# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
ROCK OFF, 2-3-4 Ağustos 2014, Küçükçiftlik Park
| 17.08.2014

Ağustos sıcağında metal qeyfi.

Kadir TAŞKIRAN

Bir konser analizinde daha bana şans verildiğinden mütevellit pek kıymetli PA kitlesini selamlıyorum. Girizgahı da yapmış olduktan sonra bu sene birincisi düzenlenen Rock Off festivalinin 3 ve 4 Ağustos tarihlerini kapsayan son 2 gününü sizlere aktarmaya çalışacağım.

2014 yılının başından itibaren bulunduğum 9. müzik etkinliği olacaktı Rock Off. Bir festivalin kapanışı Megadeth ile yapılacaksa tabii ki orada bulunmak gerekirdi. Tabii bir sezonun kapanışıydı aynı zamanda.

İlk açıklandığında 2 gün olarak duyurulduğu için 2 günlük alıp daha sonra 3 güne çıkarıldığında biz de mi çıkarsak diye düşünürken bir anda kendimizi vazgeçermiş bulmuştuk. Zaten yeterince doymuştuk müziğe ve bir günü kaybolsa bir şey olmazdı. 2009’dan bu yana göremediğimiz, bir önceki konseri de organizasyona kurban gitmiş olan WASP, İsveç’in dev adamları Amon Amarth, epik mi epik Turisas, son dönemlerde adını sıkça duyduğumuz en enerjik  ve en teknik gruplardan biri olan Gojira ve 3. kez görme, 2. kez dinleme şansı bulacağım Megadeth… Bir de üstüne yerli gruplarımız da olunca güzel bir kadro oluşmuştu. Daha sonra bu sefer de WASP’tan kaynaklanan problemler yüzünden yine gelemeyeceklerini öğrenmek biraz kahretmişti. Sonrasında yerine açıklanan Jorn ile bir nebze de olsa dinmişti üzüntüm.

3 Ağustos

Gündüz gidip de güneşin altında saatlerce bekleyip güzel noktalardan konserleri izlemek için gereken gaz artık yoktu bünyelerimizde. Zira seneler boyu onlarca konsere gidip geldikçe sahne tozu yemiş ve artık heyecanı kalmamış bir tiyatrocu kadar tecrübeli hissediyorduk. Murat İlkan’a yetişerek festivale başlamayı düşünüyorduk fakat İstanbul’un ulaşım problemlerinden biriyle daha kendimizi İlkan’ın son şarkısını bitirirken kapıda buluvermiştik. Turisas seti kurulurken mekanın o kadar da dolu olmadığını görüyordum. Festivalden önce tükendi denilen biletler, bu kadar mıydı diye düşündürdü bir miktar.

Boyalı yüzleri, tarihe tanıklık edercesine üstlerine geçirdikleri savaş kostümleri ile sahneye adımını atan Turisas 8 şarkılık kısa bir listeyle sahne almış olsa da 3 Ağustos’un bence en etkileyici performansını gösterdi. Setlistte 4 albümden 2’şer şarkıya ver vermeleri güzel bir düzen oldu. Ayrıca grup elemanlarının sahnedeki enerjileri de bir o kadar güzelleştirdi performansı.

To Holmgard and Beyond
The Great Escape
Battle Metal
We Ride Together
No Good Story Ever Starts With Drinking Tea
One More
Stand Up and Fight
Miklagard Overture

“Adına şarkı yazdığımız şehre bu kadar geç geliyor oluşumuz büyük bir hata” diyen Mathias, sık sık İstanbul sevgisini dile getirdi. Grubun burada olmaktan ne kadar mutlu olduğu her halinden belliydi. Geçmişteki konserlerde birçok grubun yaptığı gibi kuru “sizi seviyoruz”lardan olmadığı apaçık ortadaydı. Bir ara konserlerin vazgeçilmez birasını (%100 maltlı olan) Danimarka sidiği olarak nitelendirdikten sonra arkadan beyaz şarap, o da yoksa rakı getirin isteği ile de güldürdü. Bir yandan da haklıydı, konser alkolünün artık sıkmaya başladığını hatırlattı. Stand Up and Fight çalınmadan önce burada yaşanan her şeyden haberlerinin olduğu, vazgeçmeyin, yürüyün temalı konuşmasıyla birlikte gazı verip hemen sonrasında İstanbul’u yere göğe sığdıramadıkları Miklagard Overture ile ateşlemeyi yaptılar ve tam anlamıyla zirvede bıraktılar. Umuyorum ki yakın zamanda tekrar izleme şansımız olur. Hala dinlememiş olan varsa vakit kaybetmesin derim.

——————–
WASP yerine Jorn açıklandığında buruk bir mutluluk olmuştu. Dio coverları ile tanımıştım birçok insan gibi. Dünya gözüyle Dio’yu göremedik, bari Jorn ile kulaklarımıza Dio tınıları gelsin istiyordum. Beklediğim gibi de oldu. Sahnede duran adam başka, çalınan şarkılar bambaşka ama sanki mikrofonda Dio vardı. Kulak alıştıkça etkisi azalsa da gerçek anlamda kuvvetli bir sesi var.

