# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
LEPROUS
10.06.2015

Birilerini hayal kırıklığına uğratmaktan korkmayın, yaratıcılığınızı serbest bırakın.

Yapmış olmaktan dolayı büyük mutluluk duyduğumuz bir röportajdan daha merhaba. Bu hafta, albümden albüme adını daha fazla duyuran ve son albümü “The Congregation” ile kitlesini epey genişleten LEPROUS’ı konuk ediyoruz. Telefonun ucuna grubun neredeyse tüm müziklerini yazan, vokallerini yapan ve klavyelerini çalan Einar Solberg’i aldık ve pek çok konudan uzun uzun konuştuk. Çok keyifli bir röportaj olduğunu düşünüyoruz ve sizi LEPROUS’ın görkemli, karanlık ve sürprizlerle dolu dünyasına alıyoruz.

Merhaba Einar. Öncelikle “The Congregation” için tebrikler. Bence şu ana kadarki en iyi albümünüz ve çıktığından beri de sürekli dinliyorum.

Çok teşekkür ederim. Bunu duymak çok güzel.

“The Congregation”ın, örneğin bir “Bilateral”a göre biraz daha minimalistik olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan bence en kompleks ve yaratması en zor albümünüz de bu. Bunun hakkında neler söyleyebilirsin?

Evet, katılıyorum. Aslında minimalistik ve oldukça kompleks yaklaşımları bir araya getirdiğimi söyleyebilirim. Yaratılış aşamasına gelirsek, birlikte kullandığımız birçok bileşen var ve bu bileşenler ara sıra bir hayli ileri seviyelerde kullandığımız da oldu. Bu yüzden dediklerine kesinlikle katılıyorum.

Peki “The Congregation”ı önceki albümlerinizle, özellikle de “Coal” ile nasıl kıyaslarsın? Başından itibaren albümün nasıl şekillenmesi gerektiğine dair kafanda radikal fikirler var mıydı?

“Coal” bir açıdan atmosferik ve yavaş bir albümdü. Daha dürtüseldi. “The Congregation” ise en ince detayına kadar düzenlenmiş bir albüm. Albümde tesadüflere yer yok ve oldukça sıkı bir çalışmanın ürünü. “Coal” atmosferik, yavaş ve karanlıkken, “The Congregation” melankolik, teknik ve akılda kalıcı.

LEPROUS hakkında merak ettiğim şeylerden biri, şarkıları nasıl oluşturduğunuz. LEPROUS’ın müziğinde vokal büyük bir rol oynuyor, dolayısıyla bazen bir şarkıyı bir vokal fikrinin etrafında oluşturduğunuzu tahmin ediyorum. Şarkı yazımınız hakkında neler söylersin?

İşin komik tarafı şu ki, vokaller müziğe eklediğimiz en son parça. İlk aylarda elimizde vokalsiz taslaklar oluyor. Vokaller de en son kısımda ekleniyor. Bu albümdeki şarkı yazımı oldukça oturaklı bir süreçti. Birkaç ay süresince kendime hafta başı iki taslak olmak üzere bir zaman sınırı koydum ve en sonunda elimizde otuz taslak vardı. Sonra da adım adım hangileriyle devam etmemiz gerektiğini oylamayla belirledik. Aslında ben o taslakları temel olarak bilgisayarda yazdım, bir müzik programında notaların yerlerini değiştirerek denemeler yaptım. Bu şekilde yazmak bence daha özgür bir yöntem, böylece müzik ve teori hakkındaki bilgime yoğunlaşmak durumunda kalmıyorum. Sadece orada burada birkaç şeyin yerini değiştirdim ve en nihayetinde onları kulağıma istediğim gibi gelecek hâle getirdim. Bunun arkasında herhangi bir mantık yok. Bu benimle ilgili temel şeylerden biri; bence mantık ve sanat birlikte pek de iyi gitmiyor haha. Öylece ortaya çıkıyor. Bence iyi besteci, iyi bir fikrin farkına varabilen kişidir. Çünkü en başta her şey rastgele oluyor. Tekrar tekrar farklı şeyler deneyip başarısız oluyorum, ama en sonunda “Bak bu güzel oldu” deyip elimdekinin farkına varıyorum.

Peki ya vokalin çok büyük rol oynadığı ve güçlü vokal melodileriyle ilerleyen “The Cloak” ve “Slave” gibi şarkılar? Onlar da mı önce müzik sonra vokal şeklindeydi?

