Çıktığı günden beri yazmayı planladığım fakat kişisel sorunlarım ve aktif metal kültürüne karşı bıkkınlığım nedeniyle caz, post gibi tarzlara yönelerek yazamadığım bu albümün kafamı içten içe kemirmesine izin vererek üç seneyi birilerinin albümü yazıp yazmadığına bakarak neredeyse her gün özellikle PA’yı kontrol ederek geçirdim. Anlayacağınız sapıklığa varan bu takıntı artık basit bir kritik dışında kişisel bir görev hâline geldi. Birçok albüm kritiği yazarının, özellikle belirli bir sitede yazarlık yap(a)mayan yazarların yeni bir grup keşfettiğinde ve grubun müziğini sindirdiğinde onun üstüne yazma ve konuşma arzusunu anlayabileceği gibi, bütün bir konuyu; dinleme, anlama-özümseme, yazma, daha da ötesinde naçizane birkaç notayı bir araya getirmeye çalışan biri olarak besteyi ve komple sanatı; “tüketiciyi ve üreticiyi” ilgilendiren ufak bir bağımlılığın zemininde önemli bir yer tutmuş bu albümü, onu anlatma ihtiyacını, müziği betimlemeden önce belirtmek istedim. Burada yapmaya çalıştığımız şey yalnızca müziği kelimelerle kesiştirerek asıl hazzı omuzlardan destekleyip bir simülasyon sunmak, hatta daha ileri giderek arzuya kılavuzluk etmektir. Aslında tümüyle karşı olduğum notayı kelimelerle anlatma işlevini yukarıda her cümlemde sinik bir şekilde belirttiğim özürle yeniden ve yeniden ortaya koyuyorum.
Oathbreaker 2008 yılında kurulan Belçikalı bir hardcore-punk grubu ancak grubun türünü böyle yorumlamak saygısızlık olur. Grup post desteklemelerle kendilerine özgü bir black metal füzyonu yapıyor. Grubun şimdiye kadar “Mælstrøm” (2011) ve “Eros|Anteros” (2013) olmak üzere iki stüdyo albümü bir de kendi isimleriyle yayınladıkları “Oathbreaker” (2008) EP’si mevcut. Bu kadar kaba bir bilgilendirme sırasında bile grubun vokalisti Caro Tanghe’e yer vermek zorunda hissediyorum. Grup kurulduğu ilk yıllarda bile Caro’nun sesi sayesinde büyük dikkat çekiyor. Kısa sürede yeraltı konserlerinin vazgeçilmez grupları arasına giriyor.
Buraya kadar okuduysanız ya ilk paragrafı çok sevdiniz ya da sıkıcı buldunuz, fakat ne güzel ki hangi tarafta yer alırsanız alın bundan sonra albümle ilgili bir şeyler okumak istiyorsunuz ve albümü kritiği açtığınız anda dinlemeye başladıysanız şu an introyu bitirmek üzereseniz, hatta bitirdiniz.
No Rest fort the Weary
“I will never know what it means
This deadly calm inside
I will never know what it means”
Düşünsel deneyimimiz, üzerinde çalışılmış iyi bir introyla başlıyor. İkinci parça “No Rest for the Weary”ye geçtiğimizde sound’un kendi türünde farklı bir sound olduğunu anlayıp, dinlerken bir anda kendinizi alışmış buluyorsunuz. Büyük ihtimalle daha fazla isteyeceksiniz. Ve zannediyorum ki bir çoğunuz benim gibi bu sesi erkek sesi zannederek önümüzdeki birkaç parçayı da aynı zanda dinleyecek. İşte bu noktadan sonra rüzgarları arkamıza alıyoruz. Özellikle üçüncü parça “Upheavel” da bizi bu sese fazlasıyla yakışan sempatik bir melodi bekliyor. Nedendir bilmiyorum grubun şarkı yazma biçiminin her zaman minimal olduğunu düşünmüşümdür, çünkü her parçada tekrarlar mümkün olduğunca asgari seviyede tutularak tabiri caizse Wagner’ci büyüme metodu kullanılıyor. Yani aslında notalar kendi dinamiğini bir önceki melodiden kopardıkları bir parça üzerinden yeniden dizayn ederek ilerliyor, bu da hem müzisyene daha yaratıcı bir ürün sunma konusunda yardımcı oluyor hem de dinleyiciye daha dinlenilebilir bir sound sağlıyor. Şarkılarda bas sağlam konumlanmış, enstrümanlar zaten yeterince iyi olan bir sesi daha da ileri taşımak için titreşiyorlar, fakat buna rağmen hiçbir parçada herhangi bir şey sırıtmıyor. Buradan grubun hücum kayıtlarda çok başarılı olduğunu anlayabiliyoruz.
“I meet my fate on the road I take to escape it”
Bu sıkıcı edebi dilden sonra sizi az önce arkamızda olan rüzgârlara yüzümüzü dönmeye çağırıyorum. Dördüncü parça “As I Look the Abyss” belki de albümün en ekstrem veri kaydettiği noktalardan biri; bundan sonra da neredeyse albümü yarıladığımız için geri kalan bölümlerin de aynı tarzda olduğunu düşünüyoruz; fakat bizi bekleyen bir sürpriz var, ki son yirmi saniyesinin bu sinyali verdiğini söyleyebiliriz.
