Bir röportajdan daha merhaba. Bu seferki konuğumuz, türü içerisindeki en önemli gruplardan biri olan ve çok sadık bir dinleyici kitlesi bulunan Alman grup EMPYRIUM. Ülkemizde de çok sevilen grup; Eylül ayında 2 konser için İstanbul’a gelecek. Grubun kurucusu Schwadorf ile gerçekleştirdiğimiz röportajın yapılmasında ve soruların hazırlanmasında ortak hareket ettiğimiz, başta Oytun Bektaş olmak üzere tüm Empyrium Turkey ekibine teşekkür ederiz.
Merhaba Markus, umarız iyisindir.
Gayet iyiyim teşekkürler, umarım sizler de iyisinizdir.
Sorularımıza başlayalım. “A Wintersunset…”ten beri müziğinizde görülen değişimden bahseder misin? Müziğin zaman içinde geliştiğine ve müzikal genişlemenin müziğin doğal bir süreci olduğuna inanıyor musun?
Kesinlikle. EMPYRIUM konusunda her zaman samimi olmak ve gerçek duygularımı aktarmak istedim. Aynı şekilde grubun sound’u da böyle bir gelişim gösterdi. Hayatının farklı dönemlerinde farklı şeyler hissedip farklı şeyler yazıyorsun. Zaten sürekli aynı şeyleri tekrarlamak çok sıkıcı olmaz mıydı? Diğer yandan, EMPYRIUM zaten hiçbir zaman belli bir türe bağımlı kalan bir grup olmadı. Benim için en önemli kısım; her zaman için müzik türünden ziyade için atmosfer, his ve duygusal taraf olmuştur.
Doğa ve mitolojiden yoğun ilham aldığını biliyoruz. Günlük hayatta sana özellikle ilham veren şeyler oluyor mu?
Hayatın kendisi bir ilham zaten. Gözlerimle görüyorum, kalbim ve ruhumla hissediyorum ve her gün bundan ilham alıyorum. Müzikte, sadece ve sadece gerçekten içinde hissettiğin şeyleri yansıtabilirsin. Önemli eserlerin sırrı budur. Doğadayken ilham alabilirim, bir yakınımla harika bir sohbet esnasında da ilham alabilirim ya da aynı şekilde bir film, dizi izlerken yahut bir kadeh viski eşliğinde kitap okurken de bu ilhamı alabilirim.
Orta Doğu’da, özellikle de İran’da sizi dinleyen çok fazla kişi var. Sence bunun sebebi ne?
Evet bunu uzunca bir süre önce fark ettim ve bu durum epey hoşumuza gidiyor. Belki de Orta Doğu insanı genelde son derece duygusal oluyordur ve bizim yansıttığımız melankoli de onların bam teline dokunuyordur. Sizin bu konuda daha net bir cevabınız olabilir mi acaba, haha.
“Where at Night the Wood Grouse Plays”de Theodor Kittelsen’in bir tablosunu kullandınız. Norveç’te tanınmış bir ressam ve bir süreliğine de Münih’te yaşamış bir sanatçı. Eserleri BURZUM’un “Hvis lysett tar oss” ve “Filosofem” albümlerinde de kullanıldı. Kittelsen’in eserlerini kullanmanız konusunda bu durumların da etkisi oldu mu? Bir de adını anmışken, BURZUM ve Varg konusunda ne düşünüyorsun?
Elbette! Norveçli ilk dönem black metal gruplarının birçoğu onun tablolarını kullandı. SATYRICON, BURZUM, CARPATHIAN FOREST, WONGRAVEN ilk aklıma gelenler. ULVER de onun sanatından baya etkilendi. Caspar David Friedrich ile birlikte, tablolarındaki atmosferi hep çok sevdim ve büyük bir ilham kaynağı olarak gördüm. BURZUM’a gelince. BURZUM’un eski işlerini çok fazla seviyorum, aynı şekilde yeni işlerini de. O haysiyetli, dürüst ve son derece özel bir sanatçı ve şarkılarına da her zaman yoğunluk katmayı başarıyor. Eşsiz bir sihri var. Politik doğruculuk namına BURZUM’dan uzak durulması konusu ise gerçekten de umrumda değil.