Evet, ikisi de… Aslında hayır, “The Cloak”da böyle değildi. O önceki albümdeydi. O zamanlar piyanonun başına oturup hem söylüyor hem de yazıyordum. Ama “Slave”de de olduğu gibi; aslında en iyisi şarkının temelini bulmak. Sonrasında iyi bir vokal melodisi yaratmak çok daha kolay oluyor. Vokaller muhtemelen müziğimizin dürtüsel tarafı. Vokalleri kaydederken klavyeleri kaydettiğimden çok daha az zaman harcıyorum. Müziğin kalanı oldukça teknik ve ritmik olduğundan vokaller sadece dört günde kaydedildi. Vokallerin adeta yaşayan bir kontrast olmasını istediğimden, aynı zamanda dürtüsel olmasını da amaçladım. İlk denemelerde genelde baya bir ruh ve gerginlik olur.

Öyle gözüküyor, zira LEPROUS müziği bir açıdan senin vokallerin için bir oyun alanı gibi. Vokal kaydında doğaçlama yapıyor musun yoksa kayıttan önce her şey belirlenmiş mi oluyor?

Bolca doğaçlama oluyor aslında. Stüdyoya kafamda net bir fikirle giriyorum, ama her şeyi değiştirmeye ve yeni şeyler yapmaya da tamamen açık oluyorum. Tamamen doğaçlama olan şeyler de var, önceden düzenlenmiş birçok şey de. Böyle bir birleşime sahip olmanın çok yararlı olduğunu düşünüyorum.

Albümü yine Mnemosyne Studios’da kaydettiniz. Ihsahn’ın vokal kayıtlarında bir rolü oldu mu, sana fikirler sundu mu?

Evet, hem o, hem de Heidi ara ara bazı fikirler sundular. Temel olarak bütün fikirlerin sahibi benim, ama onların da önerileri oldu tabii. Çok yaratıcılar ve pek çok iyi fikirleri var. Ama Ihsahn albümde vokal yapmadı denebilir, aslında sadece arka planda biraz clean vokal yapıyor. “The Flood”da bir çeşit koro havası yaratmak istedik ve ikisi de şarkıyı daha “canlı” hâle getirmek için benimle birlikte söylediler.

Anladım. Diğer yandan, albümdeki sert vokallerinde bazı Ihsahn etkileri de duyduğumu söylemeliyim.

Evet. Bu aslında bilinçli bir şey değildi, ama kulağa Ihsahn gibi geldiğine tamamen katılıyorum haha. Niyetim bu değildi aslında, ancak olay şu ki, bir açıdan ikimiz de aynı duruma düştük. Ihsahn eski vokal tekniğiyle yaptığı çığlıklarıyla sesini yok ettiğinden, zaman içinde vokal tarzını daha az zorlayan bir tekniğe geçmek zorunda kaldı. Zamanında bunun aynısı bana da oldu. Sesimi yok ettim. Dolayısıyla birçok farklı şey denemek zorunda kaldım. İstediğim şeyi bulduğumda da “Evet, işte bu! Sesi çok kısık ama kulağa çok iyi geliyor ve sesimi incitmiyor!” diye düşündüm. Tabii sonrasında “Ama biraz da Ihsahn’a benziyor” dedim haha. İstesem sesimi onunkine çok daha fazla benzetebilirdim aslında, ama bundan kaçınmak için elimden geleni yaptım. Muhtemelen aynı tekniği kullanıyoruz.

Sesini birçok farklı yönde kullanabilen bir vokalist olarak, vokalist olmak isteyenlere ne önerebilirsin? Sanırım olay rahat olduğun bir teknik bulup kendini bu teknik dâhilinde geliştirmekten geçiyor, değil mi?

Benim esasen yaptığım, önceden yapabildiğim her şeyin çok daha üstüne çıkmaya çalışmaktı. Oldukça hırslıydım ve bence bu, sürekli olarak rahat olduğun alanlarda tıkılıp kalmaktan çok daha iyi. Bir karakter yaratmak yıllar alır, bu yüzden bu biraz da ne tür bir vokalist olmak istediğinle alâkalı. Ama birçok farklı şeyi yapabilmek istiyorsanız yapamadığınız şeyleri sürekli denemeniz gerekiyor. Bunları tekrar tekrar yaparak en sonunda başarıyorsunuz. Ama aynı zamanda vokallerin %90 veya en azından %70’inin kafanızda olduğu gerçeği var. Çoğu insan gelişmeye gayret etmediği için gelişmiyor. Kendilerini aşmaya gayret etmiyorlar. Zor notalara çıkmak için uğraşmıyorlar ya da kendilerini sınırlıyorlar. Bunu birçok şeyle karşılaştırabilirsiniz. Bazı tekniklerde cidden çabalamanız gerekir. Çekinme gibi bir seçeneğiniz olamaz, hata yapma korkusu gelişim sürecinin en büyük düşmanıdır.

Zaten özgün olabilmenin yolu da bu, öyle değil mi? Şahsen senin söylediğin tek bir kelimeyi duysam bile “Evet, bu LEPROUS” diyebilirim.

Evet, bu da en nihayetinde kendin olmaya gayret etmeye varıyor. Buna ulaşmak da yıllar alıyor, çünkü yıllar boyunca bu veya o olmak için uğraşıyorsunuz ve tamamen kendi karakterini yansıtma özgüvenine ulaşman çok zaman alıyor. Öncelikle yeteneğe ihtiyacınız olduğu şüphesiz. Ama yetenek, iyi bir şarkıcı olmak asla ve asla yeterli değildir. Çok ama çok fazla çalışmak gerekiyor.

Dahası, dürüst olmak gerekirse metal dünyasında da açık fikirlilik konusu-

Hayır hayır, metal müziğin pek de açık fikirli bir müzik olduğunu düşünmüyorum haha.

Günümüzde öyle tabii. En azından özünde açık fikirli bir müzikti. Ama zamanla metal içinde de “şunu yapabilirsin, şunları yapamazsın” gibi pek çok kısıtlamalar ortaya çıktı.

Aynen öyle. Metal müzikte çok fazla kısıtlama var. Progresif müzik ortamının biraz daha iyi olduğunu düşünüyorum. Biraz daha açık fikirli bir ortam, fakat metal müzik ortamı bence eskiden olduğunun tam tersi bir hâl aldı haha. Kendi çevresi dâhilinde oldukça kurallı bir ortam hâline geldi.

Aynen. Bu konudan devam edersek, her ne kadar LEPROUS bir progresif metal grubu olarak görülse de, bu tanımın sizin için tam da yeterli olmadığı kanısındayım. Progresif metal bugün pek çok insan için çekici bir ifade değil. Bunun sebebi de, progresif olmayı sanatsal vizyonlarını yansıtan bir sıfat olarak almak yerine, pek çok grubun sadece progresif olmak için progresif olması.

Kesinlikle.

Progresifliğin bir anlayıştan ziyade bir tür olarak adlandırılmasına nasıl bakıyorsun?

Bence müzisyenler ve besteciler türler hakkında olabildiğince az düşünmeliler. Müziği kategorize etmek, siz müzik yazarlarının işi olmalı. Yararlı terimler, iyi tanımlamalar bulması gereken sizlersiniz. Bir grup kendini belli bir kılıfa sokarsa, birilerini takip etmekten fazlasını yapamaz. Sahte bir şeye dönüşür. Türleri yaratan orijinal gruplar, eminim zamanında “şimdi de şöyle yapalım” gibisinden şeyler düşünmemişlerdir. Muhtemelen yaratıcılıklarını tümüyle serbest bırakmışlardır ve pat diye yeni bir tür çıkmıştır haha. Bu yüzden, bence insanlar bu konuları fazla düşünmemeliler. Çoğu insan önderlik etmektense takip etmeyi tercih eder. Bu yüzden de her zaman için liderler, takip edenler ve bizim gibi arada kalanlar olacaktır haha.

Ben sizin belli açılardan liderlik edebileceğinizi düşünüyorum.

Oh, teşekkürler. Bence bizim için böyle güçlü kelimeler kullanmak için henüz erken haha.

Belki öyle, ancak bir yandan da çok sıra dışı işler yapıyorsunuz. Sanki aklınıza gelen ilk şeyi hayata geçiriyorsunuz ve ortaya orijinal bir şey çıkıyor. Müziğiniz bu denli doğal ve içten geliyor bana.

Çok teşekkürler. Bence çoğu kişinin temel sorunu bu içtenlik, çünkü insanların vereceği tepkilerden çok korkuyorlar. Hayranlarını hayal kırıklığına uğratmaktan çok korkuyorlar. Eğer insanlardan aldığımız tüm yorumlara kulak assaydık tamamen karmakarışık olurduk ve kendimizi kaybederdik. “Artık neden gitar solosu kullanmıyorsunuz?”, “Şunu neden yapmıyorsunuz?”, “Neden daha uzun şarkılar yapmıyorsunuz?”, “Neden daha kısa şarkılar yapmıyorsunuz?”, “Neden daha karmaşık şarkılar yapmıyorsunuz?”, “Neden daha az karmaşık şarkılar yapmıyorsunuz?” Tüm bunları hesaba katmak tam anlamıyla kaos demektir. Beste sürecindeki en önemli şey, kendini beklentilere ve o tür tüm düşüncelere kapatmaktır. Bırakın yaratıcılığınız aksın. Ne yaparsanız yapın birileri hayal kırıklığına uğrayacak haha. Bence pek çok insan bu noktada hata yapıyor. Bu şeylere kafayı çok takıyorlar. “Bak bu işe yarıyor. Geçen sefer iyi bir geri dönüş almıştık, o yüzden bu ineği sağmaya, ya da bu limonun suyunu sıkmaya devam edelim” diye düşünüyorlar. Bunun yaratıcı bir tarafı yok. Ancak elbette ki bunu da işe yarar hâle getiren gruplar var, mesela AC/DC ve IRON MAIDEN gibi haha. Tabii bu farklı bir şey; bir şeyi o kadar uzun süre yapıyorsun ki, bir yerden sonra tekrar cool olmaya başlıyor haha.

Ve bu noktada çok garip bir denge de var. Sound’unu değiştirince şikâyet eden insanlar, olduğun gibi kalırsan da huysuzlanıyorlar. Bu yüzden de grupların evrilmeleri kolay bir şey değil.

Evet. Eğer bir sanatçıysan, her anlamda kazanman mümkün değil. Ne yaparsan yap şikâyet eden birileri illâ ki olacaktır. Sorun, insanların kendilerine inanmamaları ve güvensiz hâle gelmeleri. Bu konuda ben de kendimin farkındayım aslında. Bazen tek bir olumsuz eleştiri, on tane olumlu eleştiriyi görmezden gelmeme yol açabiliyor. Neyse ki bu duygulardan giderek uzaklaşmayı başardım. Artık eleştirileri kişisel almıyorum. Arada sırada asabım bozulabiliyor tabii, özellikle de insanlar işlerin nasıl yürüdüğünü bildiklerini sandıkları zaman haha. Bu beni sinir ediyor ve bundan olabildiğince uzak kalmaya çalışıyorum.

Dinleyiciler demişken, günümüz dinleyicilerinin çok alçak bir algı eşikleri olduğunu düşünüyorum.

Evet.

Bu denli fazla grubun olduğu bir ortamda, istedikleri müziğe saniyeler içinde ulaşabildikleri için kafaları karışıyor, kayboluyorlar. Yetmişlerin, seksenlerin dinleyicileri düşünüldüğünde, bir grubun hak ettiği gerçek değeri asla veremiyorlar. İnternetin yükselişiyle birlikte müziğin pek çok grup için sanatsal hedef olmaktan çıkıp turlamak ve ürün satmak adına bir araç olması konusuna katılıyor musun?

Evet katılıyorum. Bugünkü dinleyiciler, çok fazla oyuncağı olduğu için hangisiyle oynayacağına karar veremeyen bir çocuğa benziyorlar.

Aynen.

Şu anda müzik dünyasında para büyük oranda konserlerde. Ben konserlerin sanatsal konsept açısından da çok önemli olduklarını düşünüyorum. LEPROUS için çok çok önemli bir konu ve her zaman da böyle oldu. Sahnede olmayı mı, yoksa stüdyoda olmayı mı daha çok seviyorum bilmiyorum. Benim için ikisi de eşit düzeyde önemli. Ama haklısın; şimdilerde bir albümü tanıtmak için turne düzenlemektense, bir turneyi tanıtmak için albüm yapılıyor haha. Çünkü para turnelerde.

Yakın zamanda OPETH’ten Mikael Åkerfeldt ile konuştum ve bana, kendisine tuhaf gelen albümleri çekici bulduğunu söyledi. İlk dinlemede nefret ettiği kimi albümler, sonradan en sevdiği albümler arasına girmiş. LEPROUS’ın da benzer etkiler gösterdiğini gözlemliyorum. “Coal”u ilk dinlemede hiç sevmeyip sonradan bayılan insanlar var. Aynı şekilde “The Congregation”ı hiç sevmeyip sonradan “hata yapmışım” diyen insanlar gördüm haha.

Haha, evet bunu çok seviyorum.

LEPROUS müziğinin bu tufaya düşürücülüğü hakkında neler söylersin?

Bence insanlar bir şeyi dinlerken, ellerinden geleni yapsalar dahi yeterince açık fikirli olamıyorlar, çünkü ister istemez kıyaslama yapıyorlar ve beklentileri bir şekilde devreye giriyor. Dolayısıyla albümün içine girememe sebeplerinin ilki, duydukları şeyin bekledikleri şey olmamasından kaynaklanıyor. Bunun ışığında, bence “Bilateral” ile “Coal” arasındaki adım, “Coal” ile “The Congregation” arasındaki adımdan daha büyüktü. Yine de insanların yeni bir şeye alışmaları zaman alıyor. Özellikle de sevdikleri bir gruptan bahsediyorsak. Bence herkes müziği farklı duyuyor. Bu albüme dair pek çok farklı şey duydum. Birisi bu albümün hiç şüphesiz en kolay alışılan LEPROUS albümü olduğunu söyledi; dinler dinlemez hoşuna gitmiş. Bazılarıysa albümü zamanla sevdiklerini söylediler. Kısacası herkesin farklı algısı var.

Bana da benzer bir şey oldu. İlk dinlemeden albüme alışamadım, ancak zamanla seveceğimin de farkındaydım. “The Price”ı duyar duymaz sevmiştim, ama tüm albümü kavramam üçüncü, dördüncü seferde oldu.

Evet, albümde çok fazla detay var, o yüzden dediğini anlayabiliyorum.

Bu durum albümün değerini de gösteriyor tabii. Eteğindeki taşları bir anda dökmemesi, albümün daha zengin ve katmanlı olduğu anlamına geliyor.

Kesinlikle. Ancak yaptığım tüm röportajlar arasında, albümü ilk andan sevenlerin oranı yüzde elli gibi bir orandı. Kişiden kişiye değişiyor. Aslına bakarsan albüm öncekilere göre daha melodik ve akılda kalıcı, akılda kalıcı nakaratlarla dolu. Ama uzun bir albüm tabii, sindirmesi zaman alıyor.

Nakaratlardan bahsetmen iyi oldu, ben de sana bununla ilgili bir şey soracaktım. Eşimle birlikte “The Valley” nakaratını söylemeyi çok seviyoruz haha. “Va-aa-aa-aa-aa-aa-a-aaa-aaa-lleeey, valley o-of siiin” haha.

Evet o eşlik edilesi bir nakarat haha. O kısmı yazar yazmaz bunu fark etmiştik.

Bu tarz şeyleri nasıl yazıyorsun, pek çok şey deniyor musun yoksa genelde ilk seferde mi çıkıyor?

O nakarat için, prova yapıyorduk ve ben de bir şeyler deniyordum. Ardından bu vokal fikrini buldum ve diğerlerine “Sizce bu çok mu banal oldu?” diye sordum.

Ahaha.

Haha, evet. Sonra da “Şimdilik kalsın” dedik ve kaldı. O sırada elimde sözler yoktu, sadece “a-aa-aa-aa-aa-aa-a-aaa, a-aa-aa-aa-aaaa” diye söylüyordum. Vokaller konusu benim için genelde böyledir. Vokal melodilerini yazarken genelde elimde sözler olmaz. Sözler en son gelir.

Biraz da Baard’dan konuşalım. Bugünlerde Norveç’in favori davulcusu gibi.

Haha, evet.

Gruba katılmadan önce de LEPROUS’ın hayranı mıydı? “The Congregation”a ve gruba neler kattı?

Aramıza katılmadan önce de LEPROUS’ı çok seviyordu ve nihayet bir prog grubuna katıldığı için çok mutlu oldu. O bir metal davulcusundan ziyade, gerçek bir prog davulcusu. Tobias SHINING ile turlarken “Coal” turnesinde de Baard vardı. Turun ardından, Tobias’la konuştuk ve Baard’la devam etmenin herkes için daha iyi olacağında karar kıldık. Zira Baard bizle çalmaktan çok mutluydu ve Tobias da SHINING’de çok mutluydu. Böylece Baard gruba katılmış oldu ve grupta epey yer kaplamaya başladı. O baya yer kaplayan biridir; hem müzikal olarak, hem de sosyal olarak haha. Bence LEPROUS’ın çok önemli bir parçası hâline geldi. Davul kaydında da harika bir iş çıkardı. Çalacağı şeyleri büyük oranda ben programlamıştım, ancak o kendi dokunuşlarını katarak her şeyi daha iyi hâle getirdi; ben öyle çok da iyi bir davulcu sayılmam haha. Yalnızca dört günde tüm davulları kaydetti ve albümün ne denli karmaşık olduğu ve LEPROUS’a yeni katıldığı düşünülünce, bence bu harika bir şey.

“The Congregation”ın tümünü, “Coal”un da %80′ini sen tek başına yazdın değil mi?

Evet, aşağı yukarı.

Peki seni Åkerfeldt’in OPETH’teki, veya Gildenlöw’ün PAIN OF SALVATION’daki konumu gibi görebilir miyiz? LEPROUS, Einar Solberg’in grubu mu?

Gitaristimiz Tor’un da grupta çok önemli bir yeri var, ama yeni bir şeyler yazma konusunda en istekli benim, sadece bu haha. Herkesin bir şeyler yazmak için teşvik edildiği son derece serbest bir süreçti, ancak en çok yazan kişi ben oldum. Tor’la aramızda çok iyi bir uyum var, birbirimizi iyi anlıyoruz. Gruptaki asıl yaratıcı eleman ben olduğumdan, onun ayakları yere sağlam basan tavrı çok işe yarıyor ve gerektiğinde beni uçmaktan vazgeçirip yere basmamı sağlıyor haha. Çok çok iyi bir ekip olduğumuzu düşünüyorum.

Güzel. Aklıma gelmişken, EMPEROR’la olan ilişkini de sorayım. Bir süre onlarla konserlere çıktın. Nasıl bir deneyimdi?

2014 yazında yaptığım güzel bir yaz işiydi haha. EMPEROR’a büyük saygım var ve yaptıkları işte çığırlar açmış bir grup tabii ki. Yine de eski EMPEROR tam olarak benim zevkime hitap eden bir müzik yapmıyordu, dolayısıyla çok çok iyi adamlarla geçen çok hoş bir konuk işi oldu. Normalde yaptığım şeyden çok farklıydı ve bu da benim için iyi bir deneyim oldu.

