Yeni bir röportajla daha karşınızdayız. Bu kez konuğumuz, ilk EP’si “Gold to Rust“ı yakın zamanda çıkaran İstanbullu yeni grup SAILS OF SERENITY. Grupla SAILS OF SERENITY’nin dününü, bugününü, yarınını, “Gold to Rust”ın yapım sürecini, beklentilerini ve daha fazlasını konuştuk.
Merhaba arkadaşlar. Öncelikle ilk EP’niz “Gold to Rust”tan dolayı tebrik ederiz. Kritikte de bahsettiğimiz gibi, gayet iyi bir ilk adım olduğunu düşünüyoruz.
Çok teşekkürler, kritik için de ayrıca teşekkür ederiz, ellerinize sağlık.
Grubun kuruluşundan bahseder misiniz?
Grup aslında isimsiz olarak 2011 senesinde, Sercan, Erdem ve Selim üçlüsü ile başladı. Uzun bir süre eleman aradık. Vaktimizi üç kişi olarak, bazen de bizimle çalmak isteyen adaylarla prova yaparak geçirdik. Çaldığımız parçalar da genel olarak Lamb of God, As I Lay Dying gibi gruplardandı. 2013 senesinin sonlarında Batuhan bass gitara, Cihansel gitara geçti ve hemen bir isim bulup çalışmalara başladık. Birkaç konser verdikten sonra, beste ve kayıt dönemine girerken Cihansel ayrıldı. Yerine Harun geldi ve kayıtları tamamlayıp ilk EP albümümüzü çıkardık.
SAILS OF SERENITY ismi nereden geliyor? Bu isim konmadan önce kafanızdan geçen başka isimler var mıydı?
İsim bulmaya çalışırken basmakalıp olmaması ve/veya özel bir şeye gönderme yapmaması için kafa patlattık. O yüzden kendimizce anlamı olan bir tamlama üzerinde karar verdik. Karar verene kadar hatırlamadığımız çok isim konuşuldu ama en son “Sails of Serenity” beğenildi. Kabaca çevirisi “Dinginlik Yolculuğu” oluyor ki bu da hem müziğimizle bir tezat oluşturuyor hem de “yolculuk” olarak çevirdiğimiz “sail” kelimesinin “deniz yolculuğu” manasına gelmesi açısından her birimizin çok sevdiği “deniz/okyanus” temasını veriyor. Bu iki unsur hoşumuza gitti ve “tamam” dedik “ismimiz bu olsun”
“Gold to Rust”ı yazarken dikkat ettiğiniz başlıca şeyler nelerdi? Çaldığınız tür içerisinde kaçındığınız veya müziğinize entegre etmek istediğiniz unsurlardan bahseder misiniz?
Açıkçası kaçındığımız temel şey “çaldığımız tür” kalıbıydı. Bu şekilde bir sınırlandırmadan kaçınmak için zaten “modern metal” gibi bir tanımlama ile yetindik. Ama genel olarak hepimizin metal müziğin farklı türlerine ilgisi var ve ortak nokta olarak metalcore denen türde buluşuyoruz. Ama hem metalcore denen türün kendinden öncekilere çok benzeyen tekrarlarından hem de metal müzik türevlerinin eskittiği davranışlardan da kaçınmaya çalışıyoruz. Kendi müziğimize aldığımız unsurları genel olarak, metalcore türünün bir özelliği olan “breakdown”lar, Dream Theater, Rush, Leprous gibi sevdiğimiz gruplardan örnek aldığımız progresif ögeler, zaman zaman death metal/melodik death metal etkileri olarak sıralayabiliriz. Ama bu ilk EP için geçerli. Bir sonraki albümde farklı şeylerden esinlenebiliriz. Kendi “çaldığımız tür” olarak koyduğumuz tek kural tek bir şeye bağlı kalmamak.
Kayıt safhası nasıl geçti? Beklediğinizden kolay ve beklediğinizden zor olan kısımlar nelerdi?
Kayıt safhası genel olarak beklediğimizden zor ve uzun geçti. Batuhan dışında hepimizin ilk kayıt deneyimiydi ve tüm kayıtları evde aldık. Evde kayıt Batuhan için de bir ilkti. Hepimiz için öğretici bir süreç oldu. Uzamasının temel sebebi bu aslında, o yüzden bunu da olumlu bir şey olarak görüyoruz. Ancak en zahmetsiz olan kısmı vokal kayıtları oldu diyebiliriz. Enstrümanlarda olan birçok dert vokalde yok.
