış oluyor. Zaten bu yüzden bu kadar “rahat” şekilde üretim yapabiliyorlar.
İşe gazetecilik açısından bakarsak bu tip kategoriler birşeyleri başkalarına tarif etmek için mutlaka gerekli ama sanatçıların sanatlarını bu kategorilere sokmak istememesi bir kompleksten ziyade, komplekssizlik olarak görülmeliyken bunun tam tersinin Pasifagresif gibi bir metal sitesinde düşünülmesi beni şaşırttı.
Dave’in klasik müzik için söylediklerini, bize miras kalan fakat belli zümrelerin üzerine yapışıp kalmış tüm müzik/sanat türleri için genişletebiliriz. Örneğin, Avrupalı metal gruplarının kendi halk müziklerine olan ilgilerine hayranlık duyarken bizim de kendi halk müziklerimizle ilgilenmemiz hem bir başka mirasın yaşamasını sağlamış olur; hem de sanata, ülkeye, dünyaya, evrene bakış açımızı genişletmiş olur. Türler-arası veya türler-üstü eserlerin üretilmesinin arkasındaki motivasyonlardan birisinin de bu “rahat” bakış açısı olduğunu düşünüyorum.
@hysteresis, Tartışma olsun diye yazmıyorum ama,daha önce bu grubun albümlerini dinlemiş kişiler bu albümde bambaşka bir şey duyacak?Tarz anlamında söylüyorum.Sonuçta karakteristik bir müzikleri var. Ve bunu belli bir çizgide gayet başarılı bir şekilde devam ettiriyorlar.Yaptıkları müzikte röportajda belirtilen türlerle baya iç içe.Bence bu kadar kasmanın gereği yok.Saygılar.
@hysteresis, Şimdi olay şu: Kimse müzisyenlere ”ya kardeşim sen bu türü yapıyorsun işte itiraf et” desinler çabasında değil. Ama çoğu grup röportajında görülüyor ki müzisyenler ille de ”hayır hayır bizi hiçbir türe dahil etmeyin” diye veryansın ediyor. Bunun bir anlamının olduğunu düşünmüyorum. İster bir türe bağlı olsunlar veya senin dediğin gibi ister türler üstü müzik yapsınlar, bu onları bağlar. Ama ikide bir ”bize tür sormayın, bize tür söylemeyin, biz hiçbir türe bağlı değiliz” tarzında açıklamalar bana pek samimi gelmiyor, gereksiz ve kasıntı geliyor. Sonuçta müzikte tür diye bir şey var. Pop müzik ile Metal müzik yapan birini de ayırmayalım noktasına gelir bu tartışmalar en sonunda. Ayrıca türler üstü müzik için deneysel, avant-gart vs. adlandırmalar da mevcut. Ben Anaal Nathrakh için türler üstü müzik yapıyorlar işte ya dinlesen güzel olur diyemem insanlara tahmin edersen. Safi gazetecilik terimi olarak nitelendirmek bunu doğru olmaz diye düşünüyorum.
@hysteresis, hepsine katılıyorum. Ben Dave’e soruyu sorarken aslında black metalle ilgili ilginç bir şeyler söyler mi acaba diye düşündüğüm için sordum. Röportajı e-mail’le yapmak istedikleri için böyle durumlar olabiliyor. Telefonla yapsak araya girer onu istediğim tarafa yönlendirirdim ama böyle olunca ben “abi sizin türünüz ne?” deyip susmuşum gibi oldu mecburen.
Çok net şekilde bir tarzı yapan gruplar dışında, günümüzde türlerin birbiriyle iç içe girdiği bir ortamda zaten herhangi bir gruptan alacağınız “siz ne tür yaptığınızı düşünüyorsunuz?” sorusunun da gazetecilik yahut müzikseverlik açısından hiçbir değeri yok. Dediğim gibi, black metale dair ilginç bir şeyler çıkar mı diye yazdım o soruyu.
Son paragrafta dediğin
“Avrupalı metal gruplarının kendi halk müziklerine olan ilgilerine hayranlık duyarken bizim de kendi halk müziklerimizle ilgilenmemiz hem bir başka mirasın yaşamasını sağlamış olur; hem de sanata, ülkeye, dünyaya, evrene bakış açımızı genişletmiş olur.”
kısmı ise bence Türkiye’ye dair her ama her konu için geçerli, pek çok sorunun sebebi devasalar devasası bir konu, ama burada ucundan bile bahsetmeye çalışsam 10 sayfa yazı yazmam lazım.
Seninle tanışıklığımız olduğundan neden bahsettiğini çok iyi biliyorum, ama o konu sanki bizim gibi ülkeler için pek geri döndürülemez şekilde kaybedilmiş gibi gözüküyor, zira sahip çıkma konusunu asla sahiplenmeyecek baya bir nesil geçti ve bunun sorumlusunun da -en azından artık- bu nesiller değil, bu nesillerin böyle hissetmesine yol açan düşünce yapılarının programlı şekilde uygulanması olduğuna inanıyorum. Bir gün görüştüğümüzde özellikle senle bu konuyu konuşmayı çok isterim.