“Swept in dust we are
Swept in black I am
Swept in dirt we are
Swept in black I am”
The Abyss Looks Into Me
Az önce bahsettiğim bu melodiler arası bağlantı sanki The Abyss Looks Into Me introsu hatta hazırlığı gibi yazılmış As I Look the Abyss için benzerliği açıklıyor. Bu bağıntı iki parçanın ismi ve lirikleriyle de iç içe geçirilmiş. 2:30′luk bir hardcore deneyimimin ardından o güzel, tam anlamıyla güzel sesin clean hâliyle tanışıyoruz. İtiraf etmem gerekirse The Abyss Looks Into Me‘de duyduğum sesi konuk vokal zannedip daha parçanın yarısına gelmeden sesin kime ait olduğunu aramaya başlamıştım, ta ki tüm albümde aynı kişinin söylediğini anlayana kadar.
“When it is time it flies faster than our minds
When it is pure, it is harder to secure
When it is good, we are more careful than we should
Trails of memories chase her”
Metale olan ilgisini etkileye(bile)cek derecede lirike takıntılı ve türde en büyük eksikliklerden birini de ucuz ve basit lirik yazımıyla alakalı olduğunu düşünen biri olarak söyleyebilirim ki, zaman zaman yeraltına kayan hitap şekline rağmen grupta en azından bir şair var.
Özellikle Offer Aan De Leegte albümü daha post black metal bir çizgiye kaydırıyor diyebiliriz. Bir grubu bir diğer gruba benzetmeyi hiç sevmesem de benim gibi black metalde yeni müdahaleleri beğenen Deafheaven dinleyicilerinin bu dakikaları seveceğini düşünüyorum.
Agarta’da tekrar benzer bir rüzgar; tekrar Caro’nun sesiyle tanışıyoruz, kesinlikle farklı bir tonda.
“I am my own anxiety
Our thoughts turned out
Twisted mind
Find a way to get along
Get away to find amongst”
Nomads grafiği tekrar hardcore’a çekiyor. Kapanışı yaparken son parçayla albüm mükemmel bir tamamlayıcı yakalıyor kendine. İntroda (Beeltenis)- olduğu gibi outroda da Clair Obscur- Kurt Ballou ve Maurice Maeterlinck’den yardım alınmış. Bir çok kritik sitesinde albümün bu kadar ayrık ve düzensiz olduğundan şikâyet edilmiş ancak albümün birbirinden bağımsız ögeleri birleştirdiğini kesinlikle düşünmüyorum. Birbirinden bağımsız olsa bile bu tür girişimler metali kendi kısırlığından çekip çıkaracak ihtiyacı her geçen gün hissettiğimiz hamlelerdir. Fazla söze gerek yok. Son parça her şeyi tamamlıyor. Son sözler hiçbir zaman dinleyicilere ait olmamıştır, biz yalnızca fikir belirteçleriyiz.
Albümle ilgili söyleyecek başka sözüm yok.
k
“We have searched the worlds for truth
As we cull the pure, the heart, the good
The read twists and turns, vaults howl,
Mountains burn as we cull
Eyes burning like fire
Eyes burning like the sun”
Kadro Lennart Bossu: Gitar
Ivo Debrabandere: Davul
Gilles Demolder: Bass
Caro Tanghe: Vokal
Şarkılar 1. (Beeltenis)
2. No Rest For The Weary
3. Upheaval
4. As I Look Into The Abyss
5. The Abyss Looks Into Me
6. Condor Tongue
7. Offer Aan De Leegte
8. Agartha
9. Nomads
10. Clair Obscur
valla post ön eki almış tüm gruplardan pek hazzetmeyen biri olarak baya sevdiğim ve durup durup aklıma geldikçe açıp dinlediğim sayılı albümlerden birisi, özellikle 3. ve 4. parçalar muhteşem, özellikle gitar işçiliği muazzam, oldukça karanlık riffler var
Uzun zamandır ilk dinleyişte bu kadar sevdiğim bir grup/albüm olmamıştı, tanıştırdığın için kendi adıma teşekkür ederim, ellerine sağlık. Fakat albümün kendi içinde kopuk olduğuna fazlasıyla katılıyorum, belki de sound olarak değil de parça geçişleri çok yersiz ve ani geliştiği içindir emin olamadım.
valla post ön eki almış tüm gruplardan pek hazzetmeyen biri olarak baya sevdiğim ve durup durup aklıma geldikçe açıp dinlediğim sayılı albümlerden birisi, özellikle 3. ve 4. parçalar muhteşem, özellikle gitar işçiliği muazzam, oldukça karanlık riffler var
Uzun zamandır ilk dinleyişte bu kadar sevdiğim bir grup/albüm olmamıştı, tanıştırdığın için kendi adıma teşekkür ederim, ellerine sağlık. Fakat albümün kendi içinde kopuk olduğuna fazlasıyla katılıyorum, belki de sound olarak değil de parça geçişleri çok yersiz ve ani geliştiği içindir emin olamadım.