O yüzden hızlı ve acısız geçti. Tabi Selim’in şarkılardan birini kaydederken kırık ofis koltuğunun demiriyle bacağını yaralaması dışında:)
EP’nin prodüksiyonu için sitemiz yazarlarından Bahadır Sarp’la çalıştınız. Bahadır’ı tercih etmenizdeki sebebi ve süreci biraz anlatır mısınız?
Kayıtlarımızı yaparken bir yandan da çevremizde prodüksiyon işleriyle uğraşan, sevdiğimiz, istediğimiz sonucu alabileceğimizi düşündüğümüz az sayıda insanla görüştük ama istediğimiz geri dönüşleri pek alamadık. Bu sırada “Albümün nasıl tınılamasını istiyoruz? Çevremizde bu müziği yapanlardan kimlerin prodüksiyonunu beğeniyoruz?” diye düşünürken aklımıza hem müziğini hem de “Out of Themselves Things Will Come” albümündeki prodüksiyonunu çok beğendiğimiz “Thrown to the Sun” geldi. O sırada grubun gitaristliğini yapan Bahadır Sarp ile o albümün prodüksiyonunu kimin yaptığını öğrenmek için iletişime geçtik. Prodüksiyonu kendisinin yaptığını öğrenince de bizimle çalışmak isteyip istemeyeceğini sorduk ve olumlu cevap aldık. Böylece ortaya “Gold to Rust” çıktı.
Şarkı yazımı ve finalize etme süreci nasıl gelişti? Besteler ortak mı yapıldı, yoksa şarkı yazımı konusunda öne çıkan grup üyeleri var mı? Yazılan riflerin, melodilerin bir şarkıda yer alması konusunda grup içi oy birliği arıyor musunuz?
Bestelere fikri temelde herkesin bir katkısı oluyor. Birisi bir şey yazıp yolluyor, dinliyoruz, yorumlarımızı yapıp değiştirilebilecek yerleri değiştiriyoruz. Bu değişimler, şarkı kaydedilene kadar, genelde provalar esnasında, yapılıyor. Geriye kalan ufak tefek ayrıntılara son şekillerini de kayıtlarda veriyoruz ve şarkılar son halini almış oluyor. Ancak genelde bir kişinin beğenmediği, içine sinmeyen bir kısım olursa fikir alışverişine devam edip ya değiştiriyoruz ya da ufak dokunuşlarla orta noktada buluşmaya çalışıyoruz. “Gold to Rust” için konuşursak riff, melodi yazımında Sercan ve Batu daha aktif oldu. Sözleri de, Batu’nun zaman zaman verdiği destek haricinde, Selim yazıyor zaten.
SAILS OF SERENITY’nin şu anda icra ettiği müzik içerisindeki tüm unsurlar, müzik dinleyiciliğinizin en başından beri sevdiğiniz şeyler miydi, yoksa önceleri yakınlık duymayıp şimdi sevdiğiniz şeyler de var mı?
2011 başında, henüz bir grup fikri ortada yokken Sercan, Selim ve davulda Furkan isminde bir arkadaşımızla eğlenme amaçlı thrash metal çalıyorduk ve o zamanlar metalcore denen bir türden haberimiz yoktu. Sercan, Erdem ve Selim üçlüsü olarak metalcore ile tanıştıktan sonra grup kurmaya karar verdik. Keza o dönemde Batuhan da metalcore türünün piyasa örneklerini görüp bir önyargı oluşturmuş durumdaydı ki kendisi brutal/slamdeath metal kökenlerine sahip bir dostumuz. Harun da eski cover grubu ile Gojira, Anathema, Opeth gibi grupları dinleyip çalıyordu; tür ile tanışıklığı pek yoktu. Harun ve Batuhan’ı türün iyi örnekleriyle tanıştırıp gruba dâhil ettik. Sonrasında zaten bu türü kendi kökenlerimizle harmanladığımız kısmı biliyorsunuz :).
“Modern metal” sizce nedir? Türün belirleyicileri olarak kimleri görüyorsunuz ve bu müziği yapmanızda etkisi olan gruplar hangileri?