@Ahmet Saraçoğlu, ben de “gazetecilik” terimini, senin o soruyu sorma motivasyonunun anlattığın şekilde olduğunu tahmin ettiğim için kullanmıştım; doğru düşünmüşüm :)
Senin cevabını okurken daha sonuna gelmeden “İstanbul’a gittiğimde Ahmet’le bu mevzuyu konuşalım” diye geçirdim içimden, sen de aynı şeyi demişsin. Son paragrafta dediklerine katılıyorum ama bahsettiğim sahiplenmeyi de boşlamak en azından benim içimi rahat ettirmiyor, o yüzden hiçbir şeye faydası olmayacak olsa bile kendim için elimden geldiğince yapıyorum bunu.
Gerçekten de bahsettiğimiz şey toplumun her sorunuyla doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı ve çok sıkıntılı bir konu. İstanbul’a geldiğimde denk gelirsek mutlaka görüşüp konuşalım. Selamlar :)
İngilizce versiyonu da eklendi. İyi bir İngilizce okumak isteyenlere tavsiye ederim. Daha standart cümleler kuran ABD’li gruplardan sonra, İngilizlerle röportaj yapmak pek güzel oluyor.
Röportaj süper. Çok enteresan ve doyurucu cevaplar vermiş gerçekten. Arşivlik röportaj.
roportajın ingilizce olarak da linki varsa cok makbule gecer, şimdiden teşekkürler.
10.10.2016
@psylocke, onu da gün içinde yayınlayacağız, muhtemelen 3-4 saat sonra röportaja tekrar bakarsan en baştaki açıklama kısmında English version diye link koyacağız.
18.10.2016
@psylocke, biraz gecikmeli de olsa ekledim. Röportajın girişindeki link’ten veya aşağıdan görebilirsin.
http://www.pasifagresif.com/2016/10/anaal-nathrakh-english/
Ahmet sormuş,İlber ortaylı cevaplamış gibi:)Cok sevdiğim bir grup ama ego biraz tavan yapmış sanki.Gene de güzel röportaj olmuş.Teşekkürler
Albümlerimizi karşılaştırmayın, hiçbir tür umrumuzda değil vol. 764098308638384603
Ciddden gruplardaki bu tür kompleksini anlayabilmiş değilim.
Röportaj güzel. Teşekkürler.
klasik müzikle alakalı referansları şahane olmuş gerçekten. türün geneline ilişkin mağrurluk yorumu da ayrı bir güzel :)
bu grubu çok beğenirdim, bu ropörtajdan sonra daha fazla saygı duyar oldum.
Yeni ve röportajdan bağımsız bir tartışma başlatmak istemiyorum ama türler-arası veya türler-üstü eserler üreten sanatçıları en çok sıkan soruların, yaptıkları sanatın türleriyle ilgili sorular olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde sanat yapabilen insanlar için türlerin arasındaki fark zaten ortadan kalkmış ve bu kategoriler onları ilgilendirmeyen bir hal almış oluyor. Zaten bu yüzden bu kadar “rahat” şekilde üretim yapabiliyorlar.
İşe gazetecilik açısından bakarsak bu tip kategoriler birşeyleri başkalarına tarif etmek için mutlaka gerekli ama sanatçıların sanatlarını bu kategorilere sokmak istememesi bir kompleksten ziyade, komplekssizlik olarak görülmeliyken bunun tam tersinin Pasifagresif gibi bir metal sitesinde düşünülmesi beni şaşırttı.
Dave’in klasik müzik için söylediklerini, bize miras kalan fakat belli zümrelerin üzerine yapışıp kalmış tüm müzik/sanat türleri için genişletebiliriz. Örneğin, Avrupalı metal gruplarının kendi halk müziklerine olan ilgilerine hayranlık duyarken bizim de kendi halk müziklerimizle ilgilenmemiz hem bir başka mirasın yaşamasını sağlamış olur; hem de sanata, ülkeye, dünyaya, evrene bakış açımızı genişletmiş olur. Türler-arası veya türler-üstü eserlerin üretilmesinin arkasındaki motivasyonlardan birisinin de bu “rahat” bakış açısı olduğunu düşünüyorum.
10.10.2016
@hysteresis, Tartışma olsun diye yazmıyorum ama,daha önce bu grubun albümlerini dinlemiş kişiler bu albümde bambaşka bir şey duyacak?Tarz anlamında söylüyorum.Sonuçta karakteristik bir müzikleri var. Ve bunu belli bir çizgide gayet başarılı bir şekilde devam ettiriyorlar.Yaptıkları müzikte röportajda belirtilen türlerle baya iç içe.Bence bu kadar kasmanın gereği yok.Saygılar.