Carry the Black
Legend Man
Below
Time to Be King  (Masterplan cover)
World Gone Mad
We Brought the Angels Down
The Inner Road
Lonely Are the Brave
War of the World

Setlisti ile sahnedeydi Jorn. Time to Be King’i ve şimdi hangi şarkı sonunda olduğunu hatırlayamadığım Man on the Silver Mountain dizelerini saymazsak kendi şarkılarından oluşan bir liste vardı. Çoğu şarkıda tanıdık riffler, tanıdık sololar kullanılmış olduğu için müzikal olarak pek orijinal bulamadım. Neticede kuvvetli bir vokal performansına şahitlik edebildiğim için bardağın dolu tarafına bakarak Amon Amarth’ı beklemeye koyuldum. (Amon Amarth öncesi Jorn pek uyumlu olmadı aslında. Gümbür gümbür bir performansa temel hazırlaması daha uygun olan Turisas co-headliner olsa daha hoş olurdu diye düşünüyorum.)

——————–

Açıkçası Amon Amarth dinlemiyorum desem yeridir. Birkaç şarkısı dışında denk gelmedikçe kulaklarımla buluşturmadığım bir grup fakat içten içe fazlasıyla merak ediyordum canlı performanslarını. Sahneye adımlarını atar atmaz “lan ne kadar büyük adamlar” demiştim. Çok değil, birkaç saniye sonra Johan sahnede belirdiğinde kafamdaki büyüklük kavramı da biçim değiştiriyordu. Küçükçiftlik’in orta kısımlarından bile mimikleri seçilebiliyordu. Gerçi Küçükçiftlik’e sürekli gidip gelmekten gözler de alıştı bir yerde. Neyse. Konserin sonuna kadar dayanamadım ne yazık ki. İlk şarkıyla beraber başlayıp muhtemelen konserin sonuna dek süren müthiş bir enerji patlaması vardı kitlede. Grup ise senkronize headbangler, bol fuck’lı cümleler bir yana yaptığı müziği sahneye de performansa da mükemmel yansıttı. Gelişen teknoloji ile birlikte güçlenen ses sistemlerine yavaş yavaş eski müzik ruhuna dönmeye başlayan gruplar da eklenince ortaya mükemmel bir sonuç çıkıyor. Unutmadan setlisti de yazalım, adettendir.

Father of the Wolf
Deceiver of the Gods
Death in Fire
For Victory or Death
As Loke Falls
We Shall Destroy
Guardians of Asgaard
Blood Eagle
Cry of the Black Birds
Destroyer of the Universe
Embrace of the Endless Ocean
Varyags of Miklagaard
War of the Gods
Victorious March

Encore:

Twilight of the Thunder God
The Pursuit of Vikings

Festivalin ikinci, benim için ise birinci günü gayet güzel sonlanmıştı.

 

4 Ağustos

Tıpkı bir önceki gün gibi geç gidelim, Murder King’e yetişelim yeter kıvamındaki düşüncelerle hiç saatlere bakma gereği duymadan yola çıkıp mekana vardığımızda Metaroth’un sahneye çıkmasına yaklaşık 20 dakika vardı. Önceki günün yorgunluğunu da hesaba katıp düşününce bu kadar erken varmış olmak pek ihtimal dahilinde değildi. Planda olmadan 2 grup fazla dinlemiş olacaktık.

Metaroth hiç dinlemedim. İlk defa bu konser dinlemeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü 3 Ağustos’taki performansların en kötü ilk şarkıları sırasında sesteki eksiklikler gideriliyordu fakat son gün öyle başlamadı. Metaroth’un ses konusunda yaşadığı sıkıntı kısacık sahne süresi boyunca devam etti. Slipknot cover’ını hatırlıyorum bir tek adam akıllı. Onda da bir ara uzun sayılabilecek bir süre git geller oldu. Konserin geri kalan kısmında kendi parçalarına da yer verdiler. Talihsizlik mi denir bilemiyorum ama ne yazık ki iyi veya kötü olarak değerlendirebileceğim bir performans dinleyemedim. Fakat şu var ki, yaşanan aksiliklere rağmen enerjileri de moralleri de düşmedi. Bunu bazı büyük gruplar bile başaramıyor. Kaldı ki uzun bir günün ilk performansını gösterecek bir grup için çok büyük başarı benim gözümde. Ayrıca o saatte alanda olan bir avuç insanı yeterince hareketlendirmeyi başardılar. Bir vokalin şarkı söylemek kadar seyirciyle de iletişimde bulunmasının ne kadar önemli olduğunu da göstermiş oldular.

Yaşanan sorun ses sisteminde de değildi zira öyle olsa öncesinde çıkmış olanlar ve sonrasında çıkacak olanlar da bu tip bir sorun yaşardı. Artık yaşanan sorun ne ise bir sonraki sahnelerinde yaşamazlar umarım.

——

Mekanik de açıp dinlemediğim gruplar arasındadır. Bu tip festivallerin en güzel yanı daha önce dinlemediğim grupları ilk kez canlı performansıyla dinleme şansı buluyor oluşumdur. Daha önceleri canlı performansı albümlerinden daha iyi olan birçok grup izlediğim için yeni bir gruba en çok canlı dinlediğim zaman ısınabiliyorum. Mekanik’te de hemen hemen böyle oldu. Sonuçta kendimi daha yakın hissettiğim thrash ruhuyla müziklerini yapmