# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
LEPROUS – The Congregation
| 26.05.2015

Dinleyiciye kendisini sorgulatan grubun tecrübe işlemez müziği.

Bu satırları yazmak için yaklaşık bir yıldır bekliyordum.

Coal“u ilk duyduğumdaki büyülenişimin ardından, bir sonraki LEPROUS albümünü mutlaka ben yazacaktım. Başka türlü olamazdı.

Yazıya herhangi bir kritik gibi, malumun ilamıyla başladım aslında.

“”Bilateral“ın şaşırtıcılığı ve Ihsahn desteği sayesinde adını bir anda duyuran LEPROUS, o albümdeki özgün havasını “Coal” ile bambaşka bir boyuta taşımış, metal dünyasının eşi benzeri olmayan sound’larından birine yelken açmış ve Einar’ın ses rengi sayesinde duyulduğu anda kendini belli eden gruplar kategorisine kapağı atmıştı. Ihsahn’ın eşi Ihriel’in kardeşi, yani Ihsahn’ın kayınbiraderi olan Einar ve dadaşları, 4 yıl boyunca sahnelerde kazandıkları IHSAHN tecrübesini, LEPROUS’ın artık kendi kanatlarını açar hale gelmesi ile bir kenara bırakmış ve tüm hızlarıyla uçuşa geçmişlerdi.”

Bunu yazdım ilk olarak. Birazdan anlatmayı planladığım albüm için kendimce bir açılış yapıyordum. Sonrasında tam bir sayfa daha yazı yazdım. “Coal”un öneminden, Einar’ın sesinden, LEPROUS’ın ne kadar özgün bir grup olduğudan falan bahsettim 7-8 paragraf boyunca.

Sonra bir şey fark ettim.

Albümü 15. dinlemem falandı. Yazdığım onca şeye baktım. “Ben tüm bunları niye yazdım?” dedim kendi kendime. O kadar da yazmıştım hâlbuki… Elimde koca bir sayfa yazı vardı; kapanışını yapıp pat diye siteye koyabilirdim. Ama ters giden bir şeyler vardı. Bir yazdıklarıma baktım, bir de kulaklarıma dolan şeye. Yazdıklarıma yabancılaştım adeta. Bahsettiğim müzikte önemli olan aslında bu detaylar değildi. Öncenin, sonranın bir önemi yoktu. LEPROUS’ın yapmakta olduğu şeyi teknik birtakım analizlerle, bol sıfatlı övgülerle tanımlamaya gerek yoktu. LEPROUS burada başka bir şey yapıyordu.

LEPROUS bence, çok da fark ettirmeden, küçük çaplı bir devrim yapıyordu.

“The Congregation”; icrası basit, ancak düşünüp tasarlaması mutlak bir deha gerektiren, irili ufaklı müthiş parlak fikirlerle dolu bir şölen. Muazzam bir albüm olarak gördüğüm “Coal”dan, belki daha şaşırtıcı ve çarpıcı değil, ancak kesin şekilde daha oturaklı, daha tehditkâr, daha olgun bir albüm.

Kendi açımdan durumumu şöyle tarif etmeye çalışayım. “Coal”u ilk saniyesinden o kadar çok sevmiştim ki, bu albümde LEPROUS’tan inanılmaz şeyler bekliyordum. LEPROUS’a aşırı güveniyordum. Böyle bir durumda insan tedirgin olur; “bunu nasıl aşacaklar?” diye düşünür, sonradan üzülmemek adına beklentilerini yükseltmez.

Bende durum tam tersi gerçekleşti. “Coal”un kömür karası karanlığı öylesine parlak bir ışık yakmıştı ki, bir sonraki albümün daha da iyi olacağına her şeyimle inanıyordum. Ummuyordum, istemiyordum… Emin şekilde biliyordum.

“The Price”ın ilk notaları ve birbiri ardına dökülen dahiyanelikleriyle, LEPROUS’ın beni yanıltmayacağını anlamış ve rahatlamıştım. İnanılmaz bir şey gelecekti. “Coal”dan daha iyisi gelecekti.

