Hiç bilmediğiniz bir grubun üçüncü albümünü yazıyorum. Belki bazılarınız biliyordur, fark etmez. Zaten herkese hitap etmek değil amacım, yalnızca bazılarınıza. Kendilerini ben de bu albümle birlikte tanıdım, albümü dinledikten sonra da tanımaz olaydım dedim. Bunun sebebine değineceğim elbette, öncelikle şu hiç bilmediğiniz grubu hemen kısadan tanıtayım, ardından birçoğumuz için rahatsızlık verici bir yazı geliyor. Downfall of Gaia 2008 yılında kurulmuş olan Berlin çıkışlı atmosferik metal, sludge yer yer post-metal hatta screamo içeren bir grup. Bu türlere yakınlığı olan herkese şimdiden albümü tavsiye ediyorum. Kesinlikle vakit ayırmaya değecek bir iş var çünkü albümde. Önceki albümlerini de dinlemiş birisi olarak, gerek müzikal karakter, gerek şarkı kimyaları bakımından öyle ahım şahım bir değişiklik olmadığını söyleyebilirim. Gelişim ve değişim odaklı bir yapıya sahip olduğum için bunu olumsuz bir özellik gördüm, ancak sonrasında albümü o kadar çok sevdim ki, bütün olumsuz düşüncelerim yok oldu. Şimdi gelelim bu kadar sevdiğim albüm hakkında dinlemez olaydım dedirten sebeplere.
Albüm, insanı gırtlağından sokulan bir neşterin yavaşça göbek deliğine inişini temsil eden bir notanın can çekişmeleri ile açılıyor. Eğer doğru anınızdaysanız hemen moda sokabilecek notanın ardından gelen hafif akorla birlikte, bu albümün size mutluluk vaat etmediğini, aksine kolunuza girip iç dünyanızda şöyle biraz yürüyüşe çıkmak istediğini anlayabilirsiniz. Tabi bu söylediklerim dediğim gibi bir kısmınıza hitap edebilirken, diğer bir kısmınızı sadece tebessüm ettirebilecektir. İlk şarkının sludge’vari kısımlarında her davul vuruşunda, her yüksek gainli akorda yumruklar adeta boşluğunuza bir bir indikten sonra, depresif vokalin kendini göstermesinden önce gelen o yumuşak kısımda artık içinde bulunduğunuz mekandan çok uzaklarda olduğunuzu, gözün önüne perde inmesi tabirinin gerçeğe en yakın halinin nasıl olduğunu farkında olarak veya olmayarak hissedebiliyor olacaksınız. Zor bir albüm şu an kulaklarınızda dönüyor olacak ve rol yapmayı bırakıp bir sigara yakmanın vaktinin geldiğini, uzun süreden beri evin camından dışarıyı izlemediğinizi, patlak tekerleklere sahip bir taşıma aracıyla düşe kalka gittiğiniz bu yaşantının içinde hiç olmazsa bedava çay veren bir benzin istasyonunda mola vermek gerektiğini, keskin dönüşlerden yorulmuş dimağınızın artık biraz olsun durması gerektiğini ve arkasına dönüp hangi yollardan geçtiğine bakmasına ihtiyacı olduğunu fark edeceksiniz.
Bu tarz albümleri tanımlarken genellikle ‘mutsuzluğa hitap eden müzik’ diyorum. Bana en makul gelen açıklama bu oluyor. Kritiğini yazdığım albüm de tam olarak bu bilince uygun olarak yazılmış. Bir saatten ibaret olan bu çığlık, nota, davul kompozisyonunda hemen her şey dinleyicinin mutsuzluğunu pekiştirmek için özenle hazırlanmış. Hayatından tam manasıyla memnun olduğunu zanneden kişisel gelişim insanlarının dışında hemen herkesin saadetine kasteden melodiler, verse’ler mevcut. Tabi her şeyden önce bu zihniyetle açılıp dinlenilmesi gerekiyor, yoksa en derbeder şarkıda bile tebessüm edecek kısımlar bulunabilir.
Bir takım olaylar karşısında içine girilen hafif melankoliklik durumunu, apartman önünde oynanan basit bir oyun gibi bırakan bu albümün sıkıntı dolu yedi şarkısında iç dünyadaki sıkışan hislerin dar uçlu bir holden fışkırmasını andıran kısımlar, ardından dört bir yana dağılan bu yoksunluk parçalarının arasında manevi dengeyi şaşırma, bilinci kaybetme durumuna sokacak akorlar bolca bulunmakta. Boğaz parçalayan, dinleyenin üstüne ölü toprağı atan vokaller ise dayanıksızlığın güçlü bir dışavurumu konumunda. Grup bu bilinç kaybına sokma durumunun farkında olduğundan, bazı kısımlara gerek nefes almak için, gerekse büyük duygusal çöküntülerin insanda tezahür ettiği kimine göre minik, kimine göre ise büyük fiziksel hareketlenmelerin ardından gelen donukluk hissini yaşatabilmek için bazı aralıklar koymuş. Hissederek dinleyen herkes bu söylediğim kısımları rahatlıkla tespit edebilir. Diğer yandan mutsuzluğun net bir yönü olmadığından ötürü, kişiyi karanlığa sürükleyecek, belki bir baş dönmesini, bir esrar nefesini, uyku sonrası halsizliğini, ortada hiçbir şey yokken çıkagelen ‘sanki bir şeyler yanlış gidiyormuş’ hezeyanını tasvir eden bas partileri, davul vuruşları, ziller, tremolo rifleri, pedal efektleri de dinleyiciye adeta kaçacak bir yön bırakmıyor. Ayrıca kimi zaman bu betimlediğim kısımlar öyle süre alıyor ki, kısa bir an için bile olsa dahi hayatta tutunduğumuz bazı ağaç dallarına benzeyen değerleri masa lambasının izdüşümüne alıp bir iki soru sormaya, karşılıklı kelam etmeye ya da karşılıklı kozları paylaşmaya itebiliyor.