“Modern metal” daha önceki bir soruda da belirttiğimiz gibi bir tür değil, bir tanım bizim için. Metal müzik kabul etmek istesek de istemesek de standartlaşmış, yarım asırdan fazladır kullanabileceği birçok özelliği kullanmış durumdaydı. Metal müzik adı altında çıkan yeni türler de piyasada çok fazla tutulduysa da insanlar arasında bir fikir ayrılığına sebep oldu. Hiçbir zaman anlam veremediğimiz “bu metal mi, değil mi?” tartışmaları çıktı ortaya. Sürekli olarak da şunu görüyorduk; bir grup çıkıyor ve diyor ki “biz kendimizi bir türle sınırlamıyoruz, içimizden gelen o an neyse onu yapıyoruz”. Gel gelelim yorumlarda ve paylaşımlarda “en iyi death metal grubu, en iyi thrash metal grubu” gibi yorumlar var. Bu sefer de “bu death metal mi değil mi?” tartışması yapılıyor :) Daha sonraları,sevdiğimiz bazı grupların bu tanımı kullandığını gördük ve hoşumuza gitti. Türler arasındaki sınırı yok eden bu tanımı biz de kullanmaya başladık. Bu yüzden “modern metal”den kasıt, müziklerindeki çeşitliliğin yanı sıra, metal müzik türevlerinden tamamen kopmayan, yenilikçi grupların yaptığı müziktir. Bu tanımı kullandığını gördüğümüz ilk grup ise Breakdown of Sanity. Bu tanıma uyduğunu düşündüğümüz, sevdiğimiz diğer gruplar ise Sylosis, Architects vs. gibi gruplar.
Müziğinizde yer yer djent etkileri var. Ülkemizde bu müziğin çok da fazla icra edilmediği düşünüldüğünde, bu açığı kapatmak adına djent unsurlarını köklemeniz de mantıklı bulunabilirdi ancak siz bunu yapmamışsınız. Djent konusunda neler düşünüyorsunuz, ileride müziğinize daha yoğun şekilde entegre etmeyi planlıyor musunuz?
Djent sevdiğimiz bir tür. Ama anlaşıldığı üzere her şeyi tadında seviyoruz. O türü de müziğimizde, başka unsurlarla birleştirerek kullanmak hoşumuza gidiyor. Ülkemizde eksik olan bir türü elbise gibi üzerimize giyip devam etmek istemediğimiz için o bahsettiğiniz köklemeyi de hiç düşünmedik. Selim, grubun geri kalanına göre daha az seviyor djent müziği. Ancak daha önce bahsettiğimiz gibi orta noktayı bulup bestelerimize tat katacak kadar kullanıyoruz her şeyden biraz.
İlerisi demişken, “Gold to Rust” SAILS OF SERENITY’nin müzikal kimliğini ne kadar özetliyor. EP’yi dinlerken, bundan sonra yayınlayacağınız şeyler için ne gibi planlar yapıyorsunuz?
“Gold to Rust” şu ana kadar aldığımız yorumlardan anladığımız kadarıyla çeşitlilik anlamında güzel bir ilk adım oldu. Bu açıdan grubun müzikal kimliğini, bundan sonrası için hedeflediği müzikal yapıyı yeterince ifade ediyor sanıyoruz ki. Bundan sonrası için de bu çeşitliliği arttırarak devam ettirmeyi düşünüyoruz. Doğal olarak etkileşime girdiğimiz unsurlar da artacak ve/veya değişecektir. Esinlendiğimiz noktaları sürekli değiştirerek elimizden geldiğince değişken olmayı planlıyoruz.
Dinleyicilerin sevdikleri grupları yeri geldiğinde sert şekilde eleştirdiği hepimizin malumu. Siz SAILS OF SERENITY ile birlikte işin dinleme tarafından icra tarafına geçince, müziğe karşı bakış açınızda değişmeler oldu mu? Yaratımlarınızı başkalarının beğenisine sunmaya başlayınca, dinleyiciyken başka gruplara haksızlık ettiğiniz durumlar olduğunu hissettiğiniz oldu mu?
