Bugünkü röportaj konuğumuz, senfoni, orkestra ve metal kavramlarını düşününce akla gelen belki de ilk grup olan THERION.
İsveçli grubun lideri Christofer Johnsson’a ormandaki kulübesinden ulaştık ve hem grubu, hem müzik piyasasının genel durumunu, hem de grubun 30 Ağustos’ta vereceği %100 Metal Fest Headbangers’ Weekend konserini konuştuk.
Röportaj: Ahmet Saraçoğlu
Tercüme: Pasifagresif
Selam Christofer, nasılsın?
İyiyim dostum, sen?
Ben de iyiyim sağ ol. 30 Ağustos konserinizi merakla bekliyoruz; bir önceki İstanbul konserinize gelmiştim ve baya iyi geçmişti.
Evet, İstanbul’a gelmeyeli baya oldu, iyi bir konser olacağına eminim.
Bir süredir üzerinde çalıştığınız rock operanız ne durumda? Sanıyorum şu ara beste sürecindesiniz.
Evet, gerçekten çok fazla işi var. Tahminlerime göre şu an, sanırım %40’ını ancak tamamladık.
Gelecek yıl piyasaya sürmeyi planlıyorsunuz değil mi?
Evet, yani bilemiyorum. En azından beste sürecini gelecek sene bitirmiş olacağız, o kesin. Bir yandan da şarkı sözleri üzerinde çalışıyoruz, o da oldukça hızlı ilerliyor.
Bunun bir rock operası olduğunu düşününce, normalden daha hafif bir THERION mu beklemeliyiz, projenin içeriği konusunda neler söylersin?
Hafif demeyelim, ama daha kolay içine girilebilir bir şey olması gerekiyor. Daha önce de nispeten içine girilmesi kolay şeyler yaptık gerçi. Annene bir THERION şarkısı dinletmen gerekse Lemuria ya da Birth of Venus falan dinletebilirsin mesela. To Mega Therion falan çok hoşuna gitmeyebilir sanırım haha.
Haha.
Neyse, sonuç olarak THERION’un daha kolay dinlenebilir tarafına yoğunluk vermemiz gerekiyor bu defa. Her şeyden önce kendimizin hoşuna gidecek bir şey ortaya çıkartmamız lazım, zaten bu yüzden müzik yapıyoruz. Bunun yanında, sadık hayranlarımızın da hoşuna gitmesi gerekiyor. Onlar bizim dinleyicilerimizin çekirdek kitlesini oluşturuyor. Ama tüm bunları istediğimiz düzeyde yapabilmek için, ki bu epeyce pahalı bir prodüksiyon olacak, operayı daha kolay dinlenebilir bir düzeyde tutmamız lazım. Annenin ve arkadaşlarının “hadi gidip bunu izleyelim” diyeceği bir şey olsun istiyoruz.
TRANS-SIBERIAN ORCHESTRA tadında bir şeyler mi var aklınızda?
Hayır, yani, aslında çok da fazla dinlemedim onları. Karşılaştırma yapamam. Ama mesela Jesus Christ Superstar’ın THERION versiyonunu hayal et, öyle bir şey.
Bir de normal THERION albümü yayınlayacaksınız, bu sanırım operadan sonra gelecek. Şimdiden bunun hakkında bir şeyler hazırlıyor musunuz ya da aklınızda bir konsept var mı, yoksa sonraya mı bıraktınız?
Bu epey ileriki gelecekte, o yüzden henüz üzerinde çalışmaya başlamadık. Öncelikle rock operamızı bitirmemiz, sonra bir de onu kayıt etmemiz gerekiyor. Kayıttan sonra da bunu piyasaya süreceğiz. Bunun esas önemli amacı operayı canlı çalmak. Sonra bunun ne kadar common act essay topics başarılı olacağını göreceğiz. Eğer ki büyük bir hit olursa belki de turnesi yıllarca sürer.
Anladım. Peki “Sitra Ahra”dan sonra yeni materyale dair az da olsa bir planlamaya giriştiniz mi? Yani aklında “Evet, yeni THERION sound’u şöyle bir şey olmalı” diye bir fikir var mı?
Hiç plan yaptığımı söyleyemem. Ne oluyorsa kendiliğinden oluyor. Bir proje üzerinde çalışıyorken ona odaklanıyoruz ve bir sonraki projenin nasıl olacağı konusunda kafamızda bir düşünce olmuyor. Yalnızca elimizdekini bitirmeye odaklanıyoruz.
Peki şu sıralar müzik endüstrisinin durumu hakkında ne düşünüyorsun? Her şeyin internetten dinlenilebilir olması mesela, CD satışlarını iyice düşürdü ve albüm çıkartmanın temel amacı turlayıp ürün satarak para kazanmaya çalışmak haline geldi. Senin bir müzisyen olarak bu konudaki düşüncelerin neler?
