Hiç kuşkusuz müziğin yorumlanması şu dünyadaki en öznel, en kişiye göre değişiklik gösteren olgulardan biridir. Sanat diye adlandırılan eserlere karşı beğeninin insanları belirli sınıflara ayırdığını, hatta sanatın bu sınıflandırma amacıyla ortaya çıktığını bile savunanlar gördüm geçmişimde. Elit kesime hitap eden eserlerin birer sanatsal çalışma ürünü olduğunu iddia eden ve bu eserleri böyle adlandırmayan kişileri ise düşük tabakadan, cahil ve kalın kafalı gören kişilerin varlığı da, en az müziğin yorumlanışının öznelliğin zirvesinde olduğu gerçeği kadar gerçek. Ortada böyle bir durum varken yazılan albüm kritiklerinin de tamamen şahsi fikirler ürünü olduğu çok açık elbette. Birazdan yazacağım Pallbearer’ın albümü de, her saniyesinde bana bu öznelliğin varlığını hissettirdi.
Doom metal her ne kadar belirli kalın çizgilere sahip olsa da, kendi içinde oldukça esnek, hamur gibi bir tür. Dinleyicinin tamamen ruh halini etkileyen bir müzik olmasına rağmen, kalkıp da yerden yere vurmuyor, yalnızca hafif durgunluk hissi ve hemen her şeyi ağırdan alma dürtüsüyle dolduruyor ruhu. Diğer yandan örneğin mutluluk halinde veya normal bir kafada dinleniyorsa, yalnızca gitar ve davulun ortak vurgu yaptığı üç dört ölçülük aralıklarda, karamsar bir melodinin giriş notasında, bıkkınlıkla melankoliklik arasındaki o dengesiz birliktelikle vurulan zillerde tezahür eden bir şarkı haline gelebiliyor, asla sıkmıyor ancak asla tokat da atmıyor.
Pallbearer yeni bir grup. 2010 Demo’larıyla birlikte hepi topu dört senelik bir geçmişleri var. Normalde demo kayıtlar dinleyiciler tarafından pek rağbet görmese de Pallbearer’ın bu demoda şahsımca overrated’lığın net tanımı olan Gloomy Sunday şarkısını oldukça başarılı biçimde coverlamasından ötürü belirli bir ilgiye nail oldular. Sorrow and Extinction albümleriyle ise köklere bağlılıklarından taviz vermeden, kendi melodik karakterlerini de müziklerine başarılı biçimde yedirerek çıktıkları sene büyük ses getirip, büyük gruplarla turlayarak isimlerini çok daha geniş bir kitleye duyurdular, hatta eminim ki birçok kişinin doom metali sevmesine vesile oldular. Doğasından ötürü karanlık ve boğucu bir tür olan doom metale, ince fakat güçlü bir vokal, hiç sırıtmadığı gibi insanı daha çok bu türe sürükleyebilecek güçte olan melodiler ve oldukça başarılı bir prodüksiyon gibi etkenler dahil olunca ortaya Pallbearer müziği çıkıyor. Ancak bu formülün artık biraz gelişime ihtiyacı yok mu?
Müzik sahnesine çıktıkları andan itibaren aynı müzikal formülü izliyor olmaları, zaten bir demo çalışması ve bir de albümleri olduğu için çok dikkat çekmiyordu, hatta hiç çekmiyordu zira dinleyici daha yeni tanımıştı Pallbearer’ı ve karakteristik müzikleri sayesinde sevmişti. Gelgelelim Foundations of Burden albümündeki şarkılarla Sorrow and Extinction albümünü ardarda dinlediğimizde, son albümde biraz daha melodikleşme ve belki birkaç bpm daha yüksek tempolu şarkı dışında hiçbir fark göremiyoruz. Kimisi için güzel bir şey olabilir bu, en iyi bildikleri şeyi yapmaya devam ediyorlar ve taviz vermeden müzikal kariyerlerinde ilerliyorlar denilebilir, ancak ben Pallbearer’dan bu albüm için yenilikler bekliyordum. Elbette Traditional Doom Metal adı altında çok büyük yenilikler yapılamaz, ancak bu, grubun müzikal kariyerinde adımlar atmaması gerektiğini göstermez. Neticede 2010 Demo’larıyla bu albümleri arasında hemen hemen hiçbir farkın olmaması ister istemez olumsuz bir etki yarattı üzerimde.