Selim: İşin mutfağına girdikten sonra birçok konuda fikirler değişti tabi. Sadece müzikal anlamda değil farklı noktalara bakış açım da değişti. Konser ayarlamak, CD, çıkartma vs. üretim aşaması, müziğin üretim aşaması, prodüksiyon aşaması gibi birçok şeyin dışardan göründüğü gibi olmadığını fark ettim. Spesifik bir örnek şu an için aklıma gelmiyor ama “Niye böyle yapmışlar” dediğim gruplar mutlaka oldu ve şu anda bunu demeden önce düşündüğüm farklı şeyler oluyor:)
Batuhan: Şahsım adıma konuşacak olursam baya fazla olduğunu söylemem mümkün aslında. Çünkü enstrüman çalmadan evel müziği daha bütün, daha yüzeysel dinlerdim ve olaya eleştirisel yaklaşmadan aldığım zevke bakardım. Fakat bass gitara başladıktan sonra müziğe bakışım çok daha değişti çünkü çaldığım enstrüman baya zor duyulan ve dikkatli olmadıkça anlaşılmayan bir yapıya sahip olduğundan şarkılarda duymak adına kendimi daha da bir odaklamaya başladım müziğe ki gün be gün daha çok çekti bu beni müziğe ve daha iyi bir müzik dinleyicisine dönüştüm. Bu da beni başkalarınca yapılan müziğe karşı saygıyla yaklaşmaya itti.
Sercan: İcra kısmı gerçekten bambaşka. Şahsen müziğe dair algım büyük ölçüde değişti bu sayede. Küçüklüğümden beri şarkıları enstrümental açıdan çok dikkatli dinlerdim ki bunun sebebi büyük ölçüde yıllarca sadece Dream Theater dinlemiş olmam. Öte yandan icraya girişince işler farklı bir boyut aldı. Bu tarafa geçtiğinizde, kendinizi bir anda cümleleri yorumlarken, partisyonların nasıl birleştiğini düşünürken buluyorsunuz. O eski, saf keyif yok artık şarkılarda :) İncelemeler, geri sarıp tekrar tekrar dinlemeler…
Erdem: Dinleyici kısmından icra kısmına geçince gerçekten haksızlık ettiğim birkaç nokta olduğunu gördüm. Kayıt aşamasının ne kadar zor olduğunu gördüm ki bu da en ayırt edici durum oldu.
EP’ye gelebilecek olumsuz eleştiriler canınızı sıkar mı, yoksa şimdiden bunlara hazırlıklı mısınız? Şimdiye dek gruba veya EP’ye yönelik sert bir eleştiriyle karşılaştınız mı?
EP şu ana kadar hiçbir olumsuz yorum almadı açıkçası. Şu ana kadar gördüğümüz duyduğumuz tüm tepkiler iyi yönde. Gelebilecek olumsuz bir tepki de saygısızca bir tepki olmadığı sürece hoşumuza gider. Eleştiriyi kendimizi geliştirmek için bir fırsat olarak görüyoruz. Eleştiri gelecek ki, eksik yönlerimizi görüp düzeltme şansımız olsun.
SAILS OF SERENITY ilerisi için neler düşünüyor? Ülkemizdeki şartlar ve metal gruplarının yaşadığı sıkıntılar düşünüldüğünde, büyük hayaller ve olası hayal kırıklıkları sizi nasıl etkiler? Bu işe yeni atılan insanlar olarak, kendinizi Türkiye’de metal yapmaya hazır görüyor musunuz?
Sails of Serenity’nin hedefi bu türün daha güncel olarak icra edildiği Avrupa ve Amerika piyasaları. Bu nedenle mümkün olduğu kadar kısa sürede yurt dışında konser, albüm anlaşması gibi hedeflerimiz var. Bu yolda hayal kırıklıkları ve büyük zorluklarla karşılaşmaya da hazırız malum Türkiye’den çıkan bir grubun gitmesi gereken yol daha uzun ve zorlu; biz de bunun farkındayız.
Bugüne dek verdiğiniz konserlerden bahseder misiniz? Nerelerde çaldınız? Playlist’inizden EP haricinde cover şarkılar da var mı? En iyi geçen konser hangisiydi, konserlerde gözünüze çarpan ortak sorunlar nelerdi?