Albümü dinlemeye başladım. İlk dinlemeden hiçbir şey anlamadım. 71 dakika boyunca bir şeyler oldu ve çok da bir öne çıkarlık olmadan albüm bitiverdi. Hem yorulmuştum, hem de çok bir şey anlamamıştım.

İşte bu anlamayışım, albüme olan güvenimi daha da artırdı; 71 dakika boyunca alamadığım her şeye minnettarmışçasına bir daha açtım albümü. Bu sefer bir şeyler belirmeye başlamıştı. LEPROUS, eşsizliğini örten kapkara tülün arkasından soluk bir fener tutuyor, tülün arkasında hareket eden şeyleri belli belirsiz görmemi sağlıyordu. Albüm yine bitti. Yapılmak isteneni az bir şey anlar gibi oldum. Ama daha yolum vardı. Asla peşin hükümlü olmayacaktım. Müzik bana “Dinle, iyi dinle; yakında çok acayip şeyler bulacaksın” diyordu adeta.

Tecrübeli bir dinleyici oluşum LEPROUS’ın karakteristik yapısına sökmüyordu. Daha çok dinlemek zorundaydım.

Dinledim. 3. kez dinledim; şarkılar kendilerini artık iyice açıyorlardı. Tüm o 71 dakikayı ayrıştıracak kıvama gelemedim belki, ama albümün kendini böylesine nazlanarak ve uğraştırarak dökmesine bayılmıştım. Belli ki, er yada geç albümü her şeyiyle benimseyecek ve ardından da teslimiyetin o rahatlatan ürpertisi eşliğinde bu dahiyane yaratımın tadını çıkaracaktım.

Bir daha dinledim; sonra bir daha. Nihayet albümü 5. dinleyişimde aklımda bir fikir oluşmuştu:

LEPROUS, “The Congregation”la birlikte benim gözümde dünyanın en iyi gruplarından biriydi.

Evet. LEPROUS benim için şu anda metal dünyasının en önemli, en özgün, en karakterli gruplarından biri. Peki bu nasıl oldu?

LEPROUS’ın yaptığı en önemli şey, sahip olduğu çok net fikirleri, olabilecek en basit ve karakterli şekilde karşı tarafa aktarması. Kendisi de müzik yazan biri olarak, bana “Ben bu kadar basit bir oyunu nasıl düşünemedim?” diye düşündürtmesi; “Şu fikri önce ben akıl edip bir şarkımda kullansaydım” dedirtmesi… LEPROUS, adeta gözümüzün önünde olan şeyleri bize “Bakın böyle yapınca çok tatlı oluyor” tarzı sevimli bir nispetle gösteriyor ve bize de “Hay sikeyim be” diyerek mağlubiyeti kabul etmekten başka çare kalmıyor.

“Bunu ben yazmalıydım! Koduğumun Einar’ı benden önce davranmış…”

Einar deyip de Einar’dan bahsetmeden geçmeyeceğim elbet. “The Congregation”ın tümünü tek başına yazan Einar Solberg, iki şeyi inanılmaz derecede iyi yapıyor.

Bunlardan ilki LEPROUS’ın ne olması gerektiği konusunda her şeyi en ince detayına kadar düşünmüş ve parmaklarından çıkan her şeyi LEPROUS’a dönüştürmeyi biliyor. Şarkı yazımı konusunda hiçbir formülü, kalıbı yok. LEPROUS’ın müziğini aynı anda hem sıcak, hem soğuk, hem kızgın, hem ümit dolu, hem meraklı, hem de ne yaptığını bilir kılmayı başarıyor. Ses telleriyle size adeta bir film çekiyor. Bu sayede LEPROUS, 5. albümünü çıkaran bir grup olarak, hâlâ neredeyse tümüyle beklenmedik ve tahmin edilemez olmayı sürdürüyor. Bir grubun 5. albümünde bunu hissettirebilmesi müthiş bir şey.

