Şeytan figürünü güzelleme adına yapılan müzikal girişimler, tamamen GHOST’un önderliğinde olmasa da, özellikle son dönemde GHOST’un beklenmedik biçimde ünlenmesi ile birlikte alternatiflikten çıkıp başlı başına bir yol olarak edinilmeye başladı. Şeytani olanın her daim iğrenç, pis, rahatsız edici, tiksindirici olduğu algısının yerine daha cezbedici, baştan çıkarıcı olabileceği fikri üzerinden yola çıkan gruplara şöyle bir bakış attığımızda, hemen hepsinin gayelerine tatmin edici oranda ulaştığını söyleyebiliriz. Eğer konser alanında binlerce insan “Hail Satan, Archangeloooooo, Hail Satan, Welcome year zero..” diye tek eli havada ahenkle dans edercesine eşlik ederken, sözlerin mahiyetini kafaya takmıyorsa, bence bu bir başarıdır. Bugün de yine kafamızdaki o kötü, corpse paint’li şeytan algısını alıp götürecek, yerine tadından yenmeyen bir müzikle, cezbedici bir şeytan profili çizecek çiçeği burnunda bir grubun ilk albümü hakkında laflayacağız. Evet, isminden de yeteri kadar açık olan LUCIFER’den bahsediyorum.
THE OATH’dan tanıdığımız ‘albenilik kraliçesi’ Johanna Sadonis’in önderliğinde kurulan, yine sanıyorum ki büyük çoğunluğumuzun ‘albüm çıkardığı gibi dağılan gruplar’ kategorisindeki belki de son örnek olarak bildiğimiz THE OATH’un fevri dağılışının ardından, ortalama aynı fikir ve müzikal karakter üzerinden işleyen bir grup LUCIFER. Şahsen THE OATH’un dağılmasından pek bir üzüntü duymuştum, ancak LUCIFER’in haberi çıktığı gibi THE OATH’dan daha iyi olacağına içten içten emindim. Güzel olan da yanılmamış olmam, “Lucifer I” 43 dakika boyunca bir an dahi vitesini düşürmeyen, yoldan sapmayan, hafif bir akşam yemeği sonrası çayla birlikte gelen tatlı gibi, duru, hem keskin hem yumuşak hatlara sahip olan oldukça başarılı bir albüm. Bu başarının ardında yatan sebeplerin ise yavaş yavaş altını çizelim.
Her şeyden önce, “Lucifer I” tam bir gitarist albümü. Gitaristlerin ilgisini zaten dinledikleri ilk andan itibaren çekecektir, gitarla haşır neşir olmayan dinleyicileri de enstrümana başlatabilecek derecede güzel riffler kaplıyor bütün albümü. Zaten hemen her şeyiyle 70’leri andırması yetmiyormuş gibi, gitarlardaki DEEP PURPLE etkileşimli riffler, BLACK SABBATH’a saygı duruşu niteliğindeki kompozisyonlarla birlikte iyiden iyiye 70’leri dinleyiciye yaşatıyor. Diğer yandan da dinlenildiği anda hemen en yakındaki gitarı alıp çalası, kulaktan çıkarası yüzlerce riff içeriyor. “Abracadabra”daki 04:20’de başlayan riff bile tek başına albümü güzel kılan etmenlerden biri diyebilirim. Öyle güzel. Basit olanın daha çekici olduğu gerçeğini yüzümüze vururcasına gelen bu tatlı mı tatlı, kaliteli mi kaliteli rifflerle birlikte bir etmen daha var ki, o da zaten bu albümü senenin en kaliteli işlerinden biri haline getiriyor; Vokaller. Hatta Johanna Sadonis’in kendisi de diyebilirim.
Kendisi hakkında düşüncelerimi şurada kısa ve öz olarak belirttiğim için doğrudan albümdeki vokal performansı ve genel olarak gruptaki duruşuna büyüteç tutacağım. Hem berrak, hisli, cazibeli bir ses rengine sahip olup, hem de heavy gitarları ikinci plana itebilecek güçte bir vokal yorumuna sahip olmak maharet istediği kadar da zekâ gerektiren bir iş. Johanna THE OATH’da denediği (ve başarıya ulaştığı) tarzını hiç bozmadan, aksine müzikteki rol dağılımını biraz daha iyi düzenleyerek daha iyi bir noktaya getirmiş. Vokallerin o büyülü hissiyatına kapılıp gitmeye hazır bir dinleyici, bir üst paragrafta bahsettiğim o çalınası gitar rifflerinin hiçbirine dikkat etmeden albümü defalarca çevirebilir. Diğer yandan vokaller tiyatro sahnesinde rol çalan yan rol oyuncusu gibi değil de yeri geldiğinde atılan pastan tertemiz gol çıkarabilen bir orta saha oyuncusu gibi. Bütün bu saydıklarımın bir de sürükleyicilik ve dinleyiciyi asla yormayan bir vokal kullanımı koyun, e daha ne olsun.
