Pasifagresif’i takip etmeye başladığım ilk günlerden beri içimde hep bir konser yazısı yazma isteği vardı. Tabi o sıralar metal müzik dinleyen arkadaşım olmadığından ve bayağı bayağı işçi olarak çalıştığımdan hiçbir konsere gidemiyordum. Neyse ki karanlık günler kendini aydınlığa bıraktı ve 23 Mart akşamı OPETH konseriyle yazacak kapı gibi bir konser yazım oldu. Pek tecrübeli bir konser yazarı olmadığım için gereksiz birçok ayrıntıyla yazıyı doldurabilirim, ancak benim için konser yalnızca sahnede dönmüyor, bundan dolayı alışılmışın dışında bir konser kritiğine hazır olun. Haydi başlayalım.
Önceden ülkemize defalarca gelen OPETH’i ilk defa izleyecek olmanın heyecanının sonradan benim açımdan “Metal müzik dinlemeyen kız arkadaşla konsere gitmek” kavramına dönüşmesi her ne kadar biraz buruk olsa da, nasihatle çalışan varlıklar olmadığımız için ve konserde de yeterince eğlendiğim için çok kafama takacağım bir durum olmadı. Zaten yalnızca kız arkadaşımla birlikte gitmedim, Pasifagresif’in güzide yazar ve okurlarından oluşan oldukça kalabalık kadromuzla birlikteydim, öyle ki şimdi tek tek isimlerini yazsam, tanımadığınız o kadar ismi okumak canınızı sıkacaktır. Bir tek yazarlardan Baybora’yla okur arkadaşlardan Borabay’ın bir araya gelmesi, herkesin yüzünde tatlı bir tebessüm yarattı ve komik olmayan birçok espri yapıldı. Neyse çok uzattım artık konserden bahsediyorum. Saat 20.00’de kapılar açıldığında kalabalık kadromuzun bir kısmı bir şeyler yemeğe gitmişlerdi. Az sonra OPETH izleyeceğinin heyecanı yüzüne vurmuş olan metal sever arkadaşlar, kimi yalnız kimi bir iki arkadaşıyla kısım kısım içeri girmeye başlamıştı. Ünal Akünal arkadaşımız OPETH’i en önden izlemek adına hemen girmemiz için bizi zorladı fakat kadromuzun tamamlanmasını beklemeye devam ettik. Bu arada sırada bekleyenlere şöyle göz gezdirdiğimde oldukça sade kıyafetlerle, hayatlarında ilk defa konsere geldiği oldukça belli olan kişilerden tutun, deri ceketli, dövmeli, “Thrash Forever Ulan!1” kafasına sahip kimseler de mekanda bulunuyordu, bir de bunların yanında mesai sonrası kravatı bir yere sallayıp gelen beyaz yaka tayfasından kimseler de vardı. Onların konseri izleyişi de bir farklıydı zaten. Farklı kesimden bunca insanı bir arada görünce hem metal müziğe hem de OPETH’e olan sevgim katlandı. Arkadaşlarımız yemekten dönünce biz de sıraya girdik ve bileklerimize kaşe yiyip içeri daldık. Saat 20:30’u gösteriyordu. OPETH’in çıkmasına bir saat kalmıştı, heyecan artıyordu.
İçeri girdiğimiz anda 35 liraya OPETH’in getirdiği orijinal tişörtlere saldırdık. Fiyat bana çok uygun geldi şahsen. Nurhacı, Baybora ve Mahmut tişörtleri aldığı gibi gidip giydiler. Ardından kalabalığın arasına girip konser başlayana kadar sohbet ettik. Bu sırada GHOST’tan “Year Zero” açılınca işin rengi tamamen değişti, “Hail Satan” diye bağırarak, nakaratı eşlik ederek konser öncesi biraz ısınmış olduk. Etrafta bizim gibi eşlik eden en fazla 5-6 kişi vardı. GHOST’un hala bu kadar az bilinmesine biraz üzülsem de, kalkıp bunu mesele haline getirmedim yani. Bizim eğlencemiz birilerinin dikkatini çekmiş olacak ki yaklaşık 10 dakika sonra yeniden aynı şarkıyı verdiler. Biz de yine aynı şekilde eğlendik, çünkü şarkı çok güzel, GHOST da mükemmel, evet. Biraz sohbetin ardından da sahnenin ışıkları kapandı. İşte dedim içimden, başlıyor.