Einar’ın çok iyi yaptığı diğer konu ise, elbette ki metal dünyasında bir benzeri olmayan ses rengi ve yorumu. Einar sesiyle muazzam şeyler yapıyor; daha önce pek kimseden duymadığımız çok ince nüanslar serpiştiriyor. Öfke, neşe, coşku gibi temel; hatta delilik, hırs, endişe gibi yansıtması çok zor duyguların ötesinde şeyler yaratıyor sesiyle. Geleceğe dair beklentisi olan genç birini de duyuyoruz onun sesinde, o beklentilerin umulduğu gibi olmayacağını deneyimlemiş birinin tecrübesini de…

Einar; hem sesi, hem de tüm LEPROUS müziğini bestelemesiyle, gerçekten de çok yetenekli bir insan ve ondan duyacağımız şeyleri merak etmek bile başlı başına bir keyif.

Artık toparlamam gerektiğinin farkındayım; albüm çok uzun diye benim de sayfalarca yazmam gerekmiyor.

Bir kez daha vurgulamak istiyorum. LEPROUS şu anda dünyada başka bir grubun yapmadığı şeyler yapıyor. Aşırı derecede karakteristik bir tını yaratıyor. Zeki olduğunu size hissettiriyor. Sizin akıl edemeyeceğiniz, etseniz bile değerli görmeyip bir kenara atacağınız birtakım şeylerden nasıl büyük şeyler çıkarılabileceği konusunda size ilham veriyor.

Evet; LEPROUS ilham veriyor. Başkasının düşünmediklerini düşünüyor ve yetenekleri sayesinde bunu daha önce sunulmamış şekilde sunmayı başarıyor. Bu yüzden de, hem “Bilateral”a, hem “Coal”a, hem de “The Congregation”a bire bir tanık olmuş olmaktan dolayı son derece mutluyum.

Mutlu olduğum diğer bir konu da, 3 albüm önce 2-3 kişinin bildiği LEPROUS’ı, bugün bilmeyene “yazık lan” diye bakılacak düzeyde biliniyor oluşu.

Ne mutlu ki LEPROUS diye bir şey var.
Ne mutlu ki LEPROUS dinleyen, grubun yaptığı şeyi takdir eden, grubun muhabbetini yapabileceğimiz birileri var.

9,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (9.26/10, Toplam oy: 146)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2015
Şirket
InsideOut Music
Kadro
Einar Solberg: Vokal, klavye, besteler, sözler
Tor Oddmund Suhrke: Gitar
Øystein Landsverk: Gitar
Baard Kolstad: Davul
Martin Skrebergene: Bas
Şarkılar
1. The Price
2. Third Law
3. Rewind
4. The Flood
5. Triumphant
6. Within My Fence
7. Red
8. Slave
9. Moon
10. Down
11. Lower
12. Pixel (Bonus)
  Yorum alanı

“LEPROUS – The Congregation” yazısına 45 yorum var

  1. markusulf says:

    coal yağ gibi akıp giden bir albümdü henüz 1 kere dinleyebildim ama bu albüme biraz daha kafa yormak gerekiyor gibi

  2. İlkhan says:

    Çok güzel yazmışsın abi ellerine sağlık ,Leprous bildiğin bir nimet ,çekip gideceğim ruh halinde yalnızlıkta dinlenecek en acayip grupların başında gelir.Bu adamları gerçekten camlı olarak dinlemek için can atıyorum keşke dediğin gibi bilinse bu adamlar ve Türkiye’ye gelseler.

  3. OnurOnur says:

    Abi o “yazık lan”lardan biri benim. Öveni seveni çok, görüyorum ama bir şekilde daha hiç hakim olmadığım bir grup. Aklımda bir süredir ama şimdide bir haftadır kulaklığım bozuk o yüzden sikik eski kulaklıkla dinlemek istemiyorum, alınca bir süre sonra buraya dönmek istiyorum sdjf.
    Birde Rewind çok hoşa benziyorda The Price’i hiç sevemedim hiç.

