Ertuğrul Bircan Çopur
Paskalya’nın en karanlık geçtiği şehir Münih olsa gerek. Üçdört yıldır tek günlük bir festival olarak Paskalya’da düzenlenen Dark Easter Metal Meeting daha önceki yıllarda headliner olarak ENSLAVED, TRIPTYKON gibi grupları ağırlamıştı. Ben ise festivale bu yıl ilk defa gidebildim. Festivalin alt grupları genelde bir yıl öncesinden açıklanmaya başlasa da (2016 için şimdiden altı grup açıklandı bile) headliner grup festivale üçdört ay kala açıklanıyor. Ben de bu yıl PRIMORDIAL açıklanınca apar topar bileti alıp gitmeye karar verdim. Kadronun geri kalanı festivalin karanlık geçeceğini zaten açık seçik söylüyordu, zira tüm kadrodaki 15 gruptan açıkçası en yumuşak müzik yapan PRIMORDIAL’dı. Evet.
Tek günde 15 grubun tek sahnede çalması haliye mümkün olmadığından festivalde üç sahne vardı. Grupları aşağı yukarı popülaritelerine göre üç gruba ayırmışlardı, ve en yeraltı gruplar en küçük sahnedeydi. Hal böyle olunca aynı saatte farklı sahnelerde performanslar olduğundan dolayı bütün grupları izleme şansım yoktu, ben de en küçük sahneyi tamamen pas geçmek zorunda kaldım. Ortanca sahnenin olduğu alana da bazı gruplarda kalabalıktan dolayı izleyici almayı kestiler, oralardan da bir şeyler kaçırdım; ama izlediğim gruplardan izlenimlerimi paylaşayım şöyle.
GLORIOR BELLI
Festivalden önceki hafta çıkan fırtınadan dolayı bozulan toplu taşıma hatları hala kendine gelemediği için biraz geciktim, alana gittiğimde GLORIOR BELLI ilk şarkısındaydı. İzlemeyi epey istediğim gruplardan bir tanesiydi; ama belli ki alanın geri kalanı pek benimle aynı hislere sahip değildi. Aslında biraz stratejilerinde de sorun vardı sanırım, zira aslında oldukça kalabalık olan alandaki insanların onlarla çok alakalı olmadığı belliydi; ama Billy Bayou sürekli seyirciye sorular sorup diyaloğa girmeye çalışıyordu. O kadar tepki alamadı ki bir ara abuk bir suratla “Do you speak English?” diye bile sormak zorunda hissetti kendini.
Her neyse, sonuç olarak farklı albümlerinden toplamda 6-7 şarkı çaldılar, ki kapanışı muhtemelen en sevdiğim şarkıları olan Meet Us at the Southern Sign ile yaptılar ve alanda en azından mutlu bir kişi (ben) bırakarak, ama belli ki kendileri hiç memnun kalmadan sahneden indiler.
ENDSTILLE
Pis metalin en pislerinden biri olan ENDSTILLE vardı sırada. Savaş boyalarını kuşanıp alana gelen grup, paldır küldür bir saldırı halinde başladı konsere. Kendi ülkelerinde olmanın verdiği iletişim avantajıyla sahnede çok rahat olan grup, The Refined Nation ile açılışı yaptı. Şarkı aralarında seyircilerle kısa diyaloglara giren, onun dışında ise gümbür gümbür bir savaş hali yarattı sahnede. Sick Heil, World Aflame ve Bastard’ın peşpeşe çalınmasıyla alan baya kendinden geçti diyebilirim zaten. Seyirciyi bol bol selamlayarak, arkasında 50 dakika öncesinden çok daha fazla gaza gelmiş bir seyirci topluluğu bırakarak indi sahneden grup.