Şu ana kadar 5 konser verdik. Bunlardan 4 tanesi Dorock Bar, bir tanesi Bursa BarBar’da gerçekleştirilen “Full Metal Night Bursa” etkinliği oldu. EP çıkmadan önceki konserlerimizde setlist ağırlıklı olarak cover parçalardan oluşuyordu. EP çıktıktan sonraki ilk konserimiz ise Bursa’da oldu. Bu beş konser deneyimi ve öncesindeki seyircilik deneyimlerimize dayanarak genel sıkıntıyı seyircinin ve seyirci desteğinin azlığı olarak görüyorduk. Ayrıca İstanbul’da yerel grupları çıkarmak istemeyen mekan sahibi gibi bir gerçek de var. Beş konserin dört tanesinin Dorock Bar’da olması bunun bir kanıtı diyebiliriz. Biz bunları sadece İstanbul değil ülkenin genel sorunu sanıyorduk. Ancak Bursa bizi hem yanılttı hem şaşırttı. Bursa’da çok çok büyük bir kitle yoktu ama gelen insanların tamamı bizimle birlikte eğlendi. Organizasyonu yapan insanların bize karşı davranışı ise tarif edilemeyecek kadar iyiydi. Bizi inanılmaz güzel ağırladılar. Başta Yücel Pehlivan olmak üzere Full Metal Night etkinliğini gerçekleştiren, orada görev alan herkese çok teşekkürler, ellerine sağlık. Umarım tüm şehirlerimizde metal için böyle uğraşan insanlar görürüz ilerleyen günlerde.
Şimdi de her grup üyesinin ayrı ayrı cevaplamasını rica edeceğimiz sorular var.
“Gold to Rust”ın miks ve mastering işleri tamamen bittikten sonra en az kaç kez baştan sona dinlemişsindir?
Selim: Neredeyse her gün baştan sona dinliyorum. Sercan: Sayıyı pek tahmin edemiyorum, daha yeni tamamlandığında çok dinledim ama artık o kadar sık dinlemiyorum. Erdem: Her şey bitti tamamız denildikten sonra 5-6 defa dinlemişimdir. Ama her gün dinlemek üzere açtığım ilk şarkı tabi ki EP’den. Harun: Videoları da yaptığım için 10-12 kez baştan sona dinlemişimdir. Fakat her gün en az iki parçamızı kesin olarak dinliyorum. Batuhan: Günaşırı stream hâlde dinliyorum.
Kendi enstrümanında dünyada en sevdiğin müzisyen kim, neden?
Selim: Çok zor soru, çünkü vokale başlama sebebim Caliban vokali Andreas Doerner olsa da, şu anda örnek aldığım ve ulaşmak istediğim seviye Architects vokali Sam Carter. Sercan: En sevdiğim diyebileceğim biri yok. Tarzları çok farklı olan gitaristleri karşılaştırmayı haksızlık olarak görüyorum. En sevdiklerimden birkaç tane sayacak olursam Guthrie Govan, John Petrucci, Aaron Marshall diyebilirim. Erdem: Tabii ki Mike Portnoy. Manevi yönü çok fazla tabii bu cevabımın ama son dönemlerde Anup Sastry gerçek bir idol. Harun: Guthrie Govan ve son zamanlarda sıkça takip ettiğim Rick Graham. Batuhan: Saymakla bitiremeyeceğim kadar çok insan var listemde ancak Alex Webster ton, tuşe ve teknik olarak en beğendiğim olarak bir tık ileridedir. :)
2016 içerisinde şu ana dek en sevdiğin 5 albüm hangileri?
Selim: 2016 içerisinde şu ana kadar Caliban, Adept, Bury Tomorrow, Exumer, Artillery, Anthrax gibi çok sevdiğim gruplar albüm çıkardı ancak henüz hiçbirini baştan sonra dinleme fırsatım olmadı. Bu saydıklarımdan beklentim büyük ama ilk fırsatta dinleyeceğim. Ayrıca Architects’in “All Our Gods Have Abandoned Us” albümü bunların hepsinden daha büyük bir heyecanla beklediğim bir albüm. Sercan: Dream Theater – “The Astonishing” / After the Burial – “Dig Deep“. Fazlasını söyleyemiyorum ancak Despised Icon’dan “Beast” ve Architects’ten “All Our Gods Have Abandoned Us” albümlerini büyük heyecanla bekliyorum. Erdem: Dream Theater – “The Astonishing” / After the Burial – “Dig Deep” / Erra – “Drift” / Hacktivist – “Outside the Box” Harun: Dream Theater – “The Astonishing” / Deftones – “Gore” / Killswitch Engage – “Incarnate” / Fleshgod Apocalypse – “King” / Rotting Christ – “Rituals” ve hâlâ sabırsızlıkla beklediğim Katatonia ve Gojira albümleri. Batuhan: After the Burial – “Dig Deep” / Caliban – “Gravity” / Anthrax – “For All Kings” şimdilik ama deli gibi beklediğim Architets ve Gojira albümleri var 2016 adına. :)
Şimdi de en sevdiğiniz gruplar özelinde bir şeyler soralım.