  4. Ertuğrul Bircan Çopur says:

    Epey guzel album, ama bir “Coal” degil eheh.

    Saka bir yana da, bu albumdeki sarkilardaki tekrar miktari biraz bayiyor beni dinlerken. “Coal”da da epeyce vardi ama bu kadar goze sokulmuyordu. Hem sozler, hem melodiler o kadar cok tekrar ediyor ki bazen “eh yeter bit artik da bir sonraki sarkiya gec” dedirtiyor bana.

    Slave-Moon-Down uclusu pespese INANILMAZ guzeller ama, o bir kenarda dursun.

  5. Leprous’un en iyi albümü, ayrıca şimdilik yılın albümü bence.

    Albümü tam olarak beklediğim kadar beğendim, ama beklediğim beğenme miktarı da “AAA MÜTHİŞ LAN BU” seviyesindeydi zaten. Öyle de oldu, daha ilk dinlemede bile çoğu şarkıya bayıldım. Sadece en başta The Flood, Triumphant, Within My Fence üçlüsüne giremedim, ama şimdi onlara da bayılıyorum. Yine de The Flood albümün tek zayıf şarkısı bence, ki o da gayet dinlenilebilir ve tek filler şarkı olması gayet doğal. Ama en nihayetinde kritikte de bahsedilen “keşfetme” olayı net bir şekilde var, ilk dinleyişte kimsenin olumlu veya olumsuz yönde aşırı güçlü duygular hissettiğini sanmıyorum. Ben ilk dinleyişte oldukça beğensem de dahasının olabileceği benim de aklımdan geçiyordu.

    The Price zaten yılın şarkısı gibi bir şey artık şu konumda, o yüzden ona çok fazla değinmeyeyim. Third Law süper, Red-Slave-Moon dövüyor (özellikle de Slave) ve de Down ve Lower son yıllarda duyduğum en iyi albüm kapanış sekanslarından biri. Artık hepsini aklım çıka çıka dinliyorum.

    Davullar. DAVULLAR. Baard muhtemelen sadece bu albümde çalmak için katıldı, ama umarım bir şekilde grubun kalıcı üyesi falan olur ya. Hayatımda duyduğum en iyi davul performanslarından biri, partisyonların ne kadar akıllılık ve titizlikle oluşturulduğuna aklım çıkıyor her defasında. Bu adam bunu canlıda nasıl çalacak diye düşünüyorum sürekli. Hiçbir kısım abartı değil ve davul beste anlamında albüme ciddili katkı sağlıyor, Baard’ın tüm albüm boyunca şov yaptığı su götürmez bir gerçek zaten. Ama işin güzel tarafı bu şovun boyutunun dengeli olması, hatta albüm bitince dahasını isteme arzusunun gelmesi. Gerçek anlamda ders niteliğinde bir davul performansı, kralsın be Baard.

    Pixel İNANILMAZ bir şarkı bu arada, hatta albümün bu kadar iyi olmasına rağmen albümdeki şarkıların yarısından daha güzel bence. Keşke albüme girseydi, ama her hâlikarda deliler gibi döndüreceğim.

    Gerçekten de müzikal dâhilerle karşı karşıyayız, hiçbir abartı tarafı yok. Umarım bu küçük çaplı devrim çok, çok uzun bir süre devam eder. Cansın be Leprous.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Baybora Topaloğlu, Slave baya başyapıt.

  6. şeyh hulud says:

    İlk kez Leprous dinleyen biri olarak albümü gayet sevdim. İyidir kötüdür, diğer albümlerini bilmediğimden bir şey diyemem. Yalnız ben daha döndürürüm bunu.

  7. Korhan Tok says:

    The Price dünyanın en iyi şarkısı. Albüm de ateş ediyor. Konu kilit.