NOCTE OBDUCTA
Beni az biraz tanıyanlar ya da sitede yazdığım NOCTE OBDUCTA kritiklerine denk gelenler bu grubun ne kadar hastası olduğumu da bilirler sanıyorum. Özellikle Sequenzen Einer Wanderung albümleri hayatımda en çok sevdiğim, en çok dinlediğim şeylerden bir tanesidir. Neyse, 2015’te 20. yılını kutlamakta olan grup, ortanca sahnedeydi ve yer kapabilmek için ENDSTILLE biter bitmez epey bir koşturarak alana geldim. Yaklaşık beş dakika içinde grup sahneye çıktı ve son albümden Leere ile giriş yaptı. Elbette ki canlı bir performansta ambient işlerinden fazla bir şey beklemiyordum, onlar da neredeyse baştan sonra dur durak bilmeyen bir şekilde daha sert şarkılarından çaldılar. En hayvani eserlerinden biri olan Ich fließe Blut’ta sanıyorum epeyce kendimden geçmişim hatta. İki onyıllık kariyerlerini 50 dakikalık süreleri boyunca gayet güzel bir şekilde özetlediler, ve Und Pan Spielt die Flöte ile nefis bir final yaparak şekilde sahneden indiler. Dünyada çok fazla hayranı olanı olduğunu tahmin etmesem de, Almanya’da inanılmaz seviliyor NOCTE OBDUCTA, burada kesin olarak görmüş oldum. Konserden sonra da merchandise alanına giderek şahane bir 20. yıl özel tişörtü kaptım.
URFAUST
Ettiğim tüm aceleye rağmen büyük sahneye URFAUST için geldiğimde grup (iki eleman diyeyim ya da) konsere başlamıştı bile. Bunun üzerine alan da o kadar kalabalıktı ki sahneyi zar zor seçebiliyordum. Aslında dinlemeyi çok istediğim grubu gidebildiğim en yakın noktadan iki şarkı kadar dinledikten sonra ise pes etmek zorunda kaldım. Başta gayet güzel çalışan ses sistemi ikinci şarkıdan sonra ne olduysa saçmalamaya başladı, ve ne müzikten keyif alabilir, ne de doğru bir şey duyabilir oldum. O zamana kadar aç karna yuvarladığım biraların karnımı iyice acıktırmasıyla çıkıp bir şeyler yemeye karar verdim. Ki bu da epey zor bir iş oldu. Binlerce insanın olduğu alanda yemek yenilebilecek tek nokta olan burger minibüsünün önünde kuyruğa girdim, ve yaklaşık 40 dakika (evet) bekledikten sonra bir şeyler almayı başardım.
AHAB
Yemeği yerken konserin başını kaçırsam da, AHAB benim için tüm günün en güzel sürprizlerinden biri oldu. Daha önce canlı funeral doom dinlemediğim için biraz korkarak alana girdim; fakat bu ortanca sahnedeki ses sisteminin de güzelliğiyle nefis bir dinleti oldu diyebilirim. The Delivery of Oceans, O Father Sea gibi şarkılarla isimlerinin hakkını veren bir konser sunan grup, eminim ki benim dışımda da fazladan hayran kazanmıştır konserde. Vokalist Daniel’in sahnedeki rahatlığı ve vokallerdeki sıradışı başarısı ile aklıma kazındı AHAB. Uzun zamandır uzak kaldığım funeral doom’u benim için tekrar ilk dinlenecekler listesine de sokturlar diyebilirim. Kalabalıktan dolayı ilk anlarda kendimi ilk kezmmetrobüse biniyor gibi hissetsem de, şarkılara ve içlerindeki Moby Dick hikayelerine kendimi kaptırdıktan sonra çevremdeki insan denizi hiç umrumda olmadı.
DESASTER
AHAB’ın nispeten sakinleştiren müziğinden sonra kendimi DESASTER konserinde bulmak vücudumu dikenli sopayla dövülmüş kıvama getirdi adeta. Daha önce hiç dinlemediğimi itiraf edeyim grubu öncelikle, o yüzden ne beklemem gerektiği konusunda zerre fikrim yoktu; ama festivalin son gruplarından bir tanesi olması sebebiyle iyi bir performans izleyeceğimi tahmin ediyordum. Tahminim grubun sahneye çıkmasıyla beraber doğru çıktı zaten, zira daha ilk şarkı ile kendimi adeta bir MANOWAR gazında buldum. Enfes bir black/thrash icra eden Alman grup, kaslı vokalist Sataniac ve kel ama uzun saçlı gitarist Infernal öncülüğünde hem şov yaptı, hem de şarkılarıyla tüm seyirci topluluğunu dövdü adeta. Nedenini anlamadığım bir şekilde yarı Almanca, yarı İngilizce ettikleri muhabbetlerle de şarkı aralarında sakinleşmemize hiç izin vermediler. Festivalin o ana kadar en iyisi açık ara DESASTER oldu, ve o zamana kadar hiç olmadığı kadar kafalar sallandı, saçlar havada uçuştu.