Selim: Daha önce ARCHITECTS dinlememiş birisine grubun hangi albümünü tavsiye edersin, sence o albümü farklı kılan nedir?
Daha önce hiç dinlememiş birine “Lost Forever//Lost Together” dinletirim. Çünkü Architects’in Epitaph ile imzaladıktan sonra yaptığı ilk albüm olup, gözümde tanrı seviyesine ulaştıkları albümdür. Tüm elemanların kendilerini müzisyenler olarak inanılmaz geliştirdiği, kayıt kalitesi, mix ve mastering olarak şaha kalktıkları, duruş ve tavır olarak da hiç olmadıkları kadar kendilerinden emin oldukları albümdür. Ben “The Here and Now” ile başladım ki “Hollow Crown” albümünden itibaren bugüne kadar yaptıkları her bir şarkıya bayılırım. Ama “Lost Forever//Lost Together” metal dünyasında yapılmış en iyi albümlerden biridir. Bu sene çıkacak olan “All Our Gods Have Abandoned Us” ise 2016 içerisinde en sevdiğim 5 albüm listesine girebilecek gibi gözüküyor, yayınlanan iki single oldukça fazla heyecanlandırdı.
Sercan: “The Astonishing” hakkında ne düşünüyorsun, beklentini karşıladı mı?
Albüm, gerçekten beklenilenin ötesinde. Başta çok şaşırttı, algılamam zaman aldı ancak konseptinin getirdiği yer yer ruh değişiklikleri, anlatmak istediğini müziğe böylesine yansıtması beni gerçekten etkiledi. Bu albümde olgunluk hissettim diyebilirim, daha ne kadar olgunlaşabilir bu grup diye düşünmek çok doğru aslında ama her albümde farklı noktalarda da olsa daha iyiye, ileriye gittiklerini kanıtlıyorlar. Çok büyük bir Portnoy hayranı olmama rağmen Mangini’yi de artık tamamen benimsemiş bulunduğumu belirtmeliyim. Grubu teknik olarak gerçekten çok üst seviyeye taşıyor, işin içinde matematiğin böylesine bulunması Mangini’de beni etkileyen nokta.Son olarak ise, albüme dair fikri olmayanlar için Three Days’i ve The New Beginning’i dinlemelerini öneririm. Neyle karşı karşıyayız anlaşılsın. :)
Erdem: Portnoy sonrası çıkan albümlerden en sevdiğin hangisi, neden?
Bu soruya net bir cevap vermek benim için çok zor açıkçası “A Dramatic Turn of Events” ve “Dream Theater” albümlerinden birine bu daha iyi diyemem ama galiba ”A Dramatic Turn of Events” olur bu sorunun cevabı. Her albümde daha zayıf bir parça olur illa ki (ya da ben böyle düşünüyorum) ama bu albümde her parça kafaya oynuyordu bu yüzden en sevdiğim albüm.
Harun: GOJIRA’yı hangi albümle tanıdın ve sana neler hissettirdi?
İlk olarak “The Way of all Flesh” albümünü dinlemiştim . Oroborus’u ilk dinlediğim de bu nasıl riff lan dediğimi hatırlıyorum. Üzerinden 3,5 sene geçti hâlâ Gojira dinliyorum. Gojira’nın bir atmosferi var ve sizi içerisine çekiyor ve bunu her albüm ve her şarkı da size fazlasıyla hissettiriyorlar. Herhangi bir tarza koyamadığım nadir gruplardan birisi. Şimdi yeni albüm için gün saymaktayım.
Batuhan: Adı fazla anılmayan ancak senin çok sevdiğin PANTERA şarkılarından 3 tanesini söyler misin?
Aslında benim için çok çok zor bir soru bu çünkü Pantera’nın sevmediğim bir şarkısını bulmam çok zor, hayatımın grubu diyebilirim hatta bacağımda CFH logosunu dövme olarak taşıyacak kadar seviyorum. :) Ama illa 3 şarkı denecekse Hard Lines Sunken Cheeks, The Sleep ve Psyhco Holiday üçlüsünü söyleyebilirim.
Bu röportajın manşetini de söyleyin, röportajı noktalayalım.
Sails of Serenity’de yelkenler fora!
Röportaj için teşekkürler, umarız her şey istediğiniz gibi gider.
Biz teşekkür ederiz, ilk günden beri verdiğiniz destekten ötürü. İyi çalışmalar.
başarılar dilerim, umarım avrupa, amerika hayalleri gerçek olur.