  8. Koralp says:

    Coal müzisyenlik açısından bir adım daha önde olan bir albümdü fakat şimdi öyle güzel bir albüm yapmış ki adamlar, yüksek olan beklentilerimin bile çok üstüne çıktılar. Şarkılar o kadar akılda kalıcı ki kaç gündür tüm albüm kafamın içinde dönüp duruyor. Yeni davulcu tek kelimeyle muhteşem bir seçim olmuş. Şarkılardan tek tek bahsetmek istemiyorum zira albümdeki bütün parçalar şahane olmuş.

    Coal’u ortamlara ilk düştüğü günden beri, bu albüm çıkana kadar her hafta mutlaka en az bir kere döndürmüşümdür. Bu albüm de önümüzdeki iki üç seneyi banko çıkarır. Şimdiden büyük bir dinleyici kitlesi olan grubun bu albümden sonra önü daha da çok açılacak gibi görünüyor. Yolları açık olsun, hep böyle albümlerle kulağımızı şenlendirsinler, büyüksünüz.

    şeyh hulud

    @Koralp, albüm acayip dile dolanıyor gerçekten. Bugün bütün gün okulda “the circle is ending, i’m done pretending” diye dolaştım durdum içimden.

    Albümün gücü basitliğinde. Gereksiz ekşınlara girmeden sadece anlatmak istediğini anlatıp devam ediyo.

  9. octopushasafriend says:

    Ya deli gibi progresif müzik sevmeme rağmen bu adamlara alışamadım, müziğinin içine giremedim halbuki kötü yoruma rastlamadım, üzülüyorum.

  10. os.man says:

    leprous ve einAr bilateral den sonra yeni bir şey yApmadı.uçmayın köklere bakın.

  11. mysh says:

    10/10.bide abi ne güzel sesin var senin yav

    mysh

    @mysh, tabi ayrıca, third law…

  12. oguzhan says:

    albüm progresif değil de avant-garde olarak sınıflandırılsa daha iyi olacak gibi ama genre’ın amk albüm MUKEMMEL

  13. Ben albüme yeniden yorum yapmaya geldim ; bence coal un bir tık gerisinde kalıyor. Dikkatimi çeken asıl şey tekrarlar . Eskidende müziklerinde vardı ama bu albümdeki tekrarlı yapı 3-4.dinlemeyle birlikte beni biraz baymaya başladı. Qma yukarıda söylendiği gibi Red-Slave-Moon üçlüsü mükemmel(özellikle moon <3)
    Abi kritik için eline beynine sağlık . Albüme benden bir 8.5

  14. Sheva says:

    Cidden muazzam bir albüm, Leprous beni müzik adına en heyecanlandıran oluşumlardan biri haline geldi.

  15. ayhan says:

    Shoplarından tshirt aldım, grup elemanlarından Todd adresi teyit etmek için mail attı. Böyle naif bir gruptur leprous :)

  16. BAARD KOLSTAD DÜNYANIN EN İYİ DAVULCUSU.

    Yazının altına direkt imzamı atıyorum, tam olarak aynı şeyleri düşünüyorum albümle ilgili. Üzerine çok fazla düşünülmüş ve her saniyesine günler ayırılmış olduğu, en yoğun ve rafine halinin önümüze geldiği o kadar her anından anlaşılıyor ki, parça parça değerlendirmek anlamsız kalıyor. Yine de albümün zirve noktalarının durağan ve yoğun anlarından çok Within My Fence, Rewind, The Price, Third Law gibi Leprous özgünlüğünün cömertçe sunulduğu şarkılar olduğunu düşünüyorum.

    BAARD KOLSTAD DÜNYANIN EN İYİ DAVULCUSU.

    İçine girmesi 4-5 dinlememi alsa da bunu bekliyor olduğumdan değeceğinden de emindim ve henüz albüm çıktığından beri dinlemediğim bir gün olmadı. Akılda kalıcılık açısından Coal’un gerisinde olduğunu düşünsem de ileride Leprous’un tamamen özgün ilk albümü hangisi diye baktığımda sanırım cevabım The Congregation olacak. Tahmin edilemezliklerini kontrol altına alabilmeyi başarmaları baya olağanüstü bişey ya.