10.10.2016
@hysteresis, Şimdi olay şu: Kimse müzisyenlere ”ya kardeşim sen bu türü yapıyorsun işte itiraf et” desinler çabasında değil. Ama çoğu grup röportajında görülüyor ki müzisyenler ille de ”hayır hayır bizi hiçbir türe dahil etmeyin” diye veryansın ediyor. Bunun bir anlamının olduğunu düşünmüyorum. İster bir türe bağlı olsunlar veya senin dediğin gibi ister türler üstü müzik yapsınlar, bu onları bağlar. Ama ikide bir ”bize tür sormayın, bize tür söylemeyin, biz hiçbir türe bağlı değiliz” tarzında açıklamalar bana pek samimi gelmiyor, gereksiz ve kasıntı geliyor. Sonuçta müzikte tür diye bir şey var. Pop müzik ile Metal müzik yapan birini de ayırmayalım noktasına gelir bu tartışmalar en sonunda. Ayrıca türler üstü müzik için deneysel, avant-gart vs. adlandırmalar da mevcut. Ben Anaal Nathrakh için türler üstü müzik yapıyorlar işte ya dinlesen güzel olur diyemem insanlara tahmin edersen. Safi gazetecilik terimi olarak nitelendirmek bunu doğru olmaz diye düşünüyorum.
10.10.2016
@hysteresis, hepsine katılıyorum. Ben Dave’e soruyu sorarken aslında black metalle ilgili ilginç bir şeyler söyler mi acaba diye düşündüğüm için sordum. Röportajı e-mail’le yapmak istedikleri için böyle durumlar olabiliyor. Telefonla yapsak araya girer onu istediğim tarafa yönlendirirdim ama böyle olunca ben “abi sizin türünüz ne?” deyip susmuşum gibi oldu mecburen.
Çok net şekilde bir tarzı yapan gruplar dışında, günümüzde türlerin birbiriyle iç içe girdiği bir ortamda zaten herhangi bir gruptan alacağınız “siz ne tür yaptığınızı düşünüyorsunuz?” sorusunun da gazetecilik yahut müzikseverlik açısından hiçbir değeri yok. Dediğim gibi, black metale dair ilginç bir şeyler çıkar mı diye yazdım o soruyu.
Son paragrafta dediğin
“Avrupalı metal gruplarının kendi halk müziklerine olan ilgilerine hayranlık duyarken bizim de kendi halk müziklerimizle ilgilenmemiz hem bir başka mirasın yaşamasını sağlamış olur; hem de sanata, ülkeye, dünyaya, evrene bakış açımızı genişletmiş olur.”
kısmı ise bence Türkiye’ye dair her ama her konu için geçerli, pek çok sorunun sebebi devasalar devasası bir konu, ama burada ucundan bile bahsetmeye çalışsam 10 sayfa yazı yazmam lazım.
Seninle tanışıklığımız olduğundan neden bahsettiğini çok iyi biliyorum, ama o konu sanki bizim gibi ülkeler için pek geri döndürülemez şekilde kaybedilmiş gibi gözüküyor, zira sahip çıkma konusunu asla sahiplenmeyecek baya bir nesil geçti ve bunun sorumlusunun da -en azından artık- bu nesiller değil, bu nesillerin böyle hissetmesine yol açan düşünce yapılarının programlı şekilde uygulanması olduğuna inanıyorum. Bir gün görüştüğümüzde özellikle senle bu konuyu konuşmayı çok isterim.
11.10.2016
@Ahmet Saraçoğlu, ben de “gazetecilik” terimini, senin o soruyu sorma motivasyonunun anlattığın şekilde olduğunu tahmin ettiğim için kullanmıştım; doğru düşünmüşüm :)
Senin cevabını okurken daha sonuna gelmeden “İstanbul’a gittiğimde Ahmet’le bu mevzuyu konuşalım” diye geçirdim içimden, sen de aynı şeyi demişsin. Son paragrafta dediklerine katılıyorum ama bahsettiğim sahiplenmeyi de boşlamak en azından benim içimi rahat ettirmiyor, o yüzden hiçbir şeye faydası olmayacak olsa bile kendim için elimden geldiğince yapıyorum bunu.
Gerçekten de bahsettiğimiz şey toplumun her sorunuyla doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı ve çok sıkıntılı bir konu. İstanbul’a geldiğimde denk gelirsek mutlaka görüşüp konuşalım. Selamlar :)
11.10.2016
@hysteresis, tamamdır mutlaka haber ver geldiğinde. Biz de oraya gelirsek haber veririz.
İngilizce versiyonu da eklendi. İyi bir İngilizce okumak isteyenlere tavsiye ederim. Daha standart cümleler kuran ABD’li gruplardan sonra, İngilizlerle röportaj yapmak pek güzel oluyor.
http://www.pasifagresif.com/2016/10/anaal-nathrakh-english/