Peki ya Ihsahn, onun hakkında neler söylersin?

O harika biri. Çok iyidir, hem müzikal olarak, hem de insan olarak. Ayrıca çok da alçak gönüllüdür.

Anladım. O zaman son sorumuza gelelim. İleride, Ihsahn dışında bir konuk vokalisti albümlerinizde ağırlamayı düşünür müsünüz? Mesela Baard BORKNAGAR’da da çalıyor, sen ve ICS Vortex arasında bir düet çok müthiş olurdu diye düşünüyorum.

Bilemiyorum, benim gibi tenor olmayan birini tercih ederim. Aksi takdirde ihtiyaçtan çok, yapmış olmak için olur. Çünkü onun yapabileceği her şeyi ben de yapabilirim haha. Sadece konuk olmuş olmak için yapılan konuk vokalist muhabbetinden çok hoşlanmıyorum. Müziğe, benim yapabileceklerimden fazlasını katabilecek biri olursa, işte o zaman hoşuma gider. Dolayısıyla günün birinde birini albümde konuk edersek, bu kişi muhtemelen bas sesi olan, çok koyu, bas bir vokalist olur. Ya da en azından benim asla ve asla yapamayacağım birtakım şeyleri yapabilen biri haha. Bana kalırsa konuk vokalist ağırlama olayı büyük oranda bir reklam stratejisi.

Sorularımız bu kadardı, zaman ayırdığın için teşekkürler Einar. “The Congregation” için bir kez daha tebrikler ve umarım en kısa zamanda sizi İstanbul’da izleme şansını yakalarız.

Evet bu harika olur, umarım en kısa zamanda gerçekleşir. Çok çok teşekkürler, görüşmek üzere!

Sorular ve röportaj:
Ahmet Saraçoğlu
Tercüme:
Pasifagresif

etiketler:
  Yorum alanı

“LEPROUS” yazısına 16 yorum var

  1. Mükemmel bir röportaj olmuş, sesli röportajlar yazılı olana oranla gerçekten on kat daha akıcı, sürükleyici oluyor, bu akıcılık fena halde yansımış. Nasıl başladı nasıl bitti anlamadım bile.

    Einar çok güzel noktalara parmak basmış, bu mentalitede birinin başarılı olmaması zaten mümkün değil.

    Ha bir de; “Aslında ben o taslakları temel olarak bilgisayarda yazdım, bir müzik programında notaların yerlerini değiştirerek denemeler yaptım. Bu şekilde yazmak bence daha özgür bir yöntem, böylece müzik ve teori hakkındaki bilgime yoğunlaşmak durumunda kalmıyorum.”

    Adam Guitar Pro’cu çıktı beyler.

  2. Koralp says:

    Gerçekten şahane bir röportaj olmuş, gözümü kırpmadan okudum. Bu kadar sevilen bir grupla röportaj yaptığınız için çok teşekkürler, sanırım röportaj yapılmasını en çok istediğim grup LEPROUS’tu, ilaç gibi geldi.

  3. Müthiş röportaj, Einar uzun zamandır gördüğüm en canayakın ve detaylı cevap veren müzisyen sanırım. Beste aşamasında vokalleri en son eklemelerine baya şaşırdım, tıpkı Einar’ın resmen bütün albümü tek başına ve bilgisayarda yazmasına deli şaşırdığım gibi ahah. ICS Vortex düeti baya iyi olurdu ayrıca cidden, ama cevabında haklı noktaları var.

    The Congregation bana göre hâlâ yılın albümü ayrıca, umarım Leprous için her şey çok daha muazzam olur bundan sonra.

  4. çaksu says:

    Gerçekten çok güzel olmuş, elinize sağlık. Grubu bilmiyorum, röportajı keyifle okurken hemen ediniverdim son albümü. Aslında yıllar önce bi kez dinleyip sevmemiştim, hangi albümdü bilmiyorum. Hiçbirşey de hatırlamıyorum. Sonrasında röportajda da benim gibi dönemin şımarıklarından bahsedilmiş, görmek güzel oldu haha. Daha açık bi kafa ve gönülle dinlerim belki bunu. Belki de daha sevmeye şartlanmış halde. E seveyim zaten güzel şey sevmek.

  5. şeyh hulud says:

    Vokalleri en son ekledikleri hiç aklıma gelmezdi. İlk dinlediğim albümleri oldu The Congregation, en kolay içine girilen albümleri bence, önceki albümlerine pek ısınamadım hala. Gerçi çok da zaman ayırmadım, Congregation’ı dönderip dönderip duruyorum Leprous dinleyeceğim zaman.