Biz önceden fazlaca albüm çıkarttığımız için sanırım bu konuda biraz avantajlıyız. Eğer bir grubun 10 tane CD’sine sahipsen ve grup 11. albümünü çıkartıyorsa, onu da almak istersin, çünkü bir koleksiyonun olmuştur. Daha genç gruplar için bu daha büyük bir problem. Yine de tabii ki tüm gruplar artık daha az CD sattığının farkında. Hayranlarımız artık müzik setlerinde müzik dinlemiyorlar, dinlemek için CD’lere ihtiyaçları yok. iTunes’dan ya da oradan buradan satın alabiliyorlar. Aynı ücreti ödüyorlar aslında ama insanların müziğe hangi formda, nasıl sahip olmak istedikleri konusunda bir görüş belirtemem. Fakat Spotify ve benzeri diğer yayınlarda durum daha vahim bir hal alıyor. Eski albümler ile ilgili bir problem değil bu, çünkü zaten onlardan almamız gereken ücreti almış oluyoruz. Yani örneğin birisi “Vovin” albümünü satın almak yerine Spotify gibi bir aracıyla dinlemeyi tercih ediyorsa bu çok da büyük bir sorun değil. Elbette eğer albümü satın alırlarsa daha fazla para kazanabiliriz ama eski bir albüm yıllar içerisinde yeterince sattığı için bunu çok fazla sorun etmiyoruz. Ama yeni bir albüm yaptığınızda birçok masrafınız oluyor, bu da sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Çünkü eğer 75.000 Euro gibi bir prodüksiyon masrafınız varsa,
ki bizim normalde bu civarda olur, bu paranın karşılanması için o albümün 20 yıl kadar durmaksızın Spotify gibi kanallardan dinlenilmesi gerekecek demektir. CD satışlarından ise 1 yıl içerisinde bu masrafı karşılamak mümkün. Rock Opera’nın satışları nasıl olacak bunu hep birlikte göreceğiz ama tüm bunların ortaya çıkardığı sonuçlardan bir tanesi de artık hayranlara daha doğrudan bir şekilde ulaşmaya çalışmaya başlamış olmamız. “Les Fleurs du Mal” albümünü yaparken, henüz albüm yayınlanmadan önce bir tur ayarladım ve albümü orada kendi kendimize piyasaya sürdük. Böylece doğrudan CD’yi hayranlara ulaştırabilecektik. Böylece plak şirketi, dağıtımcılar, müzik marketlerin tamamını aradan çıkarmış olduk. Bu sayede de masraflarımızı karşılamak için 50.000 adet CD satmak yerine yalnızca 5.000 adet satarak durumu eşitlemeyi başardık. Eğer bir şirketle çalışıyor olsanız bile, örneğin Rock Opera da bir şirket aracılığıyla çıkacak ve tahmin ediyorum ki konserlerde yine CD satmak için oldukça çabalayacağız. Her ne kadar şirket kendi ihtiyacı olan parayı alsa da, biz hem sanatçı, hem dağıtımcı, hem de müzik market görevini üstlenmiş olacağız. Bu elbette albüm satışı yapan dükkanları, müzik marketleri fazlasıyla olumsuz etkileyen bir durum. Artık bu sektör neredeyse ölmek üzere, çünkü insanlar artık albüm satın almıyorlar veya gruplar bu alanda çalışan kişilerin payını kesmeye çalışıyor. Bu nedenle de piyasada yer alan dağıtımcılar ve dükkanlar birer birer yok olup gidiyorlar. Elbette bu sanatçılar için de çok hoş bir durum değil ama bazen faturalarınızı ödemeniz için ne yapmanız gerekiyorsa onu yapmak zorunda kalırsınız. Özellikle de prodüksiyon masraflarını karşılamak için. Günümüzde çoğu grup artık prodüksiyonu ucuza getirmeye çalışıyor ve ucuz kayıtlar alıyorlar. Günümüz teknolojisiyle oldukça düşük miktarda bir paraya bile iyi bir albüm kaydedebilirsiniz, ama eğer senfonik bir orkestra ile kayıt yapmak istiyorsanız bunu ucuza kapatmanın herhangi bir yolu yoktur. Çünkü birçok farklı insana ödeme yapmak zorundasınızdır. Grup tek başına olduğunda ekipmandan kısarak, ya research paper topics 1800s da bir prova odasında kayıt alıp kaydı bir stüdyoya götürüp miksleterek falan tasarruf etmeye çalışabilirsiniz ama eğer bir orkestrayla kayıt yapmak istiyorsanız bu insanlara ödeme yapmak zorundasınız demektir; bunun başka bir yolu yok. Belki de bütçemizi biraz kısabilirim. 50.000 Euro’ya albüm yapabiliriz. Elbette koşullar sürekli değişiyor ama 50.000 Euro da her zaman için 50.000 Euro’dur. Sonuçta 5.000 Euro’ya albüm yapamayacağımızı biliyorum. Kısacası bütçemizi bir şekilde ayarlayabilmek için her ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmalıyız.
