Hayatınızdaki her şeyin olumlu bir ilerleme gösterdiğini umduğum keyifli bir Kasım akşamından herkese merhaba. Bu hafta albüm kritiklerinde, yorumlarda, haberlerde sıkça kullanılan “sınırlı imkânlar” tabirini ve kavramını ele alalım. Nedir sınırlı imkân? Hem yerli hem de yabancı piyasada bazen bir bahane, bazen de gerekçe olarak öne sürülen; bazen takdirin, bazen yerginin kaynağı olan sınırlı imkânları tanımlamaya çalışalım. Bunların nasıl aşılabileceğine, aşılmasının gerekip gerekmediğine dair konuşalım.
Dağdaki genç çobanın üniversiteye birincilikle girebildiği, sıradan materyallerle üstün bir kombinasyon oluşturarak enstrüman icat eden insanların olduğu ülkemizden, türlü hırdavattan kendi değirmenini inşa edip kendi elektriğini üreten Alman köylüsüne kadar “sınırlı imkânlar” her yerde. Bu imkân(sızlık)lar sanat yapmak isteyen insanların ne kadar dışında ve ne kadar içinde? Sınırlı imkân maddi imkânla ne kadar paralel bir mesele? Sınırlı imkânları olduğunu söyleyen insan aslında ne kastediyordur ve neye gereksinim duyuyordur? Sınırlı imkânlar bir sanatçıya ne kaybettirir; peki bunların kazanımları olabilir mi?
Bu konuya dair görüşlerinizi ve yapıcı fikirlerinizi ilgiyle bekliyor, her zamankinden daha da tatlı bir hafta diliyorum.
Bahaneler, sınırlı imkanlar falan deyince -fazla uzağa gitmeye de gerek yok- benim aklıma direk Jari Maenpaa efendi geldi. Time I’den önceki dönem Bilgisayarının RAM’inden yakınması,( http://www.pasifagresif.com/2010/11/wintersun-surundurmeye-devam-ediyor/ ) Cubase pluginlerinin uyumsuzluğunu öne sürmesi, Time II’yle ve gelecekle alakalı bi kaç ay önce önce uzun uzadıya facebook üzerinden söyledikleri (https://www.facebook.com/jari.maenpaawintersun/posts/749357125123132 ) falan filan. Şimdi de sanırım yeni stüdyo inşasına başladı.
Genelde maddiyatla alakalı bi olay bu sınırlı imkan mevzusu. Müzik haricinde elle tutulur bi gelir kaynağınız yoksa veya çevreniz yeterince geniş değilse(çevre geniş olsa bile bu işe yaramayabilir tabii) bu sınırlı imkan rüzgarına kapılmanız kuvvetle muhtemeldir diye düşünüyorum. Para, para, para & para.
Herkesin baya bi’ sevdiği mazeret kalıbıdır şu “sınırlı imkanlar, yetersiz olanaklar” muhabbetı. Gariptir insan hatasını, kusurunu, başarısızlığını çok rahat bir şekilde bu kalıba sokabiliyor. Hani sorgulanabılecek bir şey de değil bir yerde. Bence söyle bir şey; insanın “imkanlarını” nasıl değerlendirdiği önemli. Biri için kısıtlı olan imkan, bir başkası için gayet yeterli olabilir. Guzıde’nın bahsettiği üni kazanan çoban, kendi degırmenını yapan köylü örnekleri açıklayıcı olabilir bu noktada.
http://i1084.photobucket.com/albums/j413/Cookie_Craft/LR_Title.png
Bu noktada aklıma Muhammed Suiçmez geliyor. Acaba Almanya yerine Türkiye şartlarında aynı albümleri çıkaracak seviyede olur muydu? Ya da çıksa da bu noktaya gelebilir miydi ?