  6. Eğer biri “bir müzisyenden sahip olmasını beklediğin vizyon nedir” diye bir soru sorarsa (kim niye sorsun) bu röportajı cevap diye gösterebilirim sanırım. Çok müthiş bir röportaj olmuş, eline sağlık abi.

  7. Osman says:

    “Metal müzikte çok fazla kısıtlama var. Progresif müzik ortamının biraz daha iyi olduğunu düşünüyorum. Biraz daha açık fikirli bir ortam, fakat metal müzik ortamı bence eskiden olduğunun tam tersi bir hâl aldı haha. Kendi çevresi dâhilinde oldukça kurallı bir ortam hâline geldi.”

    “Bence müzisyenler ve besteciler türler hakkında olabildiğince az düşünmeliler. Müziği kategorize etmek, siz müzik yazarlarının işi olmalı. Yararlı terimler, iyi tanımlamalar bulması gereken sizlersiniz. Bir grup kendini belli bir kılıfa sokarsa, birilerini takip etmekten fazlasını yapamaz. Sahte bir şeye dönüşür.”

    “Ne yaparsanız yapın birileri hayal kırıklığına uğrayacak haha. Bence pek çok insan bu noktada hata yapıyor. Bu şeylere kafayı çok takıyorlar. “Bak bu işe yarıyor. Geçen sefer iyi bir geri dönüş almıştık, o yüzden bu ineği sağmaya, ya da bu limonun suyunu sıkmaya devam edelim” diye düşünüyorlar. Bunun yaratıcı bir tarafı yok.”

    Böyle düşünen adamlar bu müziğe fazla hacı…

    Şimdi farkettim, The Congregation hakkında tek bir kelime etmemişim lol. Ona da modern metal için fazla bir albüm diyelim hadi, ehe ehe.

    Bide Ahmet abi, neden 9,9 vermedin onu çok merak ediyorum.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Osman, daha da iyisini yapacaklarına inandığım için. (Bu yorumum kendiliğinden silinmiş nedense, tekrar attım o yüzden.)

  8. InkognitOwl says:

    Belli bir tarzı içselleştirip, ona göre sanat eseri üretmekte bir sakınca yok bence. Bu iki şekilde yapılıyor, birincisi gerçek bir sanatçı yaklaşımıyla, ikincisi “bu türden iyi ekmek yenir” motivasyonuyla, ya da aynı şekilde bugün bu türden iyi ekmek yeniyor şeklinde ticari bir kafayla. O bakımdan, bir müzisyen de müzik türlerini bilinçli olarak olmasa da içselleştirerek ciddiye alıp ona göre sanat üretebilir, bu da gayet yaratıcı bir yaklaşımdır.

    Metal camiasına laf geçirmiş kendisi de, zaten dinlediğim kadarıyla metal ruhuna ve yaklaşımına sahip bir müzisyen değil. Yani evet, distortion tonları, bazı davul kısımları, kimi riff’ler kağıt üzerinde metal müziğe giriyor, ama son albümlerinden dinlediğim iki şarkıda da (Rewind ve The Price) pek metallik bulamadım. Bir de şu “herkesi memnun edemezsiniz” olayı çok bayatladı artık. Yani bu Mr. Obvious’luktan da öte, baya bi savunma mekanizmasına dönüştü.

    Hah bir de hiç sevmiyorum bu grubu, oh rahatladım. Röportaj güzel olmuş ama, soluksuz okudum.

    Osman

    @InkognitOwl, polemik başlatmak istemiyorum ama, çok önemli bir noktaya değinmişsin.

    “Metal camiasına laf geçirmiş kendisi de, zaten dinlediğim kadarıyla metal ruhuna ve yaklaşımına sahip bir müzisyen değil. Yani evet, distortion tonları, bazı davul kısımları, kimi riff’ler kağıt üzerinde metal müziğe giriyor, ama son albümlerinden dinlediğim iki şarkıda da (Rewind ve The Price) pek metallik bulamadım.”

    Evet, burda sonuna kadar haklısın. Bide olaya şöyle bakmanı istiyorum.

    “Türleri yaratan orijinal gruplar, eminim zamanında “şimdi de şöyle yapalım” gibisinden şeyler düşünmemişlerdir. Muhtemelen yaratıcılıklarını tümüyle serbest bırakmışlardır ve pat diye yeni bir tür çıkmıştır haha. Bu yüzden, bence insanlar bu konuları fazla düşünmemeliler. Çoğu insan önderlik etmektense takip etmeyi tercih eder. Bu yüzden de her zaman için liderler, takip edenler ve bizim gibi arada kalanlar olacaktır haha.”

    Ne kadardır metal dinliyorsun, hangi gruplara bayılıyorsun pek bilmiyorum ama, Meshuggah’ın dinlenmeye başladığı zamanı hatırla, “iki notalı metal mi olur amk” tarzı geyikleri falan… Ne biliyim sonra Cynic dönemine gitmeye çalış, At the Gates dönemine gitmeye çalış, o zamanki geyikleri düşün. Siteye ne kadar abes kaçsa da King Crimson’ın tee 1969′da yaptığı albümü düşün.