Yıllardır besteler yapan bir müzisyen olarak soruyorum, beste sürecinde yeni şeyler deneme güdüsü ve halihazırda oluşup oturmuş olan karakteriniz arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsun? Beste süreci sizin için bu konuda nasıl işliyor?
Müziği spontane biçimde yazıyorum. Hiçbir zaman bu konuda matematik yapmadım. Zihnimden çıkan her neyse onu yazıyorum. Aslında bu konuda kontrollü davranmak istemiyorum. Bu konuda çok doğal bir insanım, savides writing services incorporated bir komutla herhangi bir şey yapamam, kendiliğinden gelişmesi gerekir. İnsanlar bu konuda farklıdır. Mesela gruptan Thomas bu konuda benden farklı, o bir çeşit yönlendirme söz konusu olduğunda daha yaratıcı olabiliyor ve böyle bir yaklaşım süreci onun için daha basit hale getiriyor, ancak durum benim için böyle değil. İstesem de bu şekilde beste yapamam.
Bir de olayın dinleyici kısmı var. Dinleyiciler sevdikleri grup köklerine bağlı kaldığında “hep aynı şey” diyerek, denemeler yapıp yeni şeyler üretmeye çalıştığında da “değiştiler, eskisi gibi değiller” diyerek şikayet edebiliyor. Her iki durumda da negatif geri dönüş alındığı için müzik yazmak
zorlaşabiliyor.
Biz şikayet alma konusunda uzmanız.1992’de çıkan ikinci albümümüz “Beyond Sanctorum”dan beri sabit olarak “hayranlarınıza ihanet ediyorsunuz, değiştiniz” gibi şikayetler alıyoruz. 2001’de çıkan “Secret of the Runes” albümümüz o zamanlarda çok negatif geri dönüşler alıyordu, herkes şikayetler ediyordu ama şu an o albüm bir klasik muamelesi görüyor. Amerika’daki bazı konserlerde albümü seyircilerin isteği üzerine baştan sona how to spy on your spouse cell phone free çalıyoruz. Kimsenin sevmediği boktan bir albüm birkaç sene sonra herkesin favorisi haline gelebiliyor. Bu hep böyle; ne zaman yeni bir albüm yapsan o albüm berbat, beş sene sonra ise gayet güzel, on sene sonra klasik haline geliyor.
Artık dinleyicilerin ilgi eşiği de, her saniye yeni müziklerle karşılaşmaları yüzünden çok düştü.
Bence bu, insanların kötü ekipmanla müzik dinlemesinden kaynaklanıyor. Eğer müziği dandik bir sistemle dinlerseniz iyi bir ses alamazsınız. Böyle olunca da müziğin içine giremezsiniz. Kendimden bir örnek vereyim. Rob Halford ilk solo albümünü yaptığı zaman o kadar merak ediyordum ki albümü yayınlanmadan önce internetten indirdim. Dinlediğimde dedim ki ”Hmm iyi, özel bir şey yok ama olsun”. Sonra albüm yayınlandığında destek olmak ve “Bizim ihtiyar kendine bir kahve alsın” diyerek albümü satın aldım. Sonrasınde müzik setimle dinlediğimde ”Aman tanrım, bu müthiş, nasıl daha önce anlayamadım” dedim. Eğer o albüm bir Judas Priest albümü olsaydı çok daha fazla ses getirirdi. Neyse, sonuç olarak kötü bir setle bildiğiniz bir albümü dinlemek başka bir şey, yeni müzik keşfetmek başka bir şey.
Evet, özellikle Therion gibi çok katmanlı prodüksiyona sahip gruplar için öyle. Eğer standart bir kulaklık kullanıyorsan müziğin ancak %40′ını duyuyorsun.
Kulaklıkla dinliyorsan yine iyi; kulaklık, verdiğim örneklere göre iyi bir ihtimal. İnsanlar artık müziği bilgisayarlarının hoparlörlerinden dinliyor. Sonrasında bir müzisyen olarak neden prodüksiyona bu kadar para harcadığını sorguluyorsun. Hatta bu durum bence Rick Rubin’in “Death Magnetic“in prodüksüyonunu o şekilde yapmasının da asıl sebebi. O albüm kötü bir telefonla veya bilgisayar hoparlörleriyle dinlendiğinde daha iyi duyuluyor. Rubin de albümü insanların müzik dinleme biçimi artık bu şekilde olduğu için böyle bir prodüksiyonla kaydetmeyi tercih etmiş.
