Gökberk ERSES
İlk bakışta insanların neden işkence uygulamaktan ya da işkence görmekten zevk aldığını anlayamayabiliriz, doğal olarak. En basitinden bir insan neden kendini kesmeye başlar ve bundan nasıl zevk alır? Daha da ötesinde, muhtelif uzuvların kıstırılması/ezilmesi, bağlanmak, zincirlenmek, kendini gerdirmek, kırbaçlanmak ya da bilerek boğulmak tarzı yüzlerce “sapkınca” şeyden zevk alma durumu. Nedir ki bunun nedeni? Normal bi insan fazla mı uzak bu durumdan? Belli alanlarda belli zevk biçimlerini bolca yineleyip tükettikçe önemsizleşmeye başlıyor bizim için o zevkler. Bundan sonra da zevk merkezi, başlangıçta insana rahatsız edici, sakıncalı, sapkın ve insanlık dışı gelen şeyleri kucaklamaya başlayabiliyor. Şeyleri tükettikçe eşik –zevk alma eşiği- yükseliyor. Az veya çok, en muhafazakar zihinden en açık zihne kadar hepimiz sahibiz bu doyumsuz özelliğe. Küçükken acı biber sevmezken sonradan yemeye başlama durumunun da, “öz” olarak bundan farklı olduğunu düşünmüyorum. Müzikte de aynı şekilde, başlangıçta rahatlatıcı ve mutluluk veren şarkılar seçmeye özen gösterirken, birkaç sene sonra kulaklarımızı matkapla delerken bulabiliyoruz kendimizi. Bunları neden mi anlatıyorum? Çünkü “Soused”, tam olarak bu sapkınlık ile beynimizi delmek amacıyla yapılmış.
Yaklaşık elli senelik müzik hayatında birbirinden çok farklı müzik türleri ile uğraşmış Scott Walker, ortalama bir dede yaşında -71- olmasına rağmen, hala heybetli sesiyle çeşitli projeler peşinde koşturmakta. 60larda geleneksel pop konusunda çok başarılı albümler yapıp, 70lerin ortasına doğru vasat ya da ortalama sayılacak eserler vermişti. Sonrasındaki yaklaşık 30 senede az sayıda, ama geçmiş yılların ilginçli müzik miraslarını içinde barındıran başarılı albümler çıkarmıştı. Son on yıla baktığımızda ise albüm sıklığının arttığını ve albümlerin iyice muğlak, karanlık, deneysel bir hale evrildiğini görüyoruz. Az önce bahsettiğim gittikçe daha da sapkın hale gelme durumu, Scott Walker’ın müzik hayatında net bir şekilde görülebiliyor. O kadar sene düzgün pop eserleri verdikten sonra, kendi ilk hallerinin bir çeşit ironisini yapıp, müzikte kulağa hoş geleni değil de rahatsızlık verici olanı seçiyor Scott Walker. SUNN O))) ise bildiğimiz üzere EARTH’ün 90ların başında açtığı düşük frekanslı yolda durmaksızın ilerleyerek, ek olarak black metal, dark ambient, noise gibi ekstrem türlerden de yardım alarak EARTH’ün drone metal mirasını rahatsız edici, karanlık ve okült bi noktaya taşıdı.
Bu iki müzik oluşumunun da ortak noktası şu ki, “kulağa hoş gelen” müzik tanımının öteki kutbunda bulunuyorlar. Zevk almanın ötesinde bir tecrübe sunuyor kulağa. Kulak zarına tel toka sokmak gibi. Ama ne olursa olsun, SUNN O))) ve Scott Walker’ın birlikte bir albüm yapacağı, herhangi bi hayranın aklına gelmezdi sanırsam. (Aynen “Lou Reed & METALLICA – Lulu” albümünde olduğu gibi, ki bu iki “bir araya gelme” epeyce karşılaştırılmakta internet ortamlarındaki kritiklerde.) Fakat bir araya geldiklerinde mutlaka ortaya karanlık, sıkıntı verici, kafa delici bir şey çıkacağı belliydi. Öyle de oldu zaten.