Setlistini baştan sona bildiğimiz bir konserdi, OPETH’in Yunanistan’da verdiği konserde çaldıklarının hemen hemen aynısını çalacağına emindik. Aynen öyle de oldu, “Eternal Rains Will Come”la birlikte konser başladı. Tabi anlatmadan geçemeyeceğim bir epik olayı Mikael’in sahneye henüz girdiği anlarda yaşadık. Yalnızca Türk insanının değil, çağımızın hastalığı haline gelmiş olan “cep telefonuyla video çekme” olayı bizi de vuruyordu. Mikael sahnede belirdiği anda önümüzdeki onlarca insan cep telefonlarını havaya kaldırıp çekmeye başladı. Zaten herkes avazı çıktığı kadar bağırıyordu ve evet, yine Youtube’da görmeye alıştığımız o iğrenç sesli, belirsiz görüntüye sahip videolar çekiliyordu önümüzde ve biz bu yüzden Mikael’in o güzel sıfatını göremiyorduk. Ancak o sırada olan oldu ve Maraş asıllı site yazarımız Nurhacı Çeri, o kargaşada artık nasıl bir güçle bağırdıysa “İndirin ulan telefonları!” dedi ve abartısız söylüyorum aynı anda 10-15 kişi telefonunu indirdi. Hatta hafif bir gülüşme ve orta çaplı bir alkış topladı bu tepkisi. Şahsen ben de Maraş’lı damarının ne menem bir şey olduğunu yeniden fark ettim. “Pale Communion” albümünü de zaten seven biri olarak ilk iki şarkıda oldukça coştuk. Eşlik ettik, zıpladık, keyiflendikçe keyiflendik. Ancak biliyorduk ki üçüncü şarkı kalbimize bir hançer gibi saplanacaktı. “The Drapery Falls” başlamadan önce, mizahi kimliğinden asla ödün vermeyen, canımın içi Mikael konser boyunce hemen her şarkı arasında yapacağı gibi seyirciyle sohbet etti. Seyirciler arasından bir kızın “I love you OPETH!” diye bağırmasına “Thank you?” diye cevap vermesi, “I love you ulaayn” diye bağıran ateşli Türk gencine “I love you too son” demesi, tam konuşması sırasında basın gürlemesiyle sözü kesilince “sorry i just farted” şeklinde tepki vermesi, balkon seyircilerine hafif ironi yaparak birkaç laf atması, Gençlerbirliği atkısını göstererek, bir vakit kalecilik yaptığından ve ödül bile aldığından bahsetmesi, teknik ekip elemanına sürekli “oğlancı” diye hitap etmesi ve lead gitarist Fredrik’e sürekli “Hi Fredrik” demesi Mikael’in yaptıklarından birkaçıydı. Bununla birlikte Ankara seyircisinin İstanbul seyircisine oranla daha coşkulu olduğunu da söyledi. 7 seneden sonra ilk defa geldiklerini bir daha bu kadar arayı açmayacağını da ekledi. OPETH konserinin o güzel şarkılarının dışında böyle güzelliklere sahip olması da ayrı bir hoş. Mikael gerçekten çok kral adam be.
“The Drapery Falls” ile birlikte bizler de kendimizi yerden yere vurmaya başladık. “The Moor”da ise kendimi o kadar kaybettim ki, tek hatırladığım yine Nurhacı’nın dümdüz “AAAAHHH” diye bağırmalarıydı. Şarkı bittiğinde darmadağın olmuş bir kitleydik, hiç olmazsa bizim kadro kesinlikle öyleydi. Hemen ardından başlayan “Advent” ile kendimize geldik. “Elysian Woes” ile nefes aldık, “Windowpane” ile sırtımızda biriken sıcağı hissettik. Bizim kadro hemen her şarkıda deliler gibi eğlenebilirken ben kız arkadaşımın yanında deliler gibi olmasa da eğlenebildim. Yine de hakkını yemeyeyim çok güzel ayak uydurdu baştan sona kadar.
Birçoğumuzun “Türkiye’de metal konseri” denildiğinde ilk aklına gelen şey “ses kalitesi” olduğu için söyleme gereği duyuyorum; bana göre ses kalitesi oldukça iyiydi. Mikael’i de duyduk, lead gitarı da duyduk, bası da, klavyeyi de. Daha önceleri hiç lead gitar duymadan konser izlemiş biri olarak, benden yüksek not aldı. Beğenmeyen beğenmeyebilir.
