Gökberk ERSES
Yeşili korumamız gerektiğini söylerken bile, kendi kafamızda kurduğumuz bir aitlik ilişkisini yeniden yüzeye çıkarıyoruz. Aşırı yüksek(!) sosyal bilincimizle, bizim hizmetçilerimiz oldukları için yok olmamaları gerektiğini söyleyecek kadar kendini beğenmiş ve insan merkezliyiz. Bitkilerden hiçbir çıkarımız olmasa yok olmalarının umrumuzda olmayacağı gerçeği ile birlikte, çıkarımız olsa da yeşilin sistematik yok edilişi devam ediyor. Kalan yaşamayı hak eden yeşiller de insanlığın uygar metropollerinde seyirlik bir obje halini alıyor. Bitkilerin sarıp sarmalayan kendine has, yabani doğasının tam tersi. Bu durumda bir bitki olarak düşünseydik; direniş, intikam ve sonunda gelecek olan kurtuluş fikirleri ile dolup taşıyorduk büyük ihtimalle. Biraz yeşil taraftan bakalım.
BOTANIST de bu şekilde insan merkezliliği tamamen aşıp, üzerine pek fazla düşünmediğimiz yeşil merkeze kayıyor. Doğanın kendine has döngülerini, kör bir dayatma ve temelsiz boş uğraşlar uğruna kendine benzeten ve kısırlaştıran insanoğluna büyük bir nefretle bakıp, doğal olana tapıyor. Bu doğrultuda insanları terkedip kendi Yeşil Diyarına yerleştikten sonra bitki ordularının yardımı ile bütün uygarlığı yok etmek üzerine çalışmalar yapan bir botanisti anlatıyor bu müzik. Bu fikirleri uzunca anlatmamın nedeni, projenin eko-terörizmden ve mistik bi yeşil dinden ilham almış ideolojisi ile müziğinin büyük bir uyum içinde olması. Ancak bu fikirlerin bakış açısını anlayabildiğimiz sürece BOTANISTin müziğinin içine girebileceğimizi düşünüyorum.
Aynen ideolojisi gibi; santur, vokal ve davuldan oluşan bu müzik, ilk duyduğumuz anda WUT? dememizi sağlayacak kadar yabancı bize. Daha önce hiçbir insanla karşılaşmamış sık bir orman kadar yabani. Açıkçası santur ve black metalin bu kadar uyumlu olabileceğine duymadan inanmazdım. Hafifçe distorte edilmiş ve vurmalı olduğu için hem ritmik hem de melodik bir enstrüman olma özelliği kazanmış santur, özellikle yapıldığı her halinden belli olan tiz ve kuru davullar ile mükemmel bir uyum sağlıyor. Önceden hiçbir yerde duymadığımız mistik bir atmosfer inşa ediyor. Bunlar zaten BOTANISTin daha ilk albümünün ilk 15 saniyesinde farkettiğimiz özellikler. Alışıla gelmemiş saf müzik ve ideoloji duvarı. Bu aşması zor duvar aşıldığında ise -grubun internette dönen kritiklerinde bahsedilmiş olduğu şekilde- duvarın arkasında aynı fikrin tekrarından fazla bir şey olmadığını söyleniyor çoğunluk tarafından. Bu eleştirileri farkeden Otrebor da, müzikaliteye ve kompozisyona daha fazla önem verip gittikçe daha da olgunlaşmış ve atmosferi güçlü albümler ortaya koymuştu. Bir önceki albüm IV: Mandragora da bu olgunluğun bir önceki ve en güçlü basamağı. Kendine has atmosferi gittikçe güçlendirip o atmosferi başarılı bir estetik ve iyi yazılmış parçalarla birleştiren bir albüm.
Son albüme geldiğimizde ise BOTANISTin kendine has atmosferinin birazcık kırpılmış olduğunu görüyoruz. Kaotik ve disonant atmosfere; (görece) daha kolay içine girilebilir, daha pop ve modal melodiler eklenmiş. Gırtlaktan gelen kurbağamsı vokal ise yine bildiğimiz black metal vokaline yaklaştırılmış. Kısaca daha tanıdık geliyor kulağımıza bu albüm. Bir önceki albümdeki adam otu birliğinin kızgın ve yerinden koparıldığı an çığlık atıp intikamını alan doğrudan eylem tavrından ziyade, artık daha pasif eylem tarzlarına evrilmiş bir tavrı ele alıyor gibi. Artık kazanacağının bilincinde olan, başlangıçtaki agresifliğini geride bırakmış ve insanları neredeyse alt ettiğinin bilincinde olan bir tavır. Daha çok kendi içindeki dinamiğe, “flora”ya odaklanmış, tasvire yönelik bir müziğe dönüşmüş. Bunu sözlerden de, ilk albümlerdeki keskin ve renksiz estetiği bırakıp, daha renkli ve daha ehli çizilmiş bir albüm kapağı seçilmesinden de anlamaktayız. BOTANIST, bol kontrastlı kara-yeşil bir halden, gittikçe yeşil kısmı daha ağır basan ve üzerinde yüzlerce farklı renkte çiçeği içeren bir hale ulaşmış. Eğer bir şeye yeşil metal ya da illa hipster olsun diyorsak- greengaze ismini vereceksek o kesinlikle bu albüm olmalı.
Kısaca, BOTANIST bir önceki albümle tepeye vurduktan sonra başka bir şey denemek istemiş. Belki de anlattığı hikayenin gidişatına bağlı bi değişimdir bu. Seçimin nedenlerini en iyi kendisi bilir tabi. Kişisel olarak, önceki bolca radikal fikirsel müzik içeren albümleri daha çok tercih edeceğimi belirtmekle beraber, VI: Flora, içine girmesi eskisi kadar zor olmayan ama hala kendine has, yerli yerinde atmosferiyle gayet tatmin edici bir albüm.