İnsan isteyince herşeye bir şekilde bahane bulabilir. Kendini kandırabilir. Özellikle ülkemiz insanının karakter özelliği oldu bu. Başarısızlığı ya da üşengeçliğini bu yolla örtme çabası. Fakat insan istedikten sonra her türlü gelişimi sağlayabilir. Örnek verecek olursak, “amfim yok gitar çalımımı gelistiremiyorum.” halbuki gitar tekniği çalışmak için (genelde) elektriğe ihtiyaç yoktur. Gitarı amfiye sokmadan da gitar tekniği, armoni çalışılabilir. İyi ekipmanın ve iyi tonun insanin hevesini ve çalışma şevkini arttırdığını kesinlikle inkar etmiyorum. Fakat insanı başarılı yapan şey gösterdiği hırstır. Bir iş için hırs yapmıyorsan, aslında o işi yapmak istemiyorsundur.
genel olarak imkan ve imkansızlıkla ilgili bence bir kabul edilebilir minimum marjin var. bunu da zaman ve maddi imkanlar belirliyor.
konu müzik icrası ve bunun bir şekilde kayıt edilmesi olunca imkanlar bence kabul edilebilir mimimum marjini geçeli çok oldu.
90ların başında bir stüdyoda grupla çalarken alet edevat bugüne kıyasla çok beterdi. ayrıca enstrümanlar da çok pahalıydı. O günler bir jackson gitar falan büyük olaydı. Albüm kayıt etmek hele davulu kayıt etmek metal müziksenleri için çok üst seviye bir hareketti.
Artık bir evin ortamında bile, tabi stüdyo kalitesinde olmasa da gayet güzel şeyler kayıt edilebiliyor. $1000′a falan gayet iyi gitarlar alınabiliyor. 1 ortalama DLSR kamera ile süper klipler çekilebiliyor ve bunlar oldukça gelişmiş şekilde editlenebiliyor.
Köpek Balığı Deneyi (alışılmış çaresizlik)
Araştırmanın amacı bir köpek balığının kararlılık düzeyi ve yaşadığı olayları anlamlandırma süreci ile ilgili bilgiler toplamaktır. Deney şöyle yapılmıştır; bir köpek balığı uzun süre aç bırakılır. Sonra bir akvaryuma yerleştirilir. Akvaryum cam bölme ile ikiye ayrılmıştır. Cam bölmenin diğer kısmında köpek balığının yiyebileceği ebatlarda başka bir balık bulunmaktadır. Uzun süre aç kalmış olan köpekbalığı hemen o balığa saldırır. Ancak kendisinin suda olmasından dolayı fark edemediği cam bölmeye çarparak şaşırır. Tekrar döner bir daha saldırır, gene cama çarpar. Kahramanımız çok açtır ve tanımlayamadığı bir “dış engelleyici” tarafından hedefine ulaştırılmamaktadır. Şaşkın ve öfkeli durumdadır. Tekrar dener, tekrar cama çarpar. Bir yanda katlanılmaz düzeye ulaşan açlığı, bir yanda yaşadığı “engellemişlik hissi” vardır. Köpek balığı açlığın etkisiyle motive olup saldırmakta ancak engele çarpınca “demotive” olmaktadır.
Engellenmişlik hissi, öfke, açlık, hayal kırıklığı, umutsuzluk ve depresyon duyguları içinde yaşayan köpek balığımız 2 gün sonra artık küçük balığı yemek için hiçbir teşebbüste bulunmamaya başlar. Onun artık hiç hareket etmediğini gören bilim adamları ona büyük bir süpriz yaparlar; aradaki cam bölmeyi kaldırırlar!
Şaşırma sırası bilim adamlarındadır. Çünkü köpek balığı “o balığı yiyemem” inancı geliştirdiği için, hiçbir teşebbüste bulunmamaktadır. Bilim adamları bunun üzerine küçük balığı kovalayarak büyük balığın sahasına getirirler. Onun arkasından, sağında solunda, ağzunın yanında dolaştırırlar. Ancak köpek balığı yine de o balığı yemez. Trajikomik bir şekilde, açlıktan ölür ama yine de yemez! Peki neden o balığı yememiştir?
