“Arkadaşlarınla olduğun sürece her şeyden keyif alırsın.”
Bir röportajdan daha merhaba. Bu hafta, %100 Metal Fest Headbangers’ Weekend kapsamında ülkemize gelecek gruplardan PARADISE LOST’la birlikteyiz. Grubun vokalisti Nick Holmes’la PARADISE LOST’un dününü, bugününü, İstanbul konserini ve daha pek çok şeyi konuştuk. Futbol? Onu konuşamadık. :(
Röportaj: Ahmet Saraçoğlu
***
Selam Nick, umarım o taraflarda her şey yolundadır. Bugünlerde PARADISE LOST cephesinde neler oluyor biraz anlatır mısın?
Merhaba. Yaz festivalleri devam ediyor. Bu yıl şimdilik 5-6 konsere çıktık. Onların ardından yeni albüm için çalışmalara başlayacağız.
“The Plague Within” çıkalı epey oldu ve büyük ilgi gördü. Bu süre içinde albüme yönelik tepkiler sence nasıldı? “The Plague Within”i son dönemde çıkan diğer albümlerinizle nasıl kıyaslarsın?
Daha sert bir albüm olduğu ortada. En önemli değişiklik death metalimsi vokaller. Sound konusundaki en büyük değişiklik o tabii. Gelen tepkiler de hep çok iyi oldu. Doksanların başında yaptığımız albümlere benzer benzer bir karakter var ve bu açıdan son derece başarılı bir albüm oldu.
Peki yeni albümde bu çizgi devam edecek mi, yoksa önceden yaptığınız gibi denemeler yapacak mısınız?
Bilemiyorum. Muhtemelen yine sert bir şey olacaktır. Kendimizin dinlerken zevk alacağı türde bir şey olacağı kesin ve bu da sert bir şeyler olur gibime geliyor.
Sertlik demişken, metal dünyasında son dönemde belirgin bir sert sound arayışı var. Günümüzde ekstrem metal grupları hiç olmadıkları kadar ön plandalar, yeni çıkan grupların çok büyük bir kısmında sert vokaller, ekstrem unsurlar var. DREAM THEATER bile harsh vokal denemeleri yaptı, blast beat kullandı. Sen bu durumun gerekçesi olarak neyi görüyorsun ve bu durum sizin sound’unuzdaki sertleşmenin temeli olarak da görülebilir mi?
Sound’umuzdaki sertleşmenin sebebinin bu genel trend olduğunu sanmıyorum. Greg genelde sert şeyler dinliyor, hatta giderek daha ekstrem şeylere kayıyor. Gitar tonu bile sertleşiyor ve bahsettiğin trendle birlikte eskiden bu tarz şeyleri fazla sert bulan dinleyiciler bile artık bunlara alışıp dinler hâle geliyorlar. Bizim için önemli olan her zaman için o anda neler hissettiğin olmuştur ve müziğimiz de buna göre şekillenmiştir. O dönemde dinlediklerimiz ekstrem şeylerse, yazdıklarımız da o yöne kayabilir tabii.
Peki Greg’in VALLENFYRE’la yaptıklarının da bu sertleşmede payı var mı?
Elbette, onun death metale olan tutkusu da bilinç altında bile olsa illâ ki PARADISE LOST sound’una sirayet ediyordur ama hepimiz gibi o da PARADISE LOST’un karakterini ve ruhunu her şeyden daha iyi biliyor ve sadece içinden gelenleri yansıtıyor.
PARADISE LOST ruhu demişken; siz 1988′den beri ortamlardasınız ve grubu bugüne dek bir arada tutmayı ve her ne kadar kariyeriniz boyunca çeşitli denemeler yaptınızsa da bunca yıl boyunca geçerli kalmayı başardınız. Bir grubu bu denli uzun süre neredeyse hiç sekteye uğramadan ayakta tutmanın sırrı nedir?
Öncelikle arkadaş olmanız çok önemli. Her ne kadar ortada profesyonel bir birliktelik olsa da, beraber bir şeyler yarattığın insanlarla yakın arkadaş olmak her şeyden önemli. Aynı şeylere gülüp aynı şeylerden bahsedemiyorsan, o işin yürümesi pek kolay değildir. Tabii bu hayattaki her alan için geçerli, sevdiğin insanlarla olduğun sürece her şey daha kolay. Biz de bu denli yakın olduğumuz için PARADISE LOST bunca yıldır hepimizin hayatının merkezinde yer almaya devam ediyor.
Anlıyorum. Bunca yıl demişken, PARADISE LOST ilk günden beri kadrosunu hiç değiştirmeden korumayı başarmış bir grup; tek bir istisnayla. Davulcu konusunda neden sıkıntı yaşıyorsunuz? Kısa süre önce Adrian da ayrıldı ve diğer herkes sabitken davulcularınız neden zaman zaman değişiyor merak ediyorum.