Dinleyiciyle albümün arasından çekilmeden önce son olarak LUCIFER’in metal dinleyen dinlemeyen hemen herkesin sevebileceği, oldukça melodik, yumuşak, rahatsızlıktan tamamen uzak bir albüm olduğunun yeniden altını çizip, yazıyı noktalıyorum.
İçinizdeki sevgi şeytanlarını abkar vadisine eğitime göndermeniz dileğiyle.
kritikte paylaşılan şarkıları beğendim geçmişe bol bol selam çakmalar müzikal göndermeler var. bu nostaljik ve hoş bir albüm gibi bence dinlemek lazım.
Baya güzel albüm. Abracadabra çok iyi şarkı, Johanna’nın da öne çıkarılmasıyla (onun pek öyle bir niyeti yok gibiyse de) daha çok büyürler gibime geliyor. İkinci bir The Oath olmaz umarım.
Albümü iki defa dinledim ve çok daha fazla dinleyeceğim gibi. Şeytan temasının bu kadar tatlı ve akılda kalıcı müziklerle özdeşleşmesi benim hoşuma gidiyor, hissiyat olarak riflerle çok iyi bağdaştığını düşünüyorum. Albümle ilgili en güçlü ve ayırt edici özellik bence de Johanna’nın vokalleri (ve elbette kendisi). Tüm müziğin üzerine o kadar tiyatral bir hava katıyor ki sanki notalar o olmadan anlamsız kalıyorlarmış gibi geliyor bir yerden sonra. Daha ilk dinlemede aklıma takılan Izrael ve Abracadabra şimdilik favorilerim ama tıpkı Ghost’un son albümünde olduğu gibi dinledikçe en sevdiğim şarkılar değişecek gibi duruyor.
Yazı ise grubun müziği hakkında bahsedilebilecek her şeyden ayrıntılarıyla bahseden, sıkmayan, akıcı yapısıyla ideal bir kritik olmuş. Eline sağlık Ozan.
Güzel anları var ama genel olarak sıradan, şimdilik 7/10. İstediğine ulaşmış bi albüm, sadece biraz fazla formalize geldi bana. Kadro gayet sağlam ileride daha iyi işler yaparlar bence.
Son 1-2 yıldır gotikli retrolu 70′ler soslu rock/metal resmen altın çağını yaşıyor(bkz.ghost, in solitude, tribulation, order of israfel, son iki albüm opeth, hatta çok sevilmese de son albüm satyricon vs.). Lucifer Johanna’nın vokali sayesinde diğerlerinden ayrılıyor. Çok duru ve hiç sıkmayan, müziğe de epey uyumlu bir sesi varmış. Hatta benim için Ozan’ın dediği gibi o çalınası rifflerin vs. önüne geçti. Albümü 2 kez dinledim ama henüz enstrümanlara pek dikkat edemedim.
Bana göre albümün tek eksiği güzel sound’a ve harika vokale rağmen “patlayan” ya da “pik” anlarının fazla olmaması. Bir nevi Ghost’un ilk albümü gibi; güzel, ancak Infestissumam’a göre daha az coşkulu ve daha az yer eden klasikler barındırıyor. Umarım bu da Lucifer’ın “Opus Eponymous”u olur ve bir sonraki albümde iyice coşarlar.
Kritik her zamanki gibi çok akıcı ve bilgilendirici olmuş Ozan, eline sağlık. “Purple Pyramid” açık ara favorim bu arada.
Albümü cidden çok beğendim, ilaç gibi geldi. Onur’un da dediği gibi bu tarzda bir patlama yaşanıyor ve biraz da türün karakteristiğinden ötürü kötü iş çok çok az çıkıyor. Harika bir olay.
Oha kimse takmamış burayı. En sevdiğim albümlerden biri. Gitar tonları vokaller riffler melodiler her şey o kadar iyi ki. Sound muazzam. Aşırı catchy bi albüm. ”Whole song is the hook” denebilecek parçalar çoğu. Korkunç underrated bi albüm. Bu tarzda hayatımda duyduğum en iyi, en zevkli rifflerden bazıları var. Bestelerin akışı zaten muazzam. Neresinden övmeye başlasan bitmeyecek bi albüm. Direkt 10 10 10.
kritikte paylaşılan şarkıları beğendim geçmişe bol bol selam çakmalar müzikal göndermeler var. bu nostaljik ve hoş bir albüm gibi bence dinlemek lazım.