İkinci dalga black metal gruplarının Hristiyanlığa yönelik çok sert söylemleri ve imajları vardı, ancak sonrasında çoğu grup tabiata yönelmeyi ve önceki dinsel tavırlarını devam ettirseler de daha pastoral temalara ilgi duymaya başladılar. SUN OF THE SLEEPLESS’ın ışığında (kelime oyununa gel), bu konuda neler söylemek istersin? Sence sanatçıları doğaya iten şey mizantropi miydi, yoksa modern dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı din olduğundan, bundan sıyrılıp giderek daha fazla doğa temalarına yönelmeyi mi tercih ettiler?
Kesinlikle. Ben kalabalık insan güruhlarından her zaman korktuğum için doğaya ve kimselerin olmadığı yerlere gitmeyi seçtim. Elbette ki zaman içinde ve pek çok konser vererek bu korkuyu yendim, ancak bu his içimde var olmaya devam ediyor. Pek çok mizantropik duygu yaşıyorum ancak aynı zamanda insanın sahip olduğu potansiyeli ve çok çok sevdiğim insanları gerçekten de çok seviyorum. Bence suçlu olan dinler değil; bazı insanların birtakım kurallara uymaya ihtiyacı var, bazılarınınsa yok. Mesela ben haha. Sorun, inanç ve dinin din otoriteleri tarafından kötü amaçlarına alet etmeleri ve inananlarını kontrol etmek, yönlendirmek, baskı altında tutmak ve inanmayanlara saldırtmak için kullanması.
Metal dünyası içinde, kariyerlerinde büyük müzikal değişimler yapan ve değişen sound’larını kitlelerine kabul ettirmeyi başaran grupların sayısı pek de fazla değil. ULVER, KATATONIA gibi gruplar ilk akla gelenler. Aynı şey sizin için de geçerli. Sence bu konunun püf noktası nedir?
Bence, önceki sorulardan birinde cevapladığım gibi, işin sırrı grubun ruhuna ve atmosferine sadık kalmaktan geçiyor. ULVER ve KATATONIA, müziklerinin atmosferine ve duygusuna sadık kalırken bir yandan da hayatlarının belli dönemlerinde hissettiklerini, uygun gördükleri formlarda yansıtabilmek adına harika örnekler. Bu yüzden insanlar onları her zaman takip etmeyi sürdürüyor. Bence EMPYRIUM için de bu durum geçerli.
“Ulf Theodor Schwadorf” ismini seçme sebebin neydi?
İçimdeki sanatçıya bir takma isim vermek ve sahip olduğum bu iki taraflı psikolojimle ilgili hoş bir şey yaratmak istiyordum. Eski bir Alman şairini anımsatan bir isim istediğimden, Ulf Theodor Schwadorf ismini seçtim. Bugünlerde sadece “Schwadorf”u tercih ediyorum.
Andreas “Songs Of Moors…”un ardından gruptan ayrıldı. Bugünlerde ne yapıyor, görüşmeye devam ediyor musunuz?
Onu uzun süredir görmedim ama geçtiğimiz yaz Balver Höhle’deki Prophecy Festival’da bizi ziyaret etti. Son gördüğümden bu yana geçen 15 yılın ardından onunla konuşmak güzeldi, ancak aynı zamanda neden birlikte çalışmaya devam edemeyeceğimizi bir kez daha anlamamı sağladı. Onun artık müzikle bir ilişkisi kalmadı ve çok başarılı bir aşçı olarak hayatına devam ediyor.