Genel olarak başarısızlık veya hata kapatma olarak ele almış bunu. Ben pek öyle düşünmüyorum. Bugünlerde grubumla profesyonel olarak Alvin çıkartmaya çalışıyoruz. Metal müzikten para kazanmanın çok zor olduğu bir ülkedeyiz. Öyle ki popüler kültür cemaatinden para kazanılamayacğı için şirketler de çok destekçi değil. Haliyle ben ve çoğu müzisyen başka işlerde kazandığımız paralarla müzik ve albüm hatta konser yapmaya çalışıyoruz. İşte bunlara sınırlı imkanlar denir. Hepimiz babadan zengin doğmuyoruz. Ve Ingiltere gibi müzisyene devlet tarafından maaş verilen bir ülkede yaşamıyoruz.
Bir başka ‘sınırlı imkanlar’ dan bahsetmek istiyorum. Hepimiz aynı muhabbeti yapmadık mı: Abi Dorock gibi bi yer daha olsa efsane olur. Rekabet artar. vs…
Yok abi… Yok. Ne düzgün mekan var ne düzgün stüdyo. Var ama sayılı. Onlar da 3 büyük şehirde falan. Hatırlar mısınız Ağrı’ lı metal grubunu? Vokalleri Ozan gitti ABD’ de Kinnefret’ i kurdu. Neden Türkiye’ de değil?
Valla evde müzik üretmek müzisyen olmanın en kolay kısmı. Profesyonel olarak yapmak istediğiniz zaman bir sürü zorluk çıkıyor insanın karşısına. Ama bizim neslimiz sayesinde bir 10 sene sonra felaket bir metal müzik piyasamız olacağını düşünüyorum. Çünkü gruplar arası rekabet, şirket ve markalaşma süreçleri iyi gidiyor. Elele devam edersek bunun meyvelerini yiyeceğiz umarım.
Sevgiler!
Benim aklıma net bir bicimde Peter Lake geliyor eğer imkanlari olsaydı colonizing the sun dan belkide cok daha iyilerini duyacaktık beyinim patladı düşününce
İmkanlar degiştikce imkansizlik kavramida degisiyor 90 larla bugunu kiyaslamamiz sacma olur cunku profesyinellik kavramida ilerlemiş durumda. Tabikide insan isterse ve gereken odaklanma seviyesine ulaşirsa hersey mumkundur ama profesyonellik icin bu devirde imkan gerekiyo.
Cevaba girişmeden önce, bu konuyla ilgili bir şeyler karaladığım şu yazıya bir link vereyim haha.
http://www.pasifagresif.com/2014/02/editor-yakinda/
“Sınırlı imkânlar dâhilinde”, “Türkiye bazında düşünüldüğünde” tarzında ifadelerle başlayan cümleler beni uzun zamandır rahatsız ediyor ve bu sadece metal için geçerli bir şey değil; olmaması gereken kadar fazla alanda kullanılan, ardına sığınılan ve meşru neden olmaktan çıkıp, bahaneleşme sürecini çoktan tamamlamış laflar.
Yüzleşmemiz gereken bazı şeyler var:
1. Dünyada müzik yapmaya yönelik imkânlar sadece Türkiye’de sınırlı, dünyanın geri kalanı refahtan patlıyor diye bir şey yok. En canlı, aktif, hatta “metal” adının doğduğu piyasalarda bile ekstrem derecelerde zorluklar çekiliyor. Bugün öle bayıla dinlediğimiz gruplar sıkış tıkış minibüslerde binlerce kilometre yol kat edip turluyor, konser sonrasında çocuk menüsü hamburger yemeye para kalır mı gibi endişelerle yaşıyorlar. Bizden tek farkları, konser verebilecek birçok mekân bulabilmeleri.