    BAARD KOLSTAD DÜNYANIN EN İYİ DAVULCUSU.

    Çünkü albümün atmosferi başka herhangi bir davulcu çalsa bu kadar yoğunluğun yanında akıcı da olamazdı. Çünkü vizyonu bu kadar geniş olan ve istediğini bu kadar rahat yapabilen ve tüm bunları İNANILMAZ bir sadelikle verebilen başka bir davulcu bilmiyorum. Youtube’daki DJ and Drums videolarından Within My Fence’teki attack’larına, sokak davulculuğu performanslarından Down’daki çift kroslarına, basit bir partisyonu çalarken dahi kendini belli etmesinden her saniye bambaşka bir şeyler yapacak gibi durmasına kadar her şeyi tam bir müzisyen bence Baard.

    BAARD KOLSTAD DÜNYANIN EN İYİ DAVULCUSU.

    Can

    @Ünal Akünal, sırf o davullar için Within My Fence’e sıra geldiğinde arka arkaya 3 kez çeviriyorum.. Bu yıl en çok dinlediğim parça olacak 100%

  17. Abi kritik çok güzel olmuş öncelikle, ellerine sağlık.

    Albümü az önce dinledim. Yalan yok çok korkarak açtım, beğenmemekten, sıkılmaktan eşşek gibi korktum ama boşunaymış. Albüm biterken şunun farkına vardım ki, LEPROUS ASLA HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRATMIYOR. Yer yer Ihsahn’ın müziğinde kullanmaktan hoşlandığı kısımlar da duymak ayrı bir güzellik katmış. Yine dört dörtlük, yine uzun yıllar dinlenilecek ve hayatın hiçbir döneminde, hiçbir coğrafyanın hiçbir ikliminde sıkmayacak, yağmur, çamur, kar, güneş, sahil, kumsal demeden her an açılıp dinlenilebilecek mükemmel bir albüm olmuş.

    Ulan çok iyisiniz Be!

  18. Beorn says:

    Albüm güzel ama bu kadar puan alacak ne yapmış bu adamlar albümü çevirip çevirip duruyorum anlayamadım. Sitede daha düşük paun alıp albümün eline verebilcek bissürü şey var bence, bu puanı yakıştıramadım bi türlü. Şu ara kritiklerin yarısında bunu yaşıyorum sahi sanırım arıza bende.

  19. Batuhan Bekmen says:

    Eline sağlık Ahmet.

    Albümü onlarca kez dinledim, şu anda da dinliyorum. Ama birkaç ufak an hariç, abartısız hiçbir yerinden keyif almadım. Öne çıkarılabilecek çok yönü var, belirli bazı müzikal ve sound’a yönelik zevklere hitap edebileceğini de tahmin edebiliyorum ancak benim için o kadar sıkıcı bir albüm oldu ki, bir sürü şarkıyı “Yeter artık bit ulan bu ne” diye dinledim. Enstrümantasyonun bu kadar yan bir rol almasından hoşlanmıyorum, onun üzerinde bir de vokal melodileri hoşuma gitmeyince iyice keyifsiz bir tecrübeye dönüştü benim için albüm.

    Davul sound’u konusunu da maalesef geçemeyeceğim, bu kadar sık dile getirmeme ben de sinir oldum ama bu kadar yapay ve dinamikten yoksun bir sound’un, Baard’ın performansından da alıp götürdüğünü düşünüyorum. Bir de albümün genel atmosferi bir türlü derli toplu bir hal alamadığı için davullar da pek akılda kalıcı bir iş yapamamış, perküsyon görevinden ileri gidememiş, gittiği yerlerde de benim için hiç öne çıkamadı. O konudaki hayal kırıklığım da ayrıca büyük oldu.