DARKENED NOCTURN SLAUGHTERCULT
Daha önce yalnızca Saldorian Spell albümünü dinlediğim, nedir ne değildir açıkçası bilmediğim DARKENED NOCTURN SLAUGHTERCULT (grubun ismine ölürüm yalnız ya ahah) sahneye çıktığında epeyce şaşırdım diyebilirim. Sahnenin ortasında devasa bir ters haç, yanlarında daha küçük birer ters haç ve bunların tepesindeki kafataslarıyla güzel bir atmosfer yaratmışlardı. Grup sahneye çıkıp seyircilere sırtını döndü, sahnenin iki tarafında uzun boylarıyla bir gitarist ve bir basçı dururken, ortada ise tamamen beyazlar içinde, başında duvağa benzer bir örtüyle kısa boylu bir hanım durmaktaydı. Daha önce albümü dinlerken vokalistin kadın olduğunu fark etmemeyi başarmışım bir şekilde. Her neyse. İlk notalarla birlikte hepsi bizlere doğru döndüler, ve gitaristvokalist Onielar’ın ağzının ve beyaz elbisesinin ön kısmının kanla bezeli olduğunu gördük. Tamamının yüzleri corpse paintle boyanmış grubun sahnede gerçekten etkileyici gözüktüğünü söyleyebilirim. Görüntülerini inkar etmeyen bir şekilde tüyler ürpertici bir performans da sergilediler. Gerek enstrüman hakimiyeti, gerekse vokaller açısından taş gibi, “evil” bir konser verdiler, tüm alan da atmosferin etkisine girmiş, büyülenmişçesine izledi.
PRIMORDIAL
Saat henüz akşamüstü 4 olmadan girdiğim festivalde saat 11 olmuştu ve ayakta durmak (ve duymak) oldukça zor hale gelmişti şimdiden; ama sonunda asıl bomba PRIMORDIAL’a gelmişti sıra. Bizleri hiç bekletmeden, belirlenen saatte sahnede belirdiler. Alan beyaza boyalı yüzü ve üzerindeki ince, kolsuz, kapşonlu yelek ile oldukça tehditkar gözüküyordu.
Kısaca selam verip kendilerini tanıttıktan sonra “Sizi daha büyük insanların düştüğü bir yere götürmeye geldik!” diye çığırdılar, ve olanca ihtişamıyla son albümün açılış parçası kulaklarımızda çınlamaya başladı. Bu noktada kısa bir parantez açıp ses sistemine sövmek istiyorum; zira tüm sesler o kadar patlıyordu ki, distortion’ın içinden gitar melodilerini de, Alan’ın vokallerini de seçmek çok zor oluyordu. Sonradan biraz düzelse de konser sonuna kadar rahatsız edici derecede patlak seslerle dinlemek zorunda kaldık.
Aşağıda setlist’te görebileceğiniz gibi birçok albümlerine dokunarak uzunca sayılabilecek bir performans sergilediler. Normalde 70 dakika olarak ayrılmış vakitlerini aşarak 90 dakikadan fazla bir süre boyunca savaşın müziğini dinlettiler bize, ve bir an bile olsun seyircinin dikkatinin dağılmasına izin vermediler. Konserin en keyifli anları ise As Rome Burns ve sonrasında gerçekleşti. Şarkının içindeki “Sing to the slaves as Rome burns!” kısımlarını zaten tüm seyirciler ve grup hep bir ağızdan söyledik ve nefis bir atmosfer oluştu; fakat şarkı bitip Alan su içmeye arkasını dönmüşken konser alanının bir noktasından düşük sesle bu yankı tekrar başladı. Yavaş yavaş tüm salona yayıldı ve Alan yüzünde belirgin bir mutlulukla eşlik etmeye başladı, bir yarım dakika kadar bunu hep beraber söyledikten sonra seyircileri alkışladı ve teşekkür etti. Yazarken bile tüylerim diken diken oldu şu an, harika bir andı gerçekten.
