Oğuz Sel
Grupların vokal, şarkı yazma şekli, enstrüman hakimiyeti ve atmosfer oluşturmadaki başarıları gibi karakteristik özelliklerini ortadan kalktığında, ilgili grupların diğer topluluklar arasında kaybolması kaçınılmaz oluyor. 1980’lerde imza attıkları “Melissa” ve “Don’t Break the Oath” gibi haşmetli albümlerle dönemin onlarca “baba” heavy metal grubu arasından kolayca sıyrılan Mercyful Fate’in az önce bahsettiğim karakteristik özellikleri King’in kulak yırtan deli manyak vokallerinin yanında Denner – Shermann ikilisinin yazdıkları rifler ve fantastik sololarıydı hiç şüphesiz.
King Diamond’ın kendi kariyerine odaklanmasıyla ve bunda beklenenden çok daha başarılı olmasıyla biraz sekteye uğrayan ama hem King’in hem de grubun diğer üyelerinin birer mücevher olduğunu gösteren Mercyful Fate’in efsane gitaristlerinden oluşan Denner / Shermann, King Diamond ve tabii ki Mercyful Fate (MF diyelim artık) hayranlarının merakla takip ettiği gruplardan biri oldu. Bunda, Michael Denner ve Hank Shermann’ın yanlarına eski King Diamond (KD diyelim artık) üyesi Hal Patino’yu da alarak oluşturdukları eski grupları Force of Evil’ı rafa kaldırıp doğrudan bu işe odaklanmalarının da etkisi büyük. 2015 yılında “Satan’s Tomb” adındaki EP ile fena olmayan bir giriş yapan Denner / Shermann, taptaze albümleriyle karşımızda.
Konsept olarak ilk dönem MF ayarında satanik, okült işlerin takipçisi olacağını EP’lerinden açık eden grup, birçok noktada geleneksel çizgilerden biraz sıyrılıp modern çizgilerle hazırlanmış bir albüm ortaya koyuyor. Ancak modernitenin dozunu sound bağlamında biraz fazla kaçırdığını, yoğun filtrelerle cılızlaştırılan davul tonları aracılığıyla gösteren Denner / Shermann; neyse ki aynı hataya gitar ve baslarda düşmüyor ve tane tane duyulabilen gitar – bas tonlarıyla gönül almayı biliyor. Şarkı yazımı konusunda biraz tıkanmış gibi görünen grup, “Melodiyi vokale yükleyelim, gitarlarla da arada bir iki şekil yaparız…” havasında ilerliyor.
Fakat ne var ki birkaç parça dışında aslında çok da vurucu olmayan melodiler albümün genelini oluşturuyor. Bir de çok kızdığım bir nokta var, yazmadan geçmek olmaz. Angel’s Blood ve Pentagram and the Cross gibi parçaların son kısımlarında “Parça acayip bir hal alacak” diye beklerken, şarkılar ya çat diye ya da fade out ile bitiyor. Anlamsızlıkta zirve benim için… Bunların yanı sıra geçmişe öykünen girişlerle eski MF albümlerine bir anlamda gönderme yapılan şarkılar, belki iyi niyetli olarak değerlendirilebilir ama grubu olumlu yönde etkilemediği de aşikâr.
Bu ikilinin bulunduğu bir grupta şarkılar kadar vokaller de büyük önem taşıyor. EP’den bu yana vokal koltuğunda oturan Sean Peck’in yetenekli bir müzisyen olduğu açık. Yüksek ses aralıklarına rahatlıkla çıkabiliyor ve sesinde çatlama patlama olmadan kendine yazılan bölümleri icra edebiliyor. Hatta ses rengi dolayısıyla çok da güzel Ozzy Osbourne taklidi yapabiliyor, The Wolf Feeds at Night parçasında bunun örneği rahatlıkla işitilebiliyor. Buraya kadar her şey güzel ama arkadaşın şarkıları son derece yorucu hâle getirdiğini belirtmemde fayda var. Dinlediğim birbirinden ucube grup, vokal ve gitar tonu ve hatta KD’nin ciyak ciyak sesi beni rahatsız etmezken, Peck’in vokallerini yorucu ve parçalar içerisinde ele alındığında çarpmada “1” toplamada “0” etkisinde bulduğumu ifade etmeliyim.
“Masters of Evil” için çok büyük beklentilerim vardı, hatta ilk yayınlanan parçadan sonra beklentim resmen tavan yapmıştı, ancak 2016’nın en afili hayal kırıklıklarından birini yaşattı albüm. Denner / Shermann ise MF parçalarını iyi derecede bilenlerin sürekli “Aha şu şarkının şurası bu şarkıya benziyor…” yorumlarını yapmasına ortam hazırlıyor ve albümdeki şarkıların yanı sıra albüm kapağında kullanılan görselden renk tonlarına kadar bilerek ve belki de isteyerek MF gölgesinde kalacak bir grup haline geliyor.
Elle tutulur ve ileride dinlenebilecek birkaç şarkı dışında pek de bir hoşluk sunmayan albümü, Sean Peck’in Halford’vari bağırmalarıyla anımsayacak olmam ise ayrıca üzüntü verici.
EFSANE BU YA