Albüm ciddi bi şekilde, baştan beri söz edilen bu rahatsız edici etmenleri içeriyor. Bizi bir çeşit zindana kapatarak aralıklı bir şekilde çeşitli işkencelere tabi tutuyor. Hatta albüm içinde bir çok “ani ses efekti” bana direkt işkencenin pik yaptığı noktaları çağrıştırdı. Onun dışında boğucu ve dinamik olmayan bi rahatsızlık hali sürekli hakim durumda. Aynen derin bir kesikten ya da sert bir kırbaç darbesinden sonra bağlı bir şekilde diğerini beklemek gibi. Bu bekleyişler epey uzun sürüyor. Bu durum iyice tekinsiz bir atmosfer oluşturup soğuk terler döktürüyor dinleyene. İşte bu boğucu ve sabit gerilim atmosferi, üzerinde tartışılması gereken bir konu. Atmosferin fazla boş ve çoğunlukta karanlık ve soğuk zindanda bekleme halinden oluşmuş olması; ayrı ayrı şarkıların kendine has atmosferlerinin, ya da kendi içlerindeki dinamiklerin, vokal melodilerinin birbirinden ayrılmasını zorlaştırıyor. Aynı zindanda geçen –ışık miktarı da gece veya gündüze bağlı olmadığı için geçtiği anlaşılmayan- farklı günler gibi hissettiriyor. Zaman zaman bu hissiyatın bozulup daha fazla çeşitlilik içeren anlara evrildiği de oluyor, ki bunlar epey başarılı anlar, “Fetish” parçasında olduğu gibi. Bu durumun albümün başarısız ya da az başarılı sayılmasına neden olacak bir durum olup olmadığını bilemiyorum ama. Çünkü bu gayet de bilinçli yapılmış bir şey olabilir, amacın gayet de bizi rahatsız edip boğmak olduğunu biliyoruz. Bir yandan da albümün çoğunlukla insanı terleten bekleyiş anlarından oluşması da albümü “dinlenemez” bir hale sokabiliyor. Fakat dediğim gibi bu işkenceden de zevk almak mümkün gayet de.
“Soused” çoğunlukla beklenileni veren, “belki daha çeşitli ve farklı sıkıntılar içerse” daha iyi olabilecek olan; ama her şekilde bizi çokça rahatsız etmeyi başaran bir albüm. En büyük hobisi kafasında matkapla delikler açmak olanlar kesinlikle bu albümü es geçmesin.
scott walker acı çektirmeye 2006 yılında ki the drift ile başlamıştı. bi sonraki albumu bish bosch bu kadar olmasada sun o))) ile yaptıkları bu albumle acının sınırlarında geziyorlar.
sccot walker için drift albumunu özellikle öneririm.
güzel kritik. saol.
http://hydra-media.cursecdn.com/hearthstone.gamepedia.com/b/b8/Sunwalker%28221%29.png tamam dövmeyin :(
31.10.2014
@BurakBost(betweentheburied), eheheehhe…
Ben albümü bayağı beğendim öncelikle, şu birliktelikten normal bir iş beklemek zaten saflık olurdu. Beklediğim oranda rahatsızlık verici, denge bozan, bozgunluk çıkaran bir albüm. Özellikle Herod 2014 tam bir manyaklık.
31.10.2014
@DrAQA, Beklediğim rahatsız edicilik oranı bu civarlarda bir şeydi. Ama beklediğim rahatsızlık verme tarzı tam olarak bu tarz mıydı emin değilim. O uyuşmazlık notu etkiledi, dinleme sıklığımı da etkileyecek. Bu aşırı kişisel durum dışında gayet başarılı albüm zaten.
kritik çok iyi de, albüm o kadar iyi değil bence. biraz daha fazla sunn ağırlıklı olsaymış çooook güzel olurmuş ama şu %80 scott %20 sunn haliyle ben pek beğenmedim şahsen. daha çeşitli ve farklı sıkıntılar bu yüzden içermiyor olabilir. ezcümle, isabetli bir not olmuş. ggwp
Sanatın acının karşısında diz çöküşüne şahit olmak zorunda bırakılıyoruz. Sonrasında ise elde avuçta hiçbir umut kalmamış.