Oğuz Sel
İnsan, moral denen kavramla ayakta kalmayı başaran bir canlı. Kişinin hayata dair neşesi ve umutları, adeta bir halı gibi ayaklarının altından çekilip alındığındaysa kişi, zihinsel olarak tepe takla olur da, ayağa kaldıran bulunamazsa yerinden bir milim bile kımıldayamayabilir. Beklemediğiniz anlarda, beklemediğiniz insanlardan kaynaklı, beklemediğiniz davranışlara muhatap olduğunuzda ya da umutla beklediğiniz haberleri alamayıp bir daha da asla o haberleri alamayacağınızı öğrendiğinizde, işte o “halı” ayaklarınızın altından kolayca çekiliverir.
Yanınızda dertleşebileceğiniz ve derdinize derman olabilecek birileri bulunmadığındaysa yapacağınız şey açıktır; size her zaman kucak açan ve açacak olan müziklere sarılmak… Yalnızlığı bir mecburiyet değil de hayatın öğrettiği bir gerçeklik olarak algılayıp sindirdikten sonraysa, duygusal gelgitleri ve yaşanan olumsuzlukları melodilerle aşmak ve hayatı zenginleştirmek gayet mümkün. Konumuz, bunu mümkün kılan grupların başında yer alan Empyrium ve grubun ilk albümü A Wintersunset…
Şimdiye dek dinlediğim yüzlerce albüm arasında benzerine asla rastlayamadığım albümlerden biri olan A Wintersunset…, karmaşıklığı bir kenara bırakarak vermek istediğini yalın notalarla ve basit akorlarla, belki de bestecilerinin umduklarından çok daha güçlü biçimde veren bir yapım. A Wintersunset…, pek çok müzikseverin ilk başta alışamayacağı, az bir kısmınınsa daha ilk dinlemede bayılacağı nitelikte ve yoğunlukta klavye kullanımıyla ön plana çıkan bir albüm.
Kimi zaman vokal arkasında pad’lerle atmosfer yaratan klavye, çoğunlukla şarkıların gidişatını analog string’lerle belirleyen öncü ve baskın yegane enstrüman. Albümün genelinin klavye için / klavye ile yazılmış olduğunu düşünsem de şarkıların bazı bölümlerinde gitar-klavye ikilisiyle gerçekleştirilen unison’lar, bu düşüncemin doğru olamayacağının göstergesi. Çoğu grupta şarkıların temel bir melodi üzerinden oluşturulduğu ve nakarat kısımlarının tekrarıyla şarkıların tamamlandığına alışıksanız, A Wintersunset… sizi ziyadesiyle şaşırtacaktır. Zira yine çoğu grupta denk gelemeyeceğiniz kadar armoni zenginliği ve inişli çıkışlı klavye melodileri Empyrium evreninin en temel ögeleri arasında.
“Az, aslında çoktur,” düşüncesinden hareketle inşa edilen albüm, hiçbir noktada aşırıya gitmeyen, abuk subuk sololarla şarkıları baltalamayan, teknik kasıp atmosferi öldürmeyen ve en önemlisi, vermek istediği duyguyu yalnızca müzik aletleriyle değil, aynı zamanda vokallerle de verebilen bir yapım olmayı beceriyor. Scream ve clean temeline dayanan vokaller, enstrümanların oluşturduğu melankoliye adeta bir dert ortağı olarak gelerek dinleyicinin hüznünü tepe noktaya taşıyor. Hatta vokal, parçaların bazılarında, diğer enstrumanlara aynı melodilerle eşlik ediyorken aniden scream vokale geçmesiyle, o isyankâr ve çaresiz havayı iyice pekiştiriyor. Albümün açılış ve kapanışındaki sözsüz parçalar ve bu parçalarda az da olsa boy gösteren flüt, grubun ileride daha nasıl şarkılar yapıp dinleyicinin yüreğini parçalayacağının da haberini veriyor.
Hüzünlü müzik yapmak için yola çıkıp oluşturdukları deneysel işler içinde kaybolup giden grupların aksine Empyrium, kendince belirlediği yoldan ilerleyip bazen orta tempo bazense ağır tempo ilerleyen ama dinleyeni hiçbir zaman sıkmayan; aksine, sıklıkla döngüye alınacak şarkılarla dolu bir albüm olan A Wintersunset…’e imza atarak yoğun duyguların yalın şekilde de hissettirilebileceğini kanıtlıyor.
hayatımın albümü.
Bu en iyi albümleri, diğeri değil…
rakıyı aldık geldik yine buralara.şarapla da dinledik, diğer içkiler gitmez zaten… ama rakı bi başka be! bu adamlar bir de rakı içse ne işler çıkardı kimbilir.. Ömer hayyam bu devirde yaşasa o övgüleri şaraba değil rakıya yapardı…
içip empyrium dinleyen bütün kardeşlerimin şerefine…
Bu albüm çok yersiz çok zamansız birden insanın aklına takılıyor. baştan sona dinliyorsun. bir süre aklına bile gelmiyor sonra yine yağmurlu bir günde zihninde beliriyor.
11.03.2020
@Nox, Öyle müdür… ömürlük albüm.hepsi harika da son şarkı öldürüyor adamı ya. ordaine’d to thee…