2. Konser verecek birçok mekân bulabilmek için de, bu işin organik bir şekilde gelişmesi, talep doğurması, bu talebe karşılık bulması ve bir büyüme ivmesi kazanması gerekiyor. Bunların hepsinin katalizörü ise “yaptığı şeyi ciddiye alan insanlar” tarafından oluşturulan bir scene olmalı. Bazı şeyleri çok çabuk unutuyoruz. Kendi başına “metal dinlemek” kavramı, bir kimlik değildir, olmamalıdır. Bir Rus torrent sitesi üyeliğine ve sınırsız İnternet erişimine sahip biri, Pasifagresif’te yer alan tüm albümlerle 1-2 hafta içerisinde tanışık bir hâle gelebilir. Çok grup bilmek marifet değildir, hiçbir zaman da olmadı, olmayacak da. Bununla beraber, kendini kısıtlı bir mecraya, belirli bazı etiketlerle belirlenen dört duvar arasına sıkıştırmak da marifet değildir. Çok grup bilen veya kendini bir türe saplayan kişilerin, iyi müzik yapmasının kesin olduğu bir ön kabul çok absürt geliyor bana. Kalite, ciddiyetle gelir. Ciddiyet ise ne iş yaptığının farkında olan insanlara has bir düsturdur. Müziği, müzisyen yapar.
3. Müziği müzisyen yapar, tamam, anladık ama müzisyenin kendini bağladığı değirmen nasıl döner? Öncelikle şunu diyeyim, Türkiye gibi aşırı dengesiz bir hâl ve gidişatı olan bir ülkede kimse kendini müzik şövalyeliğine atamak zorunda değil. Finansal bir arka plan oluşturmak ve müzikal üretkenliği devamını bu şekilde sağlamak gayet normal ve olması gereken şeyler. Bunu sağlamanın yolları var, piyasa sanılanın aksine oldukça esnek bir mekanizma. Ancak, bu yüzyılların “Hobi olarak yap.” geyiği bizim kanımıza işlemiş durumda ve her ne kadar artık bira muhabbeti arasında şaka olarak döndürsek de, bu ifadenin “Bana para kazandırmayacak şey beni tedirgin eder. Tedirginlik kötüdür. Para kazanmak ve müzik yapmanın kesiştiği bir düzlem yoktur. O yüzden müzik yapmak ve para kazanmak arasında bir ters orantı vardır.” gibi bir çıkarımı var beyinlerimizde. Yanlış anlamayın, bu “Türkiye’de müzikten para kazanılmaz.” demekle aynı şey değil. Zira olaylara gerçekçi bakan biri Türkiye’de müzikten (genel konuşuyorum) hayat idame ettirilemeyeceğinin farkına kolayca varabilir. Benim demek istediğim, beyinlerimizin “hem müzik, hem para” formülünü baştan reddedecek bir şekilde programlandığı ve bu “sınırlı imkân” bahanesinin, bu programlamanın görünen yüzü olduğundan ibaret.
4. Türkiye’de sanatın neredeyse her alanında DEVASA boyutlarda bir know-how, pratik bilgi eksikliği var. Direkt olarak ifade etmek gerekirse, Türkiye’de neredeyse kimse yol yordam bilmiyor. Etrafımızda istemediğimiz kadar devasa boyutlarda bilgiye erişim ciddi anlamda bir tık uzağımızdayken, 9GAG’de amuda kalkıp top çeviren kedi fotoğrafının altında gördüğümüz “İnternet’te bedava ders veren sitelerin linkleri” gibi paylaşımlar, bir daha kullanılmamak üzere herkesin bookmark çubuğunu süslerken, know-how eksikliği çekiyor olmamız bizden başka kimsenin suçu veya kabahati değildir. Bu durum, aynı “Yea abi okulda bedava spor salonu var ama elinin altında olunca gitmek istemiyor insan, hep erteliyorum. Ben anca para vereceğim bir yere, öyle gitmem lazım.” demeye benziyor. Eminim herkesin böyle bir tanıdığı vardır. Hayatında bu cümleyi bir şekilde sarf etmiş olanlar kusura bakmasın, gelmiş geçmiş en saçma ifadelerden biri olabilir bu. Neden öyle olduğunu anlatmaya da niyetim yok. Bu ifade ile beraber gelen “evde çürüme” halinin epidemik olarak yayıldığı ve ciddi miktarlarda alıcı bulduğu bir ülkede, “sınırlı imkânlar” bahanesine sığınmış olan birçok kişi olması da gayet normal.