    Uzatmayayım, kırdın kalbimi Leprous.

    saw you drown

    @Batuhan Bekmen, Bir albümden hiç haz edilmemesine rağmen, onlarca kez dinlemek de değişik bir şeymiş. Hiç denemedim. :)

    TAAKE

    @Batuhan Bekmen, Aynı durumdayım karşim bana göre değil bu progresif işler sorry beyler be true black mealime geri dönüyorum

  20. 12ParmakBağırsağı says:

    Normalde kolay kolay ısınamam bu tarz deneysel işlere ama bu albümü daha 3. dinlememde bayıldım. Within my fence rewind down moon the price hepsi bir başka güzel. Ama bazı arkadaşların dediği gibi tekrarlar ciddi bunaltıyor bazı şarkılarda hadi be bit artık diyorum. Özellikle the flood. Öyle yani.

  21. beterin bateri says:

    coal’ı beğenmemiştim ama bu albümü 2-3 kere dinledikten sonra baya sevdim. yıl boyunca dinlemelik prog. metal arıyodum zaten çok da güzel oldu üstüne sypmhony x de geldi mi tadından yenmez. bu albüm yüzünde coal’ı da daha dikkatle dinlemeye başladım hayırlısı. davul, klavye, syntler enfes ama özellikle basit cümlelerle bu kadar etkili vokal melodileri oluşturmak her grubun altından kalkabileceği bi olay değil, leprous bunu ustalıkla yapıyor. ayrıca melodi ve rifflerin orjinalliği sayesinde şarkı içi tekrarlar hiç sıkmıyor, aksine daha da dinleyesi geliyor insanın.

  22. dr.nepenthe says:

    Bir şarkı başka bir şeyle uğraşırken arkada fon olarak çalarken dahi bir insanı ağlama noktasına getirebilir mi ? Bakınız: Down

  23. Ömer Kuş says:

    Ilk defa Leprous dinliyorum, ilk bes sarki mukemmelmis cidden. Gerisine daha pek odaklanamadim. Ama onlar nasil vokallerdir öyle? Aman ya rabbi.

    northern

    @Ömer Kuş, bana vincent cavanagh’ı anımsattı.

  24. Bazı albümler hayatımda haddinden fazla yer edinebiliyor benim. Mesela Morningrise hiç şüphesiz bunlardan biri. Sırf bu kelimeyi yazınca bile aklıma tonlarca anı ve mekan geliyor. Aynı şekilde Toxicity/Steal This Album de dünyanın en eğlenceli albümleri olmalarına rağmen beni ibne evladı gibi ağlatabilecek kadar anlam yüklü albümler. Tabi herkesin böyle değer verdiği bir sürü eser var ve her biri “sahibi” için tartışmasız eserler. Ben yaklaşık son üç yıldır beni RIITIIR ve URD kadar heyecanlandıran ve duygusal bir bağ kuracak kadar benimsediğim bir albüm dinlememiştim açıkçası. Çok güzel albümler ve kusursuz besteler tabi ki dinledim ama özel bir bağ kuracak kadar sahiplendiğim bir albüm bayağıdır olmamıştı.

    The Congregation, net bir şekilde yılın albümü benim için. Çıktığından beri 1 ay falan geçti ve ben daha şimdiden içine bir sürü anı ve mekan sıkıştırabildim. Sadece müzikal anlamda değil, kişisel olarak bana hissettirdikleri nedeniyle The Congregation bayağı önemli bir yerde gözümde. İskandinavya’nın kendine has güzelliğinden kopup gelen bir albümün Trakyalı bir ergeni bu kadar etkilemesi, müzikte en anlam veremediğim şeylerden biri. Evet.

    Bunun dışında albüm o kadar güzel olaylara sahne oluyor ki, bir kere belirtmek istiyorum Red-Slave-Moon-Down arka arkaya konulacak şarkılar değil. İnsanı gebertebilecek kadar güçlüler ve her taraflarından efsanelik akıyor. Özellikle Slave bayağıdır dinlediğim en iyi şarkı. Gerçi albümdeki şarkıları ayırmak çok zor benim için ya, okunacağını bilsem 40-45 paragraf sırf bu albümü överim şurada ve tek mesajı da ĞIAAAA LEPROUS ĞAAAAAIIĞI olur. O yüzden en iyisi burada bitirmek, evet.