    Gelmeye çalıştığım nokta şu: O kadar eser “hacı şimdi biz proğresif metal yapacaz” mentalitesiyle yaratılmadı. Metal ruhu ve yaklaşımı derken neyi kastettin, onu da bilmiyorum, ama zaten progresif müziğin özünde rock ruhu veya metal ruhu diye bir olay yok. Varsa da, insanların sikinde değil çünkü önemli olan özgün ve güzel müzik yapabilmek. Leprous, bir death metal grubu olsa, yazdıklarının altına imzamı atardım ama olay öyle değil be birader. He bide dediklerim, sırf progresif müzikle sınırlı değil, 7-24 progresif müzik dinleyip 31 çeken biri değilim yani ehehe.

    Linkin Park metalse Leprous da metaldir diyerek bitermek istiyorum.

    InkognitOwl

    @Osman, Polemik başlatılacak bir durum yok, dediklerin tutarlı şeyler. Yani “arada” olduklarını söylediklerinden, bir Meshuggah örneğiyle bir tutmamak lazım bence. Ben The Price’daki tarz vokalleri, ses renginden verilen duyguya hatta ciddi oranda vokal partisyonlarına kadar; 2000′lerin başındaki kimi alternatif rock’larda duyduğumdan (biraz zorlarsam birkaç örnek de verebilirim, ama cover grubumla kısa süre çalıp-söyleyip bir daha yüzlerine bakmadığımdan şimdilik hatırlayamıyorum şarkı ve grup isimlerini, ama Linkin Park ekolü gibi bişeydi galiba, farklı gruplar olsalar da.), ve bana bu yapılan “inovasyon”, pek öyle gelmediğinden negatif konuştum. Dinleyenlere en ufak lafım yok, ama benim için bir şey ifade etmeyen bir grup Leprous. Eğer dediğin gibi çabasız bir devrim, inovasyon yaratırlarsa da saygı duyarım, lakin bir parçası ve destekçisi olmam. Yani birşey kanıtlamak istercesine “bu metal deyilllll” diye bi tarafımı da yırtmam, ama özünde fikrim de bu. :)

    Osman

    @InkognitOwl, biraz haksızlık yapmıyor musun? Sırf alternatif rock tınısı aldığın için negatif konuşmak falan. Tamam, arada sırada ben de yapıyorum bunu, o yüzden pek yadırgamadım :) Ama söyliyim, grubu Tall Poppy Syndrome’dan beri dinliyorum. Yıl 2010′du galiba. 2013′te Coal ilk çıktığında, nefret etmiştim. Şimdi Coal dinlerken kendimden nefret ediyorum ehe. Herkes herşeyi sevecek diye bişey yok, ama abi, kendimden biliyorum. Senin de böyle tecrübelerin vardır kesinlikle.

    InkognitOwl

    @Osman, Haksızlık yapıyor olabilirim, bir bakış açısına göre. Ama röportajda da geçen, önümde çok seçenek olması durumu, onlara fazla şans vermememe olanak sağlıyor. Şu anda 90′larda olsaydık, mutlaka bazı şeylerini dinleye dinleye severdim alternatifim olmadığından. Bana “inovatif” gelmedi duyduğum şeyler, yani değişik bi doğaçlama gibi geldi enstrüman kısımları bakımından da. Söylenene göre çok titiz çalışmışlar, ama bu teknikleri becerebilen veya becerebilecek kadar kendini geliştiren bir müzik grubu için zor ve uğraşılası besteler gibi gelmedi bana nedense.

    saw you drown

    @InkognitOwl, +11111111111111111111111111 Yazdıklarının tümüne katılıyorum en çok katıldığım da şu:

    ”Bir de şu “herkesi memnun edemezsiniz” olayı çok bayatladı artık. Yani bu Mr. Obvious’luktan da öte, baya bi savunma mekanizmasına dönüştü.”

    Cidden bu yaklaşım kabak tadı vermeye başladı. İyi o zaman gidin evinizde ailenize, arkadaşlarınıza müzik yapın. Ne de olsa kimseyi memnun etme gibi bir kaygınız yok.

  9. blckrthm says:

    tamamiyle önyargı ile dinledim. alternatif türlere çok karşı bir insanım (gojira, ghost, periphery vs gibi gruplara mesafeliyim düşün artık- eski kafalı denebilir) ancak bu adamlar ne yaptıklarını biliyorlar bence. belki alakasız görülecek ama opeth son dönemleri gibi. bu arada röportaj baya kapsamlı ve akıcı olmuş kutlarım :)

  10. blckrthm says:

    ayrıca eklemeliyim, vokaller harika. adamlar yapmış.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.