EMPYRIUM’un başka kimseye benzemeyen bir tınısı var. Müziğinizi ve dinleyicilerde yarattığı etkiyi nasıl tanımlarsın? EMPYRIUM’un amacı nedir? Olumsuz düşünceler mi, yoksa doğaya ve hayatın kendisine duyulan hayranlık mı?
EMPYRIUM; yaşam, ölüm, kaybetmek, aşk, mutsuzluk, melankoli ve daha karanlık, olumsuz duygularımızın bir aynası. Sanırım aklımızı dengede tutmak adına bu tarz bir dışavurumda bulunmamız gerekiyor. Doğaya duyulan bu hayranlık ve onun vesilesiyle kendi duygularını keşfetmek, doğanın pek çok özel yanından biri. İnsan ile doğa ve hatta evren arasındaki bu güçlü bağı hissetmek de ortaya EMPYRIUM’u çıkarıyor.
15 yıldan uzun süre boyunca hiç konser vermediniz ve buna rağmen EMPYRIUM, neofolk veya doom metal dendiğinde akla gelen ilk gruplardan biri olmayı başardı. İlk döneminizdeki albümler dinleyicileriniz üzerinde çok önemli etkiler yaptı ve grubu unutulmaz kıldı. Bu konuda ne düşünüyorsun? Yeni bir şeyler yazarken, bu düşünceler sebebiyle tereddüt ettiğin oldu mu?
2011 yılında Leipzig’deki geri dönüş konserimizde, EMPYRIUM’un bunca yıllık bekleyiş ve sessizliğin ardından hiç ama hiç unutulmadığını gördüm ve çok mutlu oldum. Çok duygusal bir andı. İtibarımızı korumuş olmak ve 20 yıl önce yazdığım müziklerin hâlâ saygı gördüğünü görmek harika ve bir o kadar da cesaretlendirici bir duyguydu. Bu tarz bir şey ancak metal dünyasında gerçekleşebilir, işte bu yüzden de metal dünyasını çok seviyorum! Yeni müzikler yazarken sadece o sıradaki hayatlarımızın ve o dönemde hissettiğimiz duyguların peşinden gidiyoruz. Kendimizi beklentilerden uzak tutmaya gayret ediyoruz, çünkü kendini doğru şekilde yansıtmanın tek yolu bu.
EMPYRIUM tam olarak bir metal grubu değil; en azından pek çokları gibi değil. Sen EMPYRIUM’u MY DYING BRIDE, PARADISE LOST, ANATHEMA gibilerinin olduğu sahne içinde görüyor musun, yoksa sence ayrı bir yerde mi duruyor?
EMPYRIUM her zaman için arada kalan bir grup oldu, tıpkı diğer grubum THE VISION BLEAK gibi. İki grubun da bir eşi yok ve ikisi de tam olarak tanımlanamıyor. Bu harika bir şey! İlk başladığımızda MY DYING BRIDE’dan çok fazla etkilendik. Bunu görmek için ilk EP’lerinin adına bakmak bile yeterli (“Symphonaire Infernus et Spera Empyrium”). Aynı şekilde PARADISE LOST’tan da etkilendik. Doksanların başındaki Norveçli black metal gruplarından da, DEAD CAN DANCE, DEINE LAKAIEN, LANDBERK, THE 3RD AND THE MORTAL, WHITE WILLOW gibi grup ve sanatçılardan da etkilendik. Soruna gelince, kendimizi genel anlamda metal dünyasının bir parçası olarak görüyoruz.
Sana ilham veren başka şeyler de var; edebiyat, resim, masallar ve tabiatın kendisi gibi. Bence kişiliğinin bu tarafı EMPYRIUM’un da özünü oluşturuyor, katılıyor musun? Bunların yanında modern kültürden nasıl etkileniyorsun?