  25. BlackWaltz says:

    Bateriler harbiden ayrı efsane ya

  26. Ufuk Sönmez says:

    bu albümü ilk kez geçen sene askerde koğuşta dinlemiştim. bu kritiğin puanına, yorumuna bakıp albümü indirmiştim. oluşan beklentiyle birlkte “neymiş lan bu leprous” diye düşünüp kulaklığımı takıp müziği çaldığımda cidden hayalkırıklığına uğramıştım. millet nesini bu kadar beğenmiş bu kadar diye düşünmüştüm. ama içimde bu mereti sevebileceğime dair ilginç bi his de oluşmuştu. sırf o hissin hatrına albümü dinlemeye devam ettim.

    ve gerçekten de o his yanlış çıkmadı, beni peşinden sürükledi ve amacına da ulaştı. tam 1 yıl sonra leprous’un acayip bir grup olduğunu düşünüyorum şu an, hem mekanik hem de acayip ruhlu bir grup. basit fikirlerin aslında göründüğü gibi basit olmadığını hatırlatan bir grup.

    bu albümü dinlerken aklıma sanki bir insanın aslında insan olmadığını öğrendiği, yapay bir android olmanın verdiği hüznü ve isyanı yansıttığı bir hissel dışavurum metaforu geliyor. android ama hissettiği bu değil. kendisi sonradan yapılma ama bunu kabul edemiyor ama elinden de birşey gelmiyor. bu albüm bana tam olarak bunu hissettiriyor. albüm yapısı itibariyle mekanik, aksak ama bir o kadar da sıcak ve insani. kolstad’ın ritimleri ve einar’ın vokalleri bu zıtlığı çok güzel yansıtıyor.(bu arada bu söylediğim fikir bir filmin ana konusu ama filmin adını söyleyip spoiler vermeyeceğim. yalnız “moon” da ne güzel şarkıdır öyle).

    bu arada albümde en sevdiğim yerse the flood’un sonundaki aksak ritimli kısım oldu, slave’deki vokaller ise inanılmaz dokunaklı.

    sonuç olarak başta nefret ettiğim albümün basbayağı hayranı oldum. ilk kez bu kadar keskin bir fikir değişikliği yaşadım desem yeridir. leprous işte abi, cidden acayip grup.

    Berca B.

    @Ufuk Sönmez, androidle ilgili olan kısmı zevkle okudum abi. Ben de sırf yüksek puanlar güzel yorumlar hatrına dinleyip beğenmeyenlerdenim. O “belki bunu sonradan severim” hissi bende de oldu ama halen elim yeniden gitmedi. Yine de yakında tekrar dinleyeceğim bu yorumun üstüne

  27. Derya says:

    Leprous albumunu Turkiye de nerede bulabilirim??

    Kadir

    @Derya, son iki albümleri Kadıköy Akmar pasajındaki hammer müzikte var

  28. hen says:

    The Flood’ın sonundaki melodik kısmını yediğimin.

  29. feel the groovity says:

    bugün bu albümü baştan sona dinleyip, üzerine cila niyetine grubun rockefeller music hall’deki dvd’sini izledim, çok iyi geldi. çok efsane konser olmuş cidden.

  30. burada yorumum yokmuş, şaşırdım. muazzam bir albüm ya, dinlemelere doyamıyorum. iyi ki varsın leprous.

    chuck

    @Ashes of the Wake, leprous’un en iyi albümü bu mu yoksa coal mı karar veremiyorum bir türlü. üst üste gelen iki çok iyi albüm.

  31. “Slave” müthiş şarkı.

  32. kaziklubey says:

    hayatımda dinlediğim en harika şeylerden biri

  33. Tam snob progcu grubu olduklarını düşündüğüm için hiç yeterince övemedim bu albümü. Baktım hava bugün kasvetli, şöyle yalandan bi tribe girelim bari deyip açtım, hala sarıyo.

  34. akanker says:

    The Price’a hastayım

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.