Baya güzel albüm. Abracadabra çok iyi şarkı, Johanna’nın da öne çıkarılmasıyla (onun pek öyle bir niyeti yok gibiyse de) daha çok büyürler gibime geliyor. İkinci bir The Oath olmaz umarım.
The Oath daha iyiydi bence. Bu arada Anubis bariz bir Snowblind ripoff’u, esinlenmeyi fazlasıyla geçmiş.
Albümü iki defa dinledim ve çok daha fazla dinleyeceğim gibi. Şeytan temasının bu kadar tatlı ve akılda kalıcı müziklerle özdeşleşmesi benim hoşuma gidiyor, hissiyat olarak riflerle çok iyi bağdaştığını düşünüyorum. Albümle ilgili en güçlü ve ayırt edici özellik bence de Johanna’nın vokalleri (ve elbette kendisi). Tüm müziğin üzerine o kadar tiyatral bir hava katıyor ki sanki notalar o olmadan anlamsız kalıyorlarmış gibi geliyor bir yerden sonra. Daha ilk dinlemede aklıma takılan Izrael ve Abracadabra şimdilik favorilerim ama tıpkı Ghost’un son albümünde olduğu gibi dinledikçe en sevdiğim şarkılar değişecek gibi duruyor.
Yazı ise grubun müziği hakkında bahsedilebilecek her şeyden ayrıntılarıyla bahseden, sıkmayan, akıcı yapısıyla ideal bir kritik olmuş. Eline sağlık Ozan.
Izrael’i dinledim, baya hoşuma gittim hemen albüme de dalıyorum.
Bir de logo nerden tanıdık geliyor diye bakıyordum, Rush’ın ilk albümdeki logosunun fontu. Sevmek için bir neden. :D
08.07.2015
@Harun Yörük, Aynen onu da belirtecektim kritikte not olarak, aklımdan çıkmış hatırlattığın iyi oldu :) Bayağı bayağı aynı ya.
Güzel anları var ama genel olarak sıradan, şimdilik 7/10. İstediğine ulaşmış bi albüm, sadece biraz fazla formalize geldi bana. Kadro gayet sağlam ileride daha iyi işler yaparlar bence.
Baya merak ediyorum bunu, en kısa zamanda geri dönüp övgüleri döşeyeceğim.
Uzun zamandir camiamizda guzel kadin eksikligi vardi. Bayan sadonis bu eksikligi kapatacak guzellikte
Son 1-2 yıldır gotikli retrolu 70′ler soslu rock/metal resmen altın çağını yaşıyor(bkz.ghost, in solitude, tribulation, order of israfel, son iki albüm opeth, hatta çok sevilmese de son albüm satyricon vs.). Lucifer Johanna’nın vokali sayesinde diğerlerinden ayrılıyor. Çok duru ve hiç sıkmayan, müziğe de epey uyumlu bir sesi varmış. Hatta benim için Ozan’ın dediği gibi o çalınası rifflerin vs. önüne geçti. Albümü 2 kez dinledim ama henüz enstrümanlara pek dikkat edemedim.
Bana göre albümün tek eksiği güzel sound’a ve harika vokale rağmen “patlayan” ya da “pik” anlarının fazla olmaması. Bir nevi Ghost’un ilk albümü gibi; güzel, ancak Infestissumam’a göre daha az coşkulu ve daha az yer eden klasikler barındırıyor. Umarım bu da Lucifer’ın “Opus Eponymous”u olur ve bir sonraki albümde iyice coşarlar.
Kritik her zamanki gibi çok akıcı ve bilgilendirici olmuş Ozan, eline sağlık. “Purple Pyramid” açık ara favorim bu arada.
Albümü cidden çok beğendim, ilaç gibi geldi. Onur’un da dediği gibi bu tarzda bir patlama yaşanıyor ve biraz da türün karakteristiğinden ötürü kötü iş çok çok az çıkıyor. Harika bir olay.
Müzik çok iyi; ta ki vokal girene dek.
2015 listemi yavaş yavaş şekillendirmeye başlamışken fark ettim ki… AŞIĞIM SANA JOHANNA
Uzun zamandır dinliyorum, vokaller harika, Abracadabra’da 2.40′ta başlayan riff mükemmel, Purple Pyramid çok iyi, albüm de süper.
Oha kimse takmamış burayı. En sevdiğim albümlerden biri. Gitar tonları vokaller riffler melodiler her şey o kadar iyi ki. Sound muazzam. Aşırı catchy bi albüm. ”Whole song is the hook” denebilecek parçalar çoğu. Korkunç underrated bi albüm. Bu tarzda hayatımda duyduğum en iyi, en zevkli rifflerden bazıları var. Bestelerin akışı zaten muazzam. Neresinden övmeye başlasan bitmeyecek bi albüm. Direkt 10 10 10.