Her şey, gerçek anlamıyla HER ŞEY elimizin altında. Tek yapmamız gereken şey, uzanıp almak. Konu gerçekten bu kadar basit.
14.11.2014
@Batuhan Bekmen, “Yea abi okulda bedava spor salonu var ama elinin altında olunca gitmek istemiyor insan, hep erteliyorum. Ben anca para vereceğim bir yere, öyle gitmem lazım.” hahaha bu olaya bende şaşırıyorum baya destansı bi saçmalık.
14.11.2014
@Batuhan Bekmen, Başından sonuna kadar katılıyorum abi. Zihnine sağlık.
Batu çok güzel açıklamış, ben de bir şeyler söyleyeyim.
Öncelikle net olan bir şey var, o da insan genel olarak güdülenme konusunda sorun yaşayan bir varlık. Önümüze çıkan ufak tefek şeylerin o anki sorumluluklarımıza engel olmasına çok kolay izin veriyoruz.
Şu an konuştuğumuz konunun özü de burada yatıyor bence: sorumluluk. Yaptığınız şeyin içine bir an bile olsun bir “yeaea” girerse, o şeyin, kişi için bir sorumluluk olmadığını ve yapılmasa da olabilecek bir şeye dönüştüğünü anlayabiliriz diye düşünüyorum. Zira sorumluluk sadece başkasına karşı olan bir şey değildir. İnsanın kendisine karşı, gerçekleştirmek zorunda hissettiği şeylere karşı da bir sorumluluğu vardır. “Ben bunu yapacağım” diye işe başlayan birini hiçbir şey durduramaz. Elbette ki sayısız dış faktör bizim onu yapamamamızı sağlamak adına habire çalışır, ancak güdülenmiş insan yapacağı şeyi bir şekilde yapar.
Metal de bu konu için süper bir örnek. Neden? Çünkü metal ancak ve ancak tutkuyla yapılabilecek bir şey. Özellikle Türkiye gibi kapalı ve hayatın kalıplaşmış kompleksler ve dar vizyonların müsaade ettiği çerçevede yaşandığı bir yerde, metal gibi bir konuda samimi olarak yapılmak istenen neredeyse her şey tutkuya, aşka, hırsa, azme endekslidir. Bu metal değil de başka bir “uç” kavram da olabilirdi. Nihayetinde bu işe gönülden bağlanmış adam, eğer cidden hayatını idame ettirmede zorlanacak kadar maddi sıkıntı içerisinde değilse, bir şekilde amacına ulaşabilir.
Tabii bu amaca ulaşma da, hedeflenen şeyin mantık çerçevesinde olmasına bağlı bir konu. “Ben sahnede alev topları patlatacağım, grubumun maskotu olan dev robot sahneye gelip kafa sallayacak, ama işte Türkiye’de olduğumuz için bunları yapamıyorum, o yüzden de hiç bu işlere girişmiyorum” diyen insan, elbette ki kafası baya karışık bir insandır. Bu tarz şeylerden bahsetmiyorum.
Bahsettiğim şey, Batu’nun da dediği gibi, şu devirde en temel olmazsa olmazların dahi gerektiği gibi yapılamaması ve bunun bile kısıtlı imkânlara bağlanması. Hayır arkadaşlar, bu böyle değil. Bu sandığımız kadar zor değil. Eli yüzü düzgün bir iş ortaya koymak o kadar da “imkânsız” değil.
Uzun zaman önce çıkmış ve şu an ayılıp bayıldığımız albümlerin ne şartlar altında yapıldıklarını düşününce, şu an elinin altında internet ve bedava şekilde edindiği kayıt programları olan bir insanın imkânsızlıklardan yakınmasının tek karşılığı, o kişinin, hafif tabirle tembel, üşengeç, araştırmayı bilmeyen biri olduğunu, daha gerçekçi bir tabirle de çok sevdiğini, bayıldığını eşe dosta duyurduğu o konuyu (metal diyelim) aslında o kadar da sevmediğini ifade eder. Çünkü gerçekten bir şey ortaya koyacak insan, öyle ya da böyle bunu yapar. Yapmak zorunda olduğunu hisseder. Kendine ve tutku duyduğu konuya karşı olan bu sorumluluğunu yerine getirmeden duramaz.