Evet, zaten bir süredir Waltteri bizle çalıyor. Finlandiya’dan genç bir davulcu ve neredeyse bir yıldır bizle. Adrian’ın elbette ki AT THE GATES ve THE HAUNTED’la çok yoğun bir programı var ve Waltteri bir süredir onun yerine bakıyor. Resmi bir açıklama yapmadıysak da, herhalde yola onunla devam edeceğiz. Zaten VALLENFYRE’da da çalıyor.
Biraz geçmişe dönelim. “Host”u yaparken gelecek tepkiler konusunda, çünkü kabul etmek lâzım ki bir tür tepki mutlaka gelecekti değil mi?
Hahaha evet, tabii ki.
Hahaha. İşte o tepkiler beklediğinizden daha mı sertti yoksa beklediğiniz kadar acımasız olmadı mı?
Aslına bakarsan umduğumuzdan daha sert tepkiler geldi ama internet olmadığından hayranların gerçek düşüncelerini tam olarak da alamadık diyebilirim. Aslında o dönem internet olsaydı nasıl yorumlar gelirdi merak etmiyor değilim. O sırada Facebook, YouTube falan olsaydı hâlimiz duman olurdu.
Hahaha, kesin.
Demediklerini bırakmazlardı eminim haha! O sırada öyle bir şey yapmanın anlamlı olduğunu düşündük. Zaten başka türlü de olmaz. Suçluluk duygusu veya tedirginlikle, yahut mahcubiyetle yeni bir şeyler yaratamazsın. Onu yaratmak istedik ve yaptık. Şimdi dinlediğimizde de o dönemde yaptıklarımızı seviyoruz. Arada ketçap falan koyup tadı biraz değiştirmek iyi olabiliyor haha.
Aslında bu durum çok da anlamsız değil diye düşünüyorum. Özellikle de günümüzde. Dinleyiciler bu kadar fazla yeni müziğe maruz kalınca, bir ayrıştırma yapamıyorlar, yeterli zamanı harcamıyor, zahmet etmiyor ve karşılaştıkları şey ilk andan onları cezbetmeyince de şikâyet ediyor, beğenmiyor ve birkaç güne sıkılacakları diğer bir albüme geçiyorlar.
Şu anda her şey; alıp, bir göz atıp, bir kenara fırlatmaktan ibaret. Kendi çocuklarım da öyle. İnternet neslinin bir yansıması gibiler. İlgi eşikleri neredeyse yok gibi. Bir albüm dinliyorlar ve göz açıp kapayıncaya dek onu yok sayıp bir sonrakine geçiyorlar. Elbette eskiden olduğu gibi müziğe değer verenler de var ama genele bakınca tabii ki üzücü. Ama sonuçta interneti boşveremezsin; ona uyum sağlamak zorundasın. Başka çare yok.
İnternetle birlikte albüm satışları düşünce grupların tek gelir kaynağı turlamak ve ürün satmaktan ibaret oldu. CHILDREN OF BODOM klavyecisi zamanında “artık sadece turlamak için albüm yapıyoruz” dediğinde pek çokları kızdı, ama aslında gerçek buydu. Aynı şekilde PERIPHERY’nin Facebook biyografisinde “PERIPHERY; müzik de yapan bir tişört dükkânı” yazması gibi. Sen bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?
Durumlar değiştikçe sen de buna adapte olmalısın. Biz kendi gençliğimizden alışık olduğumuz için çıkardığımız albümlere, sunumlarına çok önem veriyoruz. Çok iyi kapakları olması için, kitapçıklardaki görseller için uğraşıyoruz. Ama düşündüğünde, evet; ne yaparsan yap mutlaka turlamak zorundasın. Evde müzik yazıp insanlara sunup sonra da oturup para kazanmayı bekleyemezsin. Tabii bir klasik müzik bestecisi falan değilsen ya da oturup filmler için soundtrack yapmıyorsan, ama kim böyle bir şey yapmak ister ki zaten haha.
Ahahah.
Sonuç olarak hayatını müzikten kazanmak istiyorsan turlamak zorundasın. Aksi mümkün değil. Bu tarz demeçlerde denmek istenen şeyi anlıyorum, ama sonuçta bir albüm yaptığında, önündeki 2-3 yıl boyunca yapacağın, sürekli çalacağın şeyi yaratıyorsun, bu yüzden de olabildiğince iyi olması için uğraşırsın. Sırf turlayacağım diye saçma sapan bir şey yazmak istemezsin, yoksa o tur işkenceye döner. İlk başta kendin için en iyisini yapmalısın.
Klasik müzik demişken, “Symphony for the Lost” hakkında neler söylersin? Neden Plovdiv’i, neden Bulgaristan’ı seçtiniz?