Bu olumsuz yorumuma rağmen yine de ilk albümlerindeki epiklikten hiçbir şey kaybetmemiş, biraz daha melodik, biraz daha tempolu ve her zamanki gibi uzun enstrümantal pasajlara sahip bir Pallbearer albümü karşımızda. İlk albümü sevenler için de, bu türe adım atmayı planlayan kişiler için de kesinlikle büyüteç altına alınması gereken bir albüm. Bu sene Yob, Pallbearer, Mater Thallium gibi gruplar sayesinde doom metale doyuyoruz. Eğer bu türe uzaksanız, bu albümden gönül rahatlığıyla başlayabilirsiniz.
Not : Yob > Pallbearer.
pek fazla doom metal dinleyicisi sayılmam ama Candlemass, Pallbearer gibi traditional doom metal albümlerini dinlemeyi severim. Albümden şimdilik 2 parça dinleye bildim ama bana o istediğim doom atmosferini vermişti. Son olarak albüm kapağı bana nedense NES, Sega oyunlarının kapaklarını hatırlattı.
Rock müziğe bir süreliğine ara verip metal müziğin kapılarını aralamaya başladığım ve bu müziğin alisma evresinde oldugum bir surecte kritiginizle katsilamam guzel oldu. Bu albümle bu sürecin daha kolay geçeceğini düşünüyorum. Melodiler oldukca tanidik geldi. Ayni zamanda doom metal hakkında da ön bilgi edindim. Kritik için teşekkürler.
Nihayet Adana’ya yağmur yağdı ve dinlemek için kudurduğum albümü defalarca çevirmeye başladım. Benim için yılın albümlerinden biri olacağını düşünüyordum ki öyle de oldu. Bir kaç hafta sonra buraya gelip ”yılın albümü” yazacağım.
23.11.2014
@owlbos, The Ghost I Used to Be <3. Tereddütsüz bir şekilde söyleyebilirim ki profesyonel biçimde müzik dinlediğim yıllar içerisinde en az ''yeni'' albümü 2014 yılı içerisinde dinledim. Gerçekten diğer yıllarla arasında uçurum kadar fark var. Ama YOB - Marrow'da sanırım bir yıl içerisinde en çok dinlediğim ''yeni'' şarkı oldu. YOB ve Pallbearer arasında bir kıyaslama gayretinde olmak istemezdim ama ''yılın albümü'' etiketine yakıştıracağım 2 albüm var şuan elimde. Pallbearer daha bütüne dayalı bir eser ortaya koymuş. Aslında çok derin bakmazsak iki albümde öyle fakat bundan 3-5 yıl sonra sadece ''Marrow'' dinleyerek bile günü kurtarabilirim ama aklıma ''Foundations of Burden'' geldiği anda komple albümü açacağımdan çok eminim. YOB kritiğinde şarkılar arasında 4> 3 >2>1 kıyaslamasına kesinlikle katılıyorum. Bu yüzden ben seçimimi Pallbearer’dan yana kullanıyorum.
Bu albümü ihmal etmiştim ama sene bitmeden dinleyeyim dedim. Az önce “Worlds Apart”ı açtım, açar açmaz odama kucaklar dolusu, epik bir yol hüznü yağdı. İnanılmaz girdi şarkı, bu albüm baya dönecek belli.
Pallbearer’ı hakkıyla anca dinleyebildim bir haftadır. Bu adamların 3-5 leşi vardır.
The Ghost I Used to Be çok acayip parça gerçekten.