Albüm son bulurken, biz, yani başkalarının problemlerini 1080p HD kalitesinde, an be an görüp, çözümlerini ise Tandoğan meydanında binlercesine seslenircesine gür sesle haykıran, iç dünyamıza ise tost makinesiyle bakanlar, kendimizi bariz biçimde ‘kazılmış’ hissediyoruz, ağzı küçük bir holden fışkırmış o bütün yoksunluk parçalarını, basit bir davul ritmiyle, hafif ve pek düşmanlık beslemeyen bir gitar melodisiyle, biraz önceki epik savaşımızdan eser kalmamış biçimde tek tek, yolda tesadüfen karşımıza çıkan eski ilkokul arkadaşımızı görmemezlikten gelir gibi, bir yabancı edasıyla topluyor ve o holden içeri bırakıyoruz.
Yeniden patlayıp etrafa dağılmamaları için üzerine çokça yanılgı, avutma, yalan koyuyor, bir daha da onlarla uğraşmamak için geçirdiğimiz vakte bolca oyun, iddia, kumar, sosyal medya sıkıştırıyoruz. Yüzümüzü başkalarının mükemmel görünen yaşantısına, mükemmel çiftlerin çok güzel giyinip çekildikleri fotoğraflarındaki güler yüzlerine, altlarına gelen bol gülücüklü yorumlara, aslında doğuştan yetenekli olmayan, yalnızca belirli bir şey üzerinde akıl almaz vakitlerce çalışan insanların onca emek sonucu sundukları videolara, 160 karakterli cümlelere, kırmızı hat üzerine yazılmış beyaz yazılara, 6-7 saniye sürüp 6-7 dakika aklı meşgul eden video çalışmalarına çeviriyoruz. Hala izlerini taşıdığımız, birçoğumuzun standardının, diğer birçoğumuzun da hayallerinin temelini atan televizyonun karıncalarıyla da albüm sona eriyor.
Mutluluk zaten güzel, asıl olay mutsuzluğun tadını çıkarmakta.
Harika bir kritik. Dinleyeceğim.
Oha.
Eline sağlık Ozan. Albüm, hatta grup benim zevkime göre biraz fazla tekdüze ilerliyor ama kritiği zevk alarak okudum. Albümden bir miktar öteye geçen bir yazı olmuş.
Son 2 paragrafı okurken ascending the throne çalıyordu düşündürdü beni. Albümün iç dünyasını yansıtabilen bir kritik olmuş ki bence bu tür albümler bu anlamda ele alınmalı. Eline sağlık.
Dat kritik ya. Albümü bir kere dinlemiştim ve pek sarmamıştı, ama bu kritiğe bu albümü en az üç kere dinlemek yakışır cidden. Ellerine sağlık Ozan, betimlemelere hayran kaldım.
Grubu hiç duymadım, türle de alakam olduğu söylenemez ama kritiği okumayı bitirir bitirmez albümü açtım ve daha da dinlemeyi sürdürücem. Uzun zamandır okuduğum en iyi yazı, ellerine sağlık abi.
Albüm kritiklenmemiş, kritik albümlenmiş gibi. Eline sağlık Ozan.
İlk dinleyişte hoşuma giden bir kaç detay olmasına rağmen çok benlik değil gibi geldi ama kritikteki emeğin hatrına biraz daha şans verince sever gibi oldum. Bakalım.
Bayagidir okudugum en iyi yazi eline saglik. Albumu de bayagi merak ettim, umarim yazinin yarisi kadar guzeldir
Eline sağlık, gerçekten çok iyi bir yazı. Albüme de bakacağım mutlaka.
Ozan oha Ozan. Kritiği okuduktan sonra albümü dinlemeyi denedim bikaç kere ama albümü bırakıp kritiği okumamla sonuçlandı denemelerim. Eline sağlık, en yakın zamanda dinleyeceğim albümü de.
Güzel sözler için teşekkürler arkadaşlar, yazacağım kritikler için oldukça motive edici oluyor hepsi. :)
Kritik de muhteşem, albüm de. Uzun süreli şarkılara tahammülü fazla olmayan biriyim ama kritiği görünce dayanamadım dinledim. Bu tür işleri sık dinlemeyen ben, hayran kaldım albüme. Kritik için çok teşekkürler.
harika bir yazı ve şans verilmesi gereken bir albüm eline sağlık..
nefis bir albüm. bu tarz neocrust, dark hardcore gruplarını çok seviyorum ama pek sık dinleyemiyorum. catchy şarkılar yapan kolpadan depresif mainstream metal grupları gibi olmadıkları için bi dinleyip geçeyim diyemiyor insan. ciddi anlamda insanı sıkıntıya sokacak, etkileyecek seviyede karanlık ve depresif bir havaya sokuyorlar. hani bu tarz bişeyi dinlemeye başlayınca günüm asık surat eşliğinde bu tarz müziklerle devam ediyor.
ha birde bunu sevip benzer beğenip daha yok mu diyenler Fall of Efrafa’ya bakabilirler.