Dolayısıyla, şu devirde imkânsızlık konusu tamamen kişiye kalmış bir konu. “Ben albüm çıkarıp hemen dünyayı turlayacağım” diye başlamak şu noktada tabii ki hüsranla sonuçlanabilir, ancak eğer ülkemizde bu olayın gelişmesini istiyorsak; sadece müzik dinleyip, bir şey üretmeyip, sonra da üretilen her şeyi eleştirmenin ortaya en ufak bir katkı yapmayacağının farkındaysak; içimizde “ben ortaya güzel bir şey koyabilirim” hissini samimi şekilde yaşıyorsak, bunun peşini bırakmayalım. Gerçekten çoğu insanın sandığı kadar zor değil, ortaya dünya kalitesinde işler koymamız imkânsız değil. İmkânlar var ve kendilerinden yararlanmamızı bekliyorlar, onları imkânsız kılan biz olmayalım.
14.11.2014
@Ahmet Saraçoğlu, çok doğru söylemiş. Müzik yapıp, insanların dinlemesine açan insanlar bu bahaneyi ortaya koyduklarında benim aklıma sadece bir an önce feedback alma çabasıyla yarım yamalak işler yapanlar geliyor. Ama madalyonun öbür yüzüne de bakmak lazım. Türkiye’de yıllardır bir metal sahnesinin yaratılamaması ve bunun dünyaya açılamamasının tek sebebi kısıtlı imkanlar değil. Dinleyicilerin de bir şekilde Türkiye’de bu işin oluruna katkıda bulunması. Bugün Türkiye’de kaç sahne var? Bu sahnelerin kaçında yapılan yerel grup konserleri dolup taşıyor? Dolup taşmasını bırakalım, bu konserlere gelen kişilerin sayısı 30′u aşıyor mu?
Piyasada eğer metal müziğe bir ilgi olduğu gerekli kişiler tarafından gözlemlenirse, buradan bir şeyler çıkabileceğini görür. Bunun gözlemlenmesi ise, bu işi görünür kılmak ile olabilir sadece.
Bence konan hedef en önemlisi, özellikle kurulan grubun vizyon sahibi olan (veya olması gereken) kişilerinin hedef ve beklentileri, ve bunlara ulaşabilmek için ne kadar çaba sarfettikleri, kendilerini geliştirdikleri vs. asıl önemli olan. Kişisel olarak ciddi bir grubun kurucu elemanı olmadığım için çok bişey diyemem. Benim için tek olay, elimden gelenin en iyisini yapmak, ve bunun manevi tatminini görmekti. (Burada kişisel manevi tatmin, ve grubun iyi birşeyler yapması durumunda genel manevi tatmin iç içeydi diyebilirim. Aynı şekilde başarısız dönemlerde de ikisi de iç içeydi.) Belli dönemler bar gruplarında söyleyip maddi bir geri dönüş alabilmeyi de kafamdan geçirmiştim, ama çok da ciddi şekilde düşünmediğimden, ve takıldığımız elemanların da o kadar ciddi düşünmemesinden ötürü o iş olmadı.
Konan hedefler Ahmet’in bahsettiği gibi çok üst düzeydeyse, epey ayrıcalıklı kişilerden oluşan bir grup olunması gerekiyor bence öncelikle, sonrasında da doğru zaman/mekan, doğru ekiplerle çalışmak, biraz da şans/talih. Neticede uzun vadeli, istikrarlı ve git gide artan başarılar yakalayabilmek için diğer tüm faktörler ikinci planda kalır bence. Taşıma suyla değirmen dönmez lafındaki gibi.
Ha eğer hedef, büyük prodüktörlerin elinden geçen albümler seviyesinde albümler çıkartıp, onları satın alan kitleye kendini sevdirmek ve kabul ettirmek falansa; ciddi oranda bir para ve halkla/medyayla vs. ilişkilerde başarılı olmak da gerekiyordur herhalde.