Çaldıkları şarkıların bir kısmını kendilerinden önce çalan gruplara ithaf ettiler (tam olarak hangi şarkı hangi gruba gitti hatırlamıyorum şu an), ve son olarak konseri benim için en mükemmel şekilde, önce Wield Lightning to Split the Sun, peşine de Empire Falls ile bitirdiler. Özellikle Empire Falls’da yer yerinden oynadı diyebilirim, ortada bir pogo vs. yoktu; ama kimse de kendi yerinde değildi, zira yerinde durmak mümkün değildi.
PRIMORDIAL sahneden inip ben de alandan çıktığımda saat geceyarısını yarım saat kadar geçmişti. Toplamda sekiz buçuk saat kadar neredeyse hiç oturmamış ve hemen hemen aralıksız black metale maruz kalmıştım. İçimdeyse hala bir o kadar grup daha izleyebilecek garip bir enerji vardı, ve kulaklarım duymuyordu.
PRIMORDIAL setlisti:
Where Greater Men Have Fallen
Gods to the Godless
Babel’s Tower
No Grave Deep Enough
Autumn’s Ablaze
As Rome Burns
The Alchemist’s Head
Bloodied Yet Unbowed
Traitors Gate
Heathen Tribes
The Coffin Ships
Wield Lightning to Split the Sun
Empire Falls
Şu gruplar arasından düzenli olarak dinlediğim tek isim Primordial ama yine de içim gitmedi değil haha. Eline sağlık Bircan. As Rome Burns sonrası yaşanan o ana tanık olmak, üzerine Nocte Obducta tişörtü kapmış olmak = kârlı bir akşam.
“Başta gayet güzel çalışan ses sistemi ikinci şarkıdan sonra ne olduysa saçmalamaya başladı, ve ne müzikten keyif alabilir, ne de doğru bir şey duyabilir oldum.”
Şu olay cidden dayanılmaz bir işkence. Daha grupların adlarını görünce aklıma gelen ilk şey “Bu konser Türkiye’de bi kapalı mekanda olsa nasıl korkunç bir şey olur” oldu.
Böyle aşırı bodos ve kaotik müzik yapan grupların konserleri, ses sistemi ve mekan iyi değilse cidden tam bir işkence.
Glorior Belli, Nocte Obducta ve Ahab…Yetmiyormuş gibi üstüne Primordial. O da yetmiyormuş gibi bir de tişört.
Ya dua et kardeşimsin olum ahasd. Eline sağlık.
Endstille:’(:’(:’( desaster:’(:’(:’( aga naabion sen ya:’(
14.04.2015
@B U R Z U M, Valla konserdeyken de, yaziyi yazarken de aklima sen geldin ya, BURZUM olaydi kafayi yerdi buralarda diye. Umarim firsatin olur bir gun soyle doya doya bir black metal festivali izlemeye.
14.04.2015
@Ertuğrul Bircan Çopur, keşke dostum ya:( gerçekten içimde çok büyük bir yara bu konser muhabbetleri. En son izlediğim black metal konseri 7 sene önce izmir-dungeon daki marduk konseri. Hayat şartları, bulunduğum şehir, yaptığım iş falan hep engel oldu konser olaylarına. Asla kıskanç bir adam değilimdir ama şu konser muhabbetlerini cidden çok kıskanıyorum. Dünya döndükçe neyin ne olacağını bilemeyiz, umarım dediğin gibi bi fırsatım olur da bende izleyebilirim;)
Primordial’i söyle uzun bi setlistle doya doya izlemek vardi valla. Setlist baya epik.
Diger gruplar pek benim tarzim degil ama keyifle okudum yaziyi, eline saglik Bircan kardes.