Herkese merhaba, öncelikle Volbeat denince akla ilk gelen kelimeleri şöyle kenara bırakalım da yükümüz hafiflesin biraz:
Elvis metal, James Hetfield, Johnny Cash, Danimarka, Lars Ulrich, Michael Poulsen.
Volbeat şaka maka Dünya’da epey bir dinleyicisi olan, festivallere headliner çıkan büyük, popüler bir grup oldu artık. Bunu Youtube ve Spotify’daki milyonları bulan dinleme sayılarından da rahatlıkla görebiliyoruz. Bu yıl da 3 yıllık aranın ardından 6. stüdyo albümlerini çıkardılar. Volbeat için genelde ilk 2 albümlerinin çok süper olduğu, sonrakilerinin ise tekrara düştüğü söylenir. Bense ilk kez bir Volbeat albümünü baştan sona dinledim ve kritiğimi ona göre yapacağım.
Albümü nasıl tanımlarsın diye soracak olursanız eğer “enerji içeceği” gibi derim. Bu bağlamda Opeth bardağı, Abbath küresi varsa Volbeat’in de enerji içeceği bayağı bayağı olur yani. Daha ilk notadan sizi çeken, ayaklandıran, gaza getiren, mutluluk veren bir müzik var ortada. Ama belli bir noktadan sonra da sıkıyor işte. İçimi rahat ve güzel olmasına rağmen ardarda kadehleri yuvarlayabileceğiniz türden bir içki değil, işte tam da bu sebepten bir enerji içeceği kendisi.
Gelelim albüme…Grubun frontman’i Michael Poulsen’le yapılan röportajda kendisi, şarkıları yazmak için neredeyse yarım yıl boyunca eve kapandığını ve bu sürecin ardından grubun diğer elemanlarıyla yaklaşık 25 şarkıyı birlikte süzgeçten geçirip, hangilerinin albümde yer alacağına karar verdiklerini söylüyor. Aynı zamanda kendisi stüdyoda uzun süre kalmaktan hoşlanmadığını, en iyi kayıt performansı için kasmak yerine en ruhlu kaydı alıp stüdyodan bir an önce çıkmak istediğini de belirtiyor. Bunun haricinde Poulsen, bu albümün önceki albümlerindeki kadar country, rockabilly, punk rock, pop rock gibi türleri içermediğini, daha yoğun bir rock albümü olduğunun da altını çiziyor. Lirikler konusundaysa “şarkı sözleri ruhani, manevi şeyler ama dinsel değiller” diyor Danimarka milli takımının ön liberosu Poulsen.
Ben de albümü paragraf paragraf anlatmak yerine öne çıkan özelliklerini sizinle paylaşmak istiyorum bu sefer(+ işareti kendimce pozitif unsurlar, – işareti de negatif). İşte birkaç maddede Volbeat’in yeni albümü Seal The Deal & Let’s Boogie:
1) + Volbeat ne zaman müziğini bluesy riflere yaslasa dinlemesi epey keyifli bir grup oluyor. Bu bağlamda The Devil’s Bleeding Crown, Seal The Deal, Battleship Chains, Marie Laveau gibi şarkıları dinlerken epey keyif aldım. Yani Volbeat, Metallica’nın da zamanında yaptığı gibi Southern sularda takılıp bunu thrash rifflerle desteklediğinde kaliteyi yakalıyor, diğer türlüyse;
- Arkada distortion palm mute’lu düz ritimlerle giden gitarlarla mainstream’e kayan, sıkıcı, tahmin edilebilir, birbirine benzeyen şarkılarla dolu düz bir gruba dönüşüyor. Albümü doldurma amaçla koyulan “butter and bread” ya da “filler” diyebileceğimiz şarkılar albümün kalitesini düşürüyor. Keşke albümde yer almasaydı diyebileceğim Rebound ve Mary Jane Kelly şarkıları gibi.
2) + Michael Poulsen o eşsiz muhteşem sesi ve yazdığı akılda kalıcı vokal melodileriyle parıl parıl parıldıyor ki Volbeat’i Volbeat yapan da zaten Poulsen’in bizati varlığı.