EMPYRIUM’un büyük kısmı, hem sanatta hem de hayatta insana dokunan şeylerden ilhamlar almak ve tüm bu farklı ilhamları kişiliklerimizi her şeyiyle yansıtan müziklere ve sözlere dökmekle ilgili. Yani sana katılıyorum. Modern kültüre gelince… Yaşlandıkça toplumdan giderek daha fazla uzaklaşmaya başladığımı hissediyorum. Yaşım ilerledikçe tam tersi olacak sanıyordum ancak ne yazık ki yanılmışım. Günümüzde etin ruhla çapıştığı, gösterişin ve kendine tapınmanın yüceldiği bir çağda yaşıyoruz. Ben her zaman için, kültürümüzün geldiği hâli örneklemek için bir şeyler yaratan bir sanatçı olmak yerine, yapıtımı her şeyin önüne koymayı seçen biri oldum.
Modern toplumda ve gündelik hayatta, hayatın gerçek anlamına yoğunlaşmayı zorlaştıran pek çok uyarıcı var. Sanatını yaratmak için tüm bu koşuşturmadan kendini nasıl izole ediyorsun ya da belki bunu kucaklıyor ve bundan faydalanma yoluna mı gidiyorsun?
Çok ama çok haklısın. Hele ki hayatını müzikle ve bir kayıt stüdyosuyla idame ettiriyorsan ve insanlar da senden 7 gün 24 saat ulaşılabilir olmanı bekliyorlarsa. Bazen gerçekten de zor. Her şeyi iyi şekilde planlaman ve iç huzurunu yakalamak, doğru kafa yapısını bulmak ve kendini tümüyle açarak içindekinin müziğe akabilmesini sağlamak için, hayatın içindeki uyarıcıların en aza indirgendiği boşluklar bulman gerekiyor.
Biraz duygusal bir soru olacak: “The Turn of the Tides” bir döngüden bahsediyor. Hayat döngüsü ve insanla doğa arasındaki ilişkiden bahsediyor. Son şarkı ise ölümü, sonu kabullenme ve bunu aşma izlenimi veriyor. Bu konsept hakkında neler söylemek istersin? İnsan bu büyük doğa döngüsünde nerede duruyor?
İnsan doğayla iç içedir, bu yüzden de evrenin bir parçasıdır. Ne kadar yukarıdaysan, o kadar aşağıdasındır. Doğaya bakınca, her şeyin ama her şeyin sonsuza dek sürecek daimi bir döngü içerisinde olduğunu görüyoruz. Konu hayatlarımız olduğunda da aynı şey geçerlidir. Ölüm ve yeniden doğuşun sonsuz bir döngüsü olan mevsimler; sanatsal anlamda bir insanın hayatının yansıması niteliğindedirler.
Yeni bir EMPYRIUM albümü çıkarma konusunda acele etmediğiniz belli, ama hayranlar böyle düşünmüyor. EMPYRIUM’un geleceği konusunda neler söylemek istersin?
Evet, acelemiz yok. Hem de hiç yok. Tabii hayranların bunun aksini hissetmesi de normal. Bir sanatçı olarak sadece kendimi dinleyebilirim ve yeni albümü yazmak için doğru zamanı hissetmek ve bunu yapmak için gereken ilhamı bulmak adına içgüdülerime güvenebilirim. Ayrıca biliyorsunuz ki pek çok müzikal projem var ve onlarla ilgilendiğimde, tüm dikkatimi onlara yoğunlaştırmaya çalışıyorum.
THE VISION BLEAK de başka kimseye benzemeyen bir grup. “Witching Hour” 2014′ün en iyi albümlerinden biriydi ve mükemmel bir konsepti vardı. Yakın zamanda kritiğini yazdığımız “The Unknown” hakkında neler söylersin?
Teşekkürler. “The Unknown” THE VISION BLEAK için kesinlikle yeni bir adım diye düşünüyorum. Önceki albümlerdeki tiyatral gotik korku ögelerinden ziyade, içimizdeki şeytanlar ve hepimizin içinde olan uçurumlarla ilgili. Derinliklerimizden gelen saf karanlık ve peşimizi bırakmayan melankoliyle dolu çok ama çok kişisel bir albüm. Aynı zamanda gurur dolu ve insanın içini olumlu duygularla dolduran anları da var. Bu albümle %100 tatmin oldum. Kişiliğimle tam olarak örtüşen bir albüm.