Evet çok uzattığımın farkındayım. Son kısmı da yazıp kapatıyorum; The Grand Conjuration şarkısının bitimiyle Mikael defalarca teşekkür etti ve sahneden ayrıldı. Ancak hepimiz biliyorduk, dönecekti. Döndü, yeniden teşekkür etti, grup elemanlarını tek tek saydı, yine teknik elemanı es geçmedi. Artık aralarında nasıl bir diyalog varsa, herife “oğlancı” demekten bıkmadı be.Sonra “Deliverance” başladı. Hemen önümde büyük bir mosh pit başladı. Hemen hemen herkes yadırgadı diyebilirim ancak ben de kendi kadromda küçük bir pit başlattığım için pek yadırgamadım, 18-22 yaş arası kız ve erkeğin birbirlerini itip kakmasını zevkle izledim. Kimdi orada birbirini itip kakanlar peki? Şarkı aralarındaki sessizlik anında “Böööooouua!” diye bağırıp olayı “bakın ben buradayım ve çok sertim”e getiren dostlarımızdı. Onlarsız bir konser düşünülemezdi zaten. Gerçekten eleştirmiyorum, ironi yapmıyorum. Arada ben de öyle bağırıyorum, çünkü çok zevkli oluyor. “Deliverance”ın son 4 dakikasında kol kola girip kafa salladık. Kız arkadaşım da bize katılmak istedi, ancak neye girdiğinin farkında değildi, 4 dakika boyunca kafa sallamak bizim için bile bunca zor iken, o hiç dayanamayacaktı. Öyle de oldu, bıraktı bir yerden sonra, biz sonuna kadar devam ettik ve üç dört gün sürecek boyun ağrılarının tohumunu ekmiş olduk. Konser tamamen bitti ve Mikael’in çıkmasını beklememek gibi bir aptallık yaparak hemen mekanı terk ettik. Gece birçokları için bitmiş olsa da bizim için bitmedi tabii ki. Papaz’a gidip biraları tokuşturarak, BLIND GUARDIAN, DEATH, AT THE GATES gibi babaları dinleyip eşlik ettik, bağıra çağıra söyledik ve yine yeniden metal müziğin ne güzel bir şey olduğunu düşündük. Birbirimize sıkıca sarılıp, gece saat 2.30 gibi sokaklarda sesli konuşa konuşa evlere dağıldık.
Bizim için unutulmaz bir geceydi. Böyle güzel bir geceye vesile olan Vera Müzik’e ne kadar teşekkür etsem az. Her şey çok güzeldi, son olarak metal müzik çok güzel bir şey dostlarım.
Not: Yazıda kullanılan fotoğraflar İstanbul konserinden olup Vera Music’in facebook sayfasından alınmışlardır.
Setlist
1.Eternal Rains Will Come
2.Cusp of Eternity
3.The Drapery Falls
4.The Moor
5.Advent
6.Elysian Woes
7.Windowpane
8.The Devil’s Orchard
9.April Ethereal
10.The Lotus Eater
11.The Grand Conjuration
12.Deliverance
Doğum günüme 27 gün kaldığı için kapıda alınmadığım ve hem 80 liranın hem de mikaeli görememenin acısıyla hüzünlenerek okudum yazını abi … çok güzel bir yazı olmuş eline sağlık …
07.04.2015
@BurakBost(betweentheburied), Ya keşke birimizden birine ulaşsaydın bir şekilde. Ya araya kaynatır sokardık, ya “kardeşim bu, mesuliyeti bende” falan der sokardık, en kötü bileti satmana yardımcı olurduk. Üzücü olmuş epey.
Gereğinden fazla muazzamdı ya. Zaten yazıda her nokta belirtilmiş ve her şarkıda da müthiş hissettik, ama ayrı olarak şunu belirteyim: Hayatım boyunca The Moor’un 6:12′de giren rifi ve ona yanıp sönerek eşlik eden kıpkırmızı ışıkların birleşimi kadar şeytani bir hissiyata tanıklık etmedim. O an hepimizin içinden birer yamyam çıkacak ve kontrolden çıkacağız sandım. Evet, bu kadardı. Ayrıca Deliverance’taki kafa sallamaları hiçbir zaman unutmayacağım, resmen özeldi. Özel kafa sallama anı mı olur ya ahah, ama oluyormuş işte.
Bunu çok gruba söylüyoruz ama yine de söyleceğim, “Opeth dünyanın en iyi grubu sanırım ya.” Ellerine sağlık Ozan’ım, her şey tamı tamına.
Eline hafızana sağlık valla Ozan, unuttuğum pek çok detayı hatırlamış oldum. Çok güzel olmuş yazı. Öncesiyle sonrasıyla harika konserdi.
