2010’da çıkan ilk albümü “Exoplanet” ile adından baya bir söz ettiren ve o zamandan beri de sürekli ortalarda olan Amerikalı progresif metal grubu THE CONTORTIONIST, son 1-1,5 yıl içinde grubun yarısını değiştirmesine rağmen, duraklamaksızın yoluna devam ediyor. İlk albümüyle birlikte, müziğinde MESHUGGAH’tan bir gram dahi etkilenen her gruba yapıştırılan djent yaftasından elbette ki payını alan THE CONTORTIONIST, aslında şöyle bir bakınca bile sadece bu çok tutan akımın peşinden giden herhangi bir kopyala yapıştır grup olmadığını belli ediyordu.
“Exoplanet” birçokları için son 4-5 yılın en sıradışı ilk albümlerinden biriydi ve grup her haliyle sınırlarını zorlamak istediğini fark ettiriyordu. İkinci albüm “Intrinsic” de THE CONTORTIONIST adının daha geniş çevrelerle duyulmasında etkili oldu. Grup net şekilde progresif bir anlayışın peşindeydi ve kendini tekrar etmeye de pek niyeti yoktu. 2012’deki “Intrinsic”in ardından vokalistini ve basçısını değiştiren grup, önceden vokalist Jonathan Carpenter’ın üstlendiği klavyeler için de yeni birini alarak 6 kişilik yeni kadrosunu oturtmuş oldu.
Şimdi asıl konumuz olan yeni albüm “Language”e gelelim.
“Language”, grubun bu zamana kadar olan progresif anlayışını ve akımların peşinden gitmeme yaklaşımını bariz biçimde gözler önüne seren, THE CONTORTIONIST’in sadece yeni nesil bir metal grubu olmadığını ve gerek müzisyenlik, gerek de anlayış olarak bir hayli geniş bir vizyona sahip olduğunu gösteren bir albüm. Çoğu açıdan metal ile ilişkilendirilmeyebilecek pek çok unsur barındıran, kesinlikle her metal dinleyicisine göre olmayan, bildiğin sofistikelik kasan bir çalışma. Grubun ne yaptığını iyi biliyor oluşu ve yapmak istediği şeyi hem icra, hem de his olarak yapabilme yetisine sahip oluşu, daha havada duran zihinlerde bir hayli sıkıcı ve riskli olabilecek bir müziğin başarıyla ortaya konmasını sağlamış.
Progresif müziğin nota sayısıyla değil anlayışla ilgili olduğunu gösterircesine, kimi zaman sakin, kimi zaman hiddetli, ancak tını itibariyle hep ilerici ve özgün düşünen şarkılar barındıran “Language”da, post rock’vari düzenlemeler, ambiyansa yüklenen bölümler, pek çok yerde standart rock tınısının dışında düşünülmüş bir hava, kısacası anlamak ve içine girmek adına emek harcanması gereken bir iş var. Şöyle bir dinlendiğinde çoğu kişiye pek bir şey vermeyebilecek bu yapı, daha tembel dinleyiciler tarafından albüme suç atılarak eleştirilecekse de, biraz zahmet verilmesi ve yapılan iş kavranmaya çalışıldığında, hak ettiği takdiri görecektir diye düşünüyorum.
Aslında bu tarz göreceli tür değişimi durumları genelde biraz alengirli bir noktada duruyorlar, zira daha vurdulu kırdılı müzik yapan ancak sonradan müziklerinde bir sakinleşmeye giden gruplar, kimi zaman bu sakinlik içinde kaybolabiliyor ve istedikleri etkileyiciliğe ulaşamayabiliyorlar. Ya da daha tuhaf bir durum ortaya çıkıyor ve yeni ürünlere yönelik ilgi ve zahmet verme eşikleri giderek düşen ve günden güne çok daha hızlı bir algı sürecine girmek durumunda kalan dinleyiciler, aslında o kadar da bir olayı olmayan işleri, sırf yansıtılan “sofistike” duruşları itibariyle, fazla içine girmemiş olsalar dahi övebiliyor, gereğinden fazla el üstünde tutabiliyorlar.
THE CONTORTIONIST’te ve “Language”de böyle bir durum yok. Şarkı yazımı, öncelikler listesinin açık şekilde tepesinde yer alıyor ve grup kimi zaman aynı şarkı içinde çok çeşitli işlere girse de, teknik kasışlardan folk tatlara, oradan daha bir hayal alemlerine, fusion pasajlarına aksa da, “Language”in her detayının iyi planlanmış ve öylesine yapılmamış olduğunu hissediyorsunuz.
Duygusal yönünü icra yönünün önüne taşıma konusunu şu ana dek en çok vurgulayan THE CONTORTIONIST albümü olan “Language”, eğer üzerine eğilecek zamanınız varsa dinlemeniz gereken, arkada çalsın, 3-4 dinlemede zaten alışırım diye düşündüğünüz takdirde albümden çok bir şey alamama olasılığınızı baki kılan bir çalışma. O yüzden albümü dinleyip de yeterince beğenmediğiniz takdirde suçu hemen albüme atmamanızı öneririm. 6 adam bu işi ortaya çıkarmak için belli ki uzun süre baya kafa yormuşlar, siz de bu emeğin meyvelerini toplayabilmek adına birkaç saatinizi esirgemeyin.
Ellerine sağlık abi ! Bu yıl gerçekten beğendiğim albumlerden biri oldu , bu arada kritik rutininde bir bozulma mı var ? Eskiden daha sıktı
Language I: Intuition bu gidişle yıl içinde en çok dinlediğim parçalardan biri olacak. Ayrıca The Source nasıl bir açılış parçasıdır öyle? 9/10 helali hoş olsun.
Language I’ın sonu djent janrı içerisinde dinlediğim en duygulu bölüm olabilir, bayağı iyiymiş gerçekten.
Exoplanet’in ilk çıktığı zamanları hatırlıyorum, bir sürü insan BTBAM ile falan kıyaslayıp “BTBAM meets djent” gibi şeyler yazıyorlardı. Ardından Intrinsic çıktı. Exoplanet kadar ses getirmedi belki, ama grubun özgünlüğü daha net kendini gösterdi. Şimdi ise Language’i dinleyince bu sefer işi tam yaptıklarını düşünmeye başladım. Hem gerçekten büyük, etkili bir albüm hem de kariyerlerindeki en özgün albüm. Gerçi ben hala Exoplanet’i daha çok seviyorum ama grubun çizeceği yol açısından çok müthiş bir albüm olmuş. Ben 8,5 olmadığından 9 verdim.
Ayrıca ne müthiş imaj yapmışlar ya, kapak, görseller, klip hepsi çok hoş.
Exoplanet en sevdiğim albümlerden biri gerçekten. Contortionist gerçekten bende özel yeri olan gruplardan.
Albümün içine hiç giremedim, pek dinleme fırsatım olmadı ama daha çok şans vermem gerektiğini hatırladım yazıyı okuyunca.
“Progresif müziğin nota sayısıyla değil anlayışla ilgili olduğunu gösterircesine…” diye devam eden kısım bu albümün kısa özetidir. Albümü aktı resmen. Başım ağrıdığı zaman progressive tarzı albümleri dinlediğimde ağrı daha da sertleşiyordu ama bu albümü dinlerken tam aksine baş ağrım geçti :D