Kritiğini yazdığımız yeni EP’niz “The Kindred of The Sunset”te bir TIAMAT cover’ı var. TIAMAT’ın eski dönemlerini seviyor musun? Ben onlara bayılıyorum ve en sevdiğim gruplardan birinin bir TIAMAT şarkısını cover’laması harika bir şey.
Evet tabii ki çok seviyoruz! TIAMAT’ın ilk dönemine bayılırım. 13-14 yaşımdan beri onları dinliyorum ve 1993-94 civarında onları pek çok kez canlı izledim. EMPYRIUM ve THE VISION BLEAK üzerindeki etkileri çok fazla, bu cover da onlara bir saygı niteliğinde değerlendirilebilir!
Son dönemde dinlediğim ve etkilendiğin underground grup ve albümler var mı? Seni doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyenlerden örnekler verebilir misin?
Son döemde beni etkileyen fazla albüm dinlemedim. Geçen seneki GHOST ve PARADISE LOST albümlerini çok sevmiştim. IN SOLITUDE’un “Sister“ını ve son TRIBULATION albümünü de çok sevmiştim. Stüdyomda, müziklerini her zaman çok sevdiğim Alman underground grup BETHLEHEM’in yeni albümünün prodüksiyon, miks ve mastering işlerini yaptım ve ortaya harika bir albüm çıktı! EMPYRIUM’u etkilemiş ve doksanların gizli hazinelerinden olan THIS EMPTY FLOW ve albümleri “Magenta Skycode” da çok iyi.
Peki ya Nadine nerede? :) Onu özledik, acaba bir daha senle birlikte sahnede görebilecek miyiz?
Karım olduğu için onu her gün, ya da neredeyse her gün diyelim haha, görüyorum. Sahne konusunda hep çok çekingen olduğu için bir daha sahneye çıkmayacak. Zaten uzun zamandır flütüne veya çellosuna dokunmuşluğu da yok!
Son olarak, İstanbul’da vereceğiniz iki konser için neler söylersin? Sevenlerinize son bir mesajın var mı?
O konserlerin setlist’leri üzerinde çalışmaya başladım bile. “Songs of Moors & Misty Fields” ve “The Turn of the Tides” albümlerine odaklanan setlist’leri olacak. Ama tabii her albümden bir şeyler çalacağız. Doksanların EMPYRIUM’undan günümüze, grubun metal ve rock tarafına yoğunlaşan harika bir yolculuk olacak. Konserleri iple çekiyoruz ve Türkiye’deki dinleyicilerimizin müthiş desteğinden ötürü onlara sonsuza dek müteşekkir kalacağız!
Röportaj için teşekkürler Markus, konser için şimdiden sabırsızlanıyoruz.
Biz de, Eylül’de görüşene kadar kendinize iyi bakın!
Sorular
Oytun Bektaş
Melike Babataş
Görkem Şahin
Tercüme
Ahmet Saraçoğlu
In solitude – sister görünce dertleniyorum her seferinde, öyle bi albüm yapıp dağılmak nedir yav, küfreder gibi.
Kendi adıma bu gece Empyrium’a doydum. :) Ellerinize sağlık, güzel sorular, detay sorular. Andreas ve Nadine soruları için ekstra teşekkürler.
ne denebilir ki? adamlar efsane,gelmez bir daha böyle bir grup maalesef şimdiki bu tarz müzik yapan gruplara bakıyorum hep yapay bir atmosfer,zorlam bir melankoli ve emo bir müzik oysa bu grubu daha il dinlediğimde sanki 40 yıldır tanıyormuş gibi akın,samimi ve tanıdık bulmuştum