Birkaç yıl önce böyle bir işin teklif gelmişti. İlginç bir deneyim olarak gördük. Zaten bu tarz şeyler bir seferliktir, ileride buna benzer bir şey yapar mıyız bilmiyorum. Bulgaristan da bu iş için iyi bir yerdi ve konsere gelen hayranlar da harikaydı. Çok iyilerdi. Heyecan verici ve eğlenceli bir tecrübeydi. Çok keyif aldık.
Kişisel bir şey soracağım. “Fate Divides Us, Death Unites Us” klibi bugüne dek gördüğüm en etkileyici metal kliplerinden biri. O fikir kimden çıktı ve uygulanışı nasıl oldu?
O klibin bu şekilde olması, klipteki kızın oyunculuğu sayesinde oldu. Çok iyi oynadı. İyi oynamasaydı klip bu denli etkileyici olamazdı. Birkaç yıl önce “Martyrs” adlı filmi izlemiş ve etkilenmiştik; rahatsız olmuştuk. O yüzden fikir de benden çıktı ve her şeyi çok basit tutmayı seçtik. Bir şeyler oluyor ama tam da ne olduğunu anlayamıyorsun, tedirgin oluyorsun falan… Sonuçta her şey kızın oyunculuk yeteneği sayesinde bu denli etkileyici oldu.
Kızın suratındaki ışık kullanımı da ilk andan belli miydi yoksa sonradan mı ortaya çıktı? Çünkü kızla birlikte klibin yıldızı o ışık.
Evet. Benim dediğim ilk şey, “birisi önde şarkıyı söylesin ama arkada olup biten bir şeylerden dolayı panik içinde olsun”du. Sonuçta ışık ve diğer tüm unsurlarla birlikte klip bunun çok ötesine geçti ve ortaya harika bir sonuç çıktı.
Anladım. Hazır seni bulmuşken bir tane de BLOODBATH sorusu sorayım.
Tabii.
Albümü yazdılar ve ortaya çıkan eski usul AUTOPSY benzeri sound’un ardından senin albüme iyi uyacağını mı düşündüler, yoksa sen gruba alındığında şarkılar daha yeni yeni mi ortaya çıkıyordu?
Bana gruba katılmamı teklif etmeden önce baya bir şarkıyı zaten yazmışlardı. Şarkılar büyük ölçüde hazırdı.
Peki gruba girince, hayranların Mike’ın ve Peter’ın vokalleriyle söylenen şarkıları senin sesinden duyduklarında vereceği tepkileri de düşündün mü?
Elbette ki laf edenler olacaktı. Sonuçta bu death metal ve bir death metal dinleyicisi asla bir şeyden tam olarak memnun olmaz haha!
Hahaha!
İlk başta herkes aşırı şaşırdı ve nasıl yani, ne alakası var diye düşündü. Bense güldüm ve sikerler ben işimi yapacağım dedim haha.
Ahah.
Tabii ki de Mike’ın sesi de, Peter’ın sesi de benimkinden farklı. Herkes farklı seslerle doğuyor ve bu konuda yapılabilecek bir şey yok. Dinleyicilerin de bu gibi konuları fazla önemsememesi gerekiyor. Sonuçta ben BLOODBATH’te olmaktan ve onlarla çalmaktan büyük keyif alıyorum. En başta da dediğim gibi, olayın özü iyi arkadaşlarınla bir şeyler yapmakta yatıyor. Bu şekilde olduğu sürece her şeyden keyif alınabilir.
Anladım. O zaman son soruya geçelim. 27 Ağustos’ta %100 Metal Fest Headbangers’ Weekend’de TESTAMENT, ABBATH, ELUVEITIE, INSOMNIUM ile birlikte sahne alacaksınız. Nasıl bir setlist beklemeliyiz?
Sert bir setlist olacak. “Gothic” dönemi ve yakın zamandan şarkılar olacak. Doksanların sonundaki daha yumuşak dönemlerden pek bir şey olmayacak.
Tamamdır, heyecanla bekliyoruz. Son olarak da futbolla ilgilenip ilgilenmediğini sorayım.
Hiç. Hiç ilgilenmiyorum. Ben futbolla ilgilenmeyen tek İngiliz olabilirim haha.
Haha, hadi ya, ilgilenseydin röportaj daha bir 10 dakika uzardı, neyse artık haha.
Hahaha, eminim.
O zaman sorularım bu kadardı. Zaman ayırdığın için sağ ol, Ağustos sonunda görüşmek üzere.
Ben teşekkür ederim, selamlar, kendinize iyi bakın.
sizi babam gibi seviyorum ama kadroda paradise lost fanboyluğumdan taviz verdirecek kadar çok tahammül edemediğim grup var, affola.. röportajda harika olmuş
Çok güzel bir röportaj olmuş.
sizi babam gibi seviyorum ama kadroda paradise lost fanboyluğumdan taviz verdirecek kadar çok tahammül edemediğim grup var, affola.. röportajda harika olmuş