İlk defa Ankara’da konser izledim, katılım muazzamdı. Mekan tamamen doluydu ve Pale Communion parçalarına bile gürül gürül eşlik edildi. Kapalı mekan yüzünden grup da seyirciyi iyi duyuyordu ve şarkı aralarında filan Mikael’le seyircinin paslaşmaları görülmeye değerdi. Seyirciyi övmesi klasik hareket değildi yani. Korhan Tok’un daha sonra dediği gibi: “Ankara seyircisi boş geçmez.” Öğrenmiş oldum ben de.
Bir de rock off 2014′ten sonra en geniş katılımlı pasifagresif okur-yazar konseriydi galiba. Hemen herkesi orada görmek ve buluşmak mutlu etti. Bu yazki istanbul festivallerinde tam kadro sefere gidebilirsek hayatım tamalanmış olur. Konser arkadaşlarla daha güzel çünkü.
Muhtemelen şu ana kadar yaşadığım en dolu dolu geceydi. Unutulmaz bi konser olmasında “indirin ulan telefonları!” hadisesinin de katkısı vardı tabii.
Belirtilenlerin yanında “Mom, they’re awesome” anı da süperdi.
Yazı ne ara biti onu da anlamadım. Eline sağlık Ozan.
Gerçekten de Jolly Joker an itibariyle Ankara’daki en iyi ses sistemine sahip mekan galiba. 3. kez izleyeceğim ve biraz da hasta olduğum için arkalardan izledim eş-dostla ama yine de gürül gürül duyuluyordu. 2006′da “Under the Weeping Moon” dinledikten sonra bu defa da kanlı canlı “Advent” dinleyince benim için de unutulmaz bir konser oldu.
Konser sonrası okur-yazar ekibiyle yapılan Papaz muhabbeti de konserin üstüne bal-kaymak oldu resmen, Blind Guardian’da da aynı performansı bekliyorum arkadaşlar. :)
Bu arada okur-yazar arkadaşlardan ayrıldıktan sonra kendi ekibimle Aspava yolunda polis çevirmesine denk gelip (çünkü otoparkçı sol aynamı kapatmış ve ben o kafayla aynanın kapalı olduğunu fark edememişim) “Alkol var mı?” diye soran polise dümdüz “Var ağabey,” demem ve adamın arabadaki tiplere bakıp “Ya yürüyün gidin olum,” demesi de ayrıca unutulmazdı.
Eline sağlık Ozan.
07.04.2015
@Korhan Tok, Blind Guardian bambaşka olacak ya, Papaz’da bile o kadar gaza geliyorsak ahah
Konsere girdim,erken geldiğimin farkındaydım.Bir arkadaş vardı gitarla gelmişti konsere.Tipinide Mikael’e benzetmiş.Onun dışında biraz brutal vokal yapınca kızlar tiksiniyordu sanırım.Opeth tişörtü yerine Death giydim.Samsun’dan gelmiştim Advent’den sonra çıkmak zorunda kaldım.Ama güzel konserdi yinede.
Gayet başarılı bir konser yazısı olmuş tebrik ederim fakat bir yerde ufak bir yanlışın var:) Mikael’ın senin tabirinle “Oğlancı” dediği teknik eleman aslında Per”Sodomizer”Eriksson. Katatonia’nın eski gitaristi ve gitar teknisyeni. Ayrıca şuan Bloodbath’te gitar çalmaya devam ediyor. Muhtemelen bu çıkarımı adama “Sodom” diye seslenmesinden yaptın fakat Mikael’ın Per’e o şekilde seslenmesinin sebebi adamın takma isminin kısaltmasının “Sodom” olması :)
09.04.2015
@Kagan, Hahahah bilmiyordum çok sağ olasın. :) Doğrudan Sodomizer diyordu ya, benim de kafama takılmıştı neden sürekli öyle diyor diye. İnsanın dostu olsa bozulur o kadar takılmaya yani, meğer adamın lakabıymış. :)
09.04.2015
@Ozan H. E. Turakine, Rica ederim ne demek, ileride yeni konser yazılarını okumaktan keyif duyarım, sağlıcakla :)
Windowpane ve The Grand Conjuration’un her saniyesine eşlik edebilmek muazzam bir histi. Lotus Eater’da kendimden nasil gectigimi hatirlamiyorum desem yeridir. Konser sonu seyirci acisindan ego tatminiydi ve Mikael’in Deliverence oncesi bira isteyip “Efess” demesini de unutmamak lazim.
Ben fazla konsere gitmemis olsam da hatri sayilir duzeyde konser tecrubem var. Rahatlikla soyleyebilirim ki ses duzeni acisindan muazzamdi. Yazarin da soyledigi gibi her enstrumani cok iyi duyduk. 10/10