“Anthropocentric” albümünü ayıla bayıla dinlediğim, gözlerimden yaşlar getiren şarkıların olduğu albümlerden birini yapmış Berlin merkezli THE OCEAN ve ilk defa dinleyecek olduğum Japon Post – Rock grubu MONO ülkemize teşrif ediyorlardı. Dışarıya pek göstermesem de konser için içten içe epey heyecanlıydım. Konsere geçmeden önce şunu belirtmeliyim ki artık kendi şehrimde de orta seviye grupları izleyebiliyor olmak son derece güzel. Stadyum seviyesi olmayan bu tarz çoğu grup Yunanistan gibi yakın Avrupa ülkelerine geldiğinde ülkedeki organizatörler tarafından İstanbul’a da ayarlanıyor. Tabii bu katılım olduğu sürece olabilecek bir olay onu da unutmamak lazım.
THE OCEAN sırasında Garajİstanbul’un yarısı kadarı doluydu. Mekana girip eşyalarımızı bir masaya koyup biramızı yudumlamaya başlayalı 15-20 dakika olmuştu ki grubun vokalini kafasında beresiyle seyircilerin arasından geçerken gördük. Bu bana anında “eyvah 2 saat bekleriz başlamasını artık” korkusu verdi. Konserlere giden dinleyiciler konu rock ya da metal konserleri olduğunda saatlerin ne kadar az umursanmadığını bilirler. Kendi adıma konuşmak gerekirse en büyük eziyetlerden biri saatlerce konser beklemek ve konser başladığında çoktan gitmek istiyor olmak. Bu noktada hassas davranan grup ve MOODLIVE ilk anda yüzlerimizi güldürmeyi başardı ve THE OCEAN introsunu daha ilk biralarımızın yarısındayken duyduk.
Kalabalık bir kadrosu olan grup vokal, bas, davul, 2 gitar, klavye ve cello’yla karşımıza dizildi. Intro tam gaz grubun girmesi için kısa bir kreşendoydu fakat bittiğinde beklentinin tam aksine sakin bir gitarla performans başladı. 6 şarkı çaldıkları konseri “Precambrian” albümünden 2 şarkıyla açıp “Pelagial“la devam ettiler. Sahne duruşu olarak kalabalık olmanın verdiği avantajın yanında vokalin duran insanlar arasında kendini müziğe kaptıran kişileri parmağıyla işaret edip göz teması kurması ve onları daha da gazlaması seyirciyle sahne arasında bağlantının kopmasını engelledi. Bazı konserler büyüklüğü ya da grubun yapısı gereği bir süre sonra film izlemeye dönüşebiliyor. Hiçbir bağın kalmıyor sahneyle, olayın gerçekliğini unutturuyor. THE OCEAN asla öyle bir müzik yapmıyor bence ve tam da buna uygun davranışlar sergilediler. İlk şarkının sonunda seyirciye Türkçe “SAĞ OLUN!” diye bağıran vokal, konser boyunca da THE OCEAN müziğine kendini kaptıran kişileri cımbızla seçer gibi yakaladı ve onlara onları fark ettiğini belli etti.
Garajistanbul’da daha önce konserler izledim ve biliyorum ki mekana sesle ilgili denebilecek kötü bir şey yok. İyi bir soundcheckte ya da mikste inanılmaz güzel konserler izleyebiliyorsunuz. Ama THE OCEAN için maalesef bu onlardan biri değildi. Solo gitarist bazı çok belirgin aksiyonlara girmediği sürece ya da müzik bazen nerede olursanız olun kolayca anlaşılır olabilecek kısımlara gelmediği sürece, çalınan 2 akoru arka arkaya çözemedim. Evet biliyorum konserler etkileyici olmalıdır, konser sistemi içimizi gümbürdetmelidir ama bu şekilde değil. Birçok tarza metal müzik canlıda idare etmesi zor bir tarz ama sadece uğultu duyacak kadar da zor değil diye düşünüyorum. Bunun aksine sanırım sahne içindeki ses epey iyiydi ki vokal sesçilere alkış istedi. Sahne dışındaki sesi bilse aynı fikirde olur muydu bilmiyorum ama kendi adıma gözlerimi kısıp ne çalındığını anlamaya çalışmakla geçen bir metal konseri daha diyebilirim THE OCEAN performansı için. Yine de önümüzdeki WARREL DANE konseri için umutlarımı ve pozitif enerjimi saklıyorum, çünkü her akşam ve grup farklı. Sakın “garajistanbul’da ses iyi değilmiş.” çıkarımını yapmayın dediklerimden. Zira biz orda bir Ayşe Saran konseri izledik, hala övüyorum çevreme.
THE OCEAN konserini bitirdiğinde saatten ötürü Garajistanbul’un yarısını dolduranların da yarısı mekandan ayrıldı ve MONO sahnede yerini aldı. Biz de bara doğru dinlenmeye ve sakin sakin grubu izlemeye çekildik. THE OCEAN’ın aksine MONO çok daha derli toplu duyuluyordu. İki grubun dinamikleri son derece farklı ama bence yine de ses probleminin cevabı burada yatmıyor. Çoğu post-rock grubu gibi MONO da yankılarda yüzen, bazen de çamurlu gitarlarıyla karanlık yaratan, melodiklikten çok atmosfer bazlı müziğiyle ortamı bir anda soundtrack havasına soktu. Sahnede durarak – hatta oturarak – çalan grup her ne kadar gecenin ana sanatçısı olsa da THE OCEAN’ın hareketliliği ve gürültüsü ardından, THE OCEAN’ın destek grubu izlenimi verdi. Bunu sadece gözlem olarak söylüyorum, yoksa birisi diğerinden daha iyi olarak değil. 6 şarkı çalan grubun performansının sonuna kadar kalamasam da konserin ilk 3 şarkıdaki gibi devam edeceğini setlistlerinden biliyordum. Buna da dayanarak şöyle toparlayabilirim, benim adıma MONO’yu tanımak için son derece tatlı, THE OCEAN’ı dinlemek için pek de tatlı olmayan bir konserdi.
Haftaya WARREL DANE var. Duyduk duymadık demeyin. Kaçmaz!