Ancak;
- Michael hep aynı aralıktan şarkıları söylediğinden ve aynı vokal numaralarını kullandığından, bu tekyönlülük dinleyiciyi kimi zaman sıkıyor. Çoğu şarkının nakarat kısımlarında da sağolsun majör gamın sunduğu mutluluk hissiyle Michael’in sesi birleşince grup fazlasıyla Amerikanvari , piyasaya oynayan bir grup gibi tınlayabiliyor. Bununla birlikte albümde 13 adet, yani fazla sayıda ve benzer şarkının olması M.Poulsen’in sesini de eskitiyor. Hani bilirsiniz vakti zamanında Marlon Brando Johnny Depp’e “bu yıl kaç filmde oynadın” diye sormuş. O da “3″ diye cevap verince M.Brando “bu çok fazla” demiş. Depp neden diye sorunca da “çünkü sadece o kadar yüzümüz var” diye eklemiş. Poulsen’in durumu da aynen o hesap işte.
3) + Albümde konuk olarak şarkılara katkı veren bir kaç isim mevcut. 3. şarkı For Evigt’te Johan Olsen, 6. şarkı Black Rose’da da Danko Jones vokalleriyle Poulsen’le paslaşıyor. Goodbye Forever’da Poulsen’in uzun süredir istediği Harlem Gospel Choir’i koral vokal olarak konuk etme fikri de gerçekleşmiş ve gayet güzel bir renk olmuş şarkıya. Bununla birlikte The Loa’s Crossroad şarkısında da hoş bir gayda kullanımı var. Poulsen gayda için “o kadar özel bir enstrüman ki ya çok seversiniz ya da nefret edersiniz” diyor.
+ Albümde 2 adet de cover şarkı mevcut. Bir tanesi Georgia Satellites şarkısı olan Battleship Chains, diğeri de pop punk grubu olan Teenage Bottlerocket’in Rebound şarkısı.
4) + Albümdeki diğer isimlere bakacak olursak eğer, 3 yıl önce prodüktör koltuğuna oturup gruptan teklif gelince bir anda Volbeat elemanı olan ex-Anthrax’lı Rob Caggiano yazdığı groovy riffler ve attığı sololarla albümde önemli rolü olan isimlerden biri. Caggiano aynı zamanda albümdeki basları çalan da kişi. Baterist Jon Larsen ise kendini fazla ön plana atmadan, Volbeat müziğine uyumlu bir şekilde çalmayı tercih etmiş, iyi de etmiş.
İşte böyle. Volbeat’in bu albümü epey hit şarkı barındıran, dinlemesi kolay ve zevkli, keyif alınabilecek bir albüm. Ama yazıda da bahsettiğim tekrara düşme durumları, fazla happy sound’a oynamaları, radyo dostu şarkıların sıklığı gibi durumlar, grubu daha özel bir noktaya konumlandırmak isteyen dinleyicileri biraz sıkabilir. Benim favori şarkılarım beğenme sırama göre The Devil’s Bleeding Crown, Seal The Deal, For Evigt, Battleship Chains ve Marie Laveau oldular.
Nette albümün giriş şarkısını Nickelback’in Burn It To The Ground şarkısına benzetenler de var ki haksız da sayılmazlar. Bunun haricinde For Evigt şarkısının ortasındaki banjo solosunun başladığı yeri de epey seviyorum.
Sonuç olarak albüm gayet güzel, karakteristik Volbeat sound’unu yansıtan, enerjik, kıpır kıpır bir rock albümü. Albüm için 7,5 puan uygun olacaktır.
Kadro Michael Poulsen: Vokal, gitar
Rob Caggiano: Gitar, geri vokal, bas
Jon Larsen: Davul
Jacob Hansen: Yapımcı, perküsyon, geri vokal
Şarkılar 1) The Devil's Bleeding Crown
2) Marie Laveau
3) The Bliss
4) The Gates of Babylon
5) Let It Burn
6) Black Rose
7) Rebound
8) Mary Jane Kelly
9) Goodbye Forever
10) Seal the Deal
11) Battleship Chains
12) You Will Know
13) The Loa's Crossroad
vpn kullandığım için sürekli alman dns si ile bağlandığımdan ne zaman youtube açsam bunun reklamı vardı,arka planda çalan The Devil’s Bleeding Crown şarkısı bağımlılık yaptı bi süre sonra,şimdi komple indirdim tüm diskografiyi taş gibi grup,yoksa ne işi olur true blackcinin volbeat le,ama dediğim gibi adamlar müthiş bir müzik yapıyor
Albümü daha bir kez dinledim ama “ancak” diye başlayan kısma katılıyorum. Daha önceki albümlerde de buna benzer bir sıkılma durumu yaşadım. Sanırım Volbeat benim için bir iki şarkısı dinlenip tadımlık keyif alınacak bir grup.