Siz 90′ların başında bir death metal grubu olarak başladınız ve tarzınız bugünkü haline evrildi. Müziğinize senfonik elementler eklemeyi ve sonrasında tarzınızı tamamen değiştirmeyi tetikleyen şey ne oldu?
Hmm, bu elbette bir anlık bir karar değildi. Her zaman büyük bir CELTIC FROST hayranı oldum ve onların “Into The Pandemonium” albümünü de çok severim. İlk başladığımızda daha çok “Morbid Tales” albümü ve daha önceki işlerinden etkileniyordum. Ayrıca geçmişten gelen SLAYER ve METALLICA etkileşimlerinin yanında CARCASS ve MORBID ANGEL da seviyordum. Sonrasında şarkılara keyboard da eklemeye başladım. Bu benim için bir problem olmadı çünkü dediğim gibi büyük bir CELTIC FROST hayranıyım ve onların albümlerinde de klasik müzik vokalleri ve orkestral bölümler vardı. Böyle olunca sonraki albümde daha fazla keyboard kullandım, ondan sonraki albümde daha da fazla keyboard ve daha deneysel vokaller yer aldı. Işin içine Orta Doğu etkileşimlerimi de kattım ve “Theli“de de klasik müzik korosu kullandık. Yani adım adım gelişen bir süreç oldu.
Anladım. Röportaj öncesindeki konuşmamızda bana ormanda yaşadığını söylemiştin. Bu durum beste yaparken sana nasıl ilham veriyor?
Bu tek başına ilham veriyor mu bilmiyorum ama burada huzurlu ve sakin bir hayatım var ve rahatsızlık vereceğim komşularım yok. Apartmanda yaşarken komşuları rahatsız etmemek için sadece belirli saatlerde çalışabiliyordum. Ayrıca üst kattaki şişman komşunuzun sifonu çekmesi ya da dışarıdan gelen sesler de ilham verme açısından yardımcı olmuyor haha. İşin iyi tarafı burası sessiz bir yer ve kimseyi rahatsız etmiyorum. İstediğim şeyi istediğim zaman yapabiliyorum, huzurumu kaçıracak hiç birşey yok ve bu çok iyi.
Pek güzelmiş. Bu da son sorumuz. 30 Ağustos’ta Headbangers’ Weekend’de sizi izleyeceğiz. Sizden nasıl bir setlist beklemeliyiz?
Setlist’i oluşturduk. Konsere bir hafta kaldı ve yarın provalara başlıyoruz. Ağırlıklı olarak klasik şarkılarımızdan çalabiliriz tabii. Sonuçta bu bir festival ve daha kısa bir setlist’imiz olacak.
1,5 saat çalacaksınız.
Bir festival için bu gayet iyi bir süre. Avrupa’da headliner olduğumuz zaman 2 saat kadar çalıyoruz. Göreceğiz, 15 albüm yaptık ve ilk albümlerden pek çalmak istemiyoruz. En azından bir saatlik bölümde her zaman çaldığımız şeyleri çalacağız, çünkü insanlar genelde bunları bekliyor. Kalan yarım saatlik bölümde ise festivale gelenlerin aşina olduğu şarkıları biraz çeşitlendirerek çalacağız ve böylece hep aynı şeyleri çalmamış olacağız. Ayrıca festivaldeki herkes sizin için gelmiyor. Daha ulaşılabilir olmalısınız. Kalabalığa istediğini vermelisiniz. Eğer headliner olduğunuz bir turun konserindeyseniz seyirci eski işlerinizi de duymak istiyor, ama festivallerde insanlar biralarını alıp klasikleri dinlemek istiyor.
Festivalde sizden önceki grup CARCASS sizden sonra da KREATOR çıkıyor. Sizden daha ekstrem olan iki grubun arasında olmak hoş bir tezatlık oluşturacak.
Bu bence de seyircinin ihtiyaç duyduğu bir şey. Eğer bu iki grubun arasına örneğin SODOM koyarsınız, insanlar uzun süre boyunca zorlayıcı bir müzikten yorulabilir. İnsanlar bu günlerde gerçekten açık fikirli ve seçebilecekleri birçok müzik tarzı var. Düzgün bir karışım yapmak insanları eğlendirmek için gayet iyi bir yol.
Peki Christofer hepsi bu kadardı. Zaman ayırdığın için teşekkürler, Pazar günü görüşmek üzere.
Çok teşekkürler, görüşürüz!
Soprano olarak isa garcia mı gelecek sandra laureano mu?
Konserin iyi ekmeğini yedik yalnız. :)
future of music is vinyl