Outlaw Gentlemen & Shady Ladies albümünü pek sevmediğimden gruptan soğuma dönemine girmiştim ama bu albümle birlikte Volbeat’in büyüklüğünü yeniden hatırladım. cover şarkılar yerine 2 tane daha yeni beste konulsa kusursuz bir albüm olabilirmiş.
bu sefer işin punk ve metal yönüne abanmadan fazlasıyla “rock” bir albüm yaptıkları halde o eşsiz Volbeat tınısından hiç bir şey kaybetmemişler. favori şarkı seçmekte zorlanıyorum hepsi birbirinden iyi ama The Devil’s Bleeding Crown, Goodbye Forever ve Seal the Deal çok başka. özellikle Goodbye Forever grubun bu güne kadar yaptığı en değişik şarkı.
bu albüm sayesinde içimdeki Rock the Rebel / Metal the Devil zamanlarından kalma ateşli Volbeat fanı yeniden uyandı. Volbeat böyle albüm yapmışken puanda cimrilik olmaz çok rahat 9/10 alır benden.
Grubun ilk 3.5 albümünü dinledim üst üste ve sıkıldım. Grup güzel şimdi lafım yok ama albüm süreleri niye bu kadar uzun onu anlamadım, yap abi 40 dakika hatta 35 dakika su gibi aksın gitsin niye Progressive grup gibi 50-60 dakika albüm yapıyorsun ki?
Büyük fanatik olarak yazılanlara ben de katılıyorum da araya sıkıştırmalık şarkılara mary jane kelly’nin örnek verildiğini görünce baya güldüm :D Allah çarpar adamı yav
Ayrıca slaytan’a değinmemen ilginç. Kısa bi geçiş şarkısı olsa da inanılmaz yapmışlar. Yeni albümde slaytan’ın tam versiyonu gibi bişi koysalar hiç fena olmaz.
vpn kullandığım için sürekli alman dns si ile bağlandığımdan ne zaman youtube açsam bunun reklamı vardı,arka planda çalan The Devil’s Bleeding Crown şarkısı bağımlılık yaptı bi süre sonra,şimdi komple indirdim tüm diskografiyi taş gibi grup,yoksa ne işi olur true blackcinin volbeat le,ama dediğim gibi adamlar müthiş bir müzik yapıyor
Albümü daha bir kez dinledim ama “ancak” diye başlayan kısma katılıyorum. Daha önceki albümlerde de buna benzer bir sıkılma durumu yaşadım. Sanırım Volbeat benim için bir iki şarkısı dinlenip tadımlık keyif alınacak bir grup.
Outlaw Gentlemen & Shady Ladies albümünü pek sevmediğimden gruptan soğuma dönemine girmiştim ama bu albümle birlikte Volbeat’in büyüklüğünü yeniden hatırladım. cover şarkılar yerine 2 tane daha yeni beste konulsa kusursuz bir albüm olabilirmiş.
bu sefer işin punk ve metal yönüne abanmadan fazlasıyla “rock” bir albüm yaptıkları halde o eşsiz Volbeat tınısından hiç bir şey kaybetmemişler. favori şarkı seçmekte zorlanıyorum hepsi birbirinden iyi ama The Devil’s Bleeding Crown, Goodbye Forever ve Seal the Deal çok başka. özellikle Goodbye Forever grubun bu güne kadar yaptığı en değişik şarkı.
bu albüm sayesinde içimdeki Rock the Rebel / Metal the Devil zamanlarından kalma ateşli Volbeat fanı yeniden uyandı. Volbeat böyle albüm yapmışken puanda cimrilik olmaz çok rahat 9/10 alır benden.
Yeni dinleyebildim albümü. Harikaymış. Her sene böyle albüm yapsın Volbeat.
Grubun ilk 3.5 albümünü dinledim üst üste ve sıkıldım. Grup güzel şimdi lafım yok ama albüm süreleri niye bu kadar uzun onu anlamadım, yap abi 40 dakika hatta 35 dakika su gibi aksın gitsin niye Progressive grup gibi 50-60 dakika albüm yapıyorsun ki?
Büyük fanatik olarak yazılanlara ben de katılıyorum da araya sıkıştırmalık şarkılara mary jane kelly’nin örnek verildiğini görünce baya güldüm :D Allah çarpar adamı yav
Ayrıca slaytan’a değinmemen ilginç. Kısa bi geçiş şarkısı olsa da inanılmaz yapmışlar. Yeni albümde slaytan’ın tam versiyonu gibi bişi koysalar hiç fena olmaz.
baştan sona hit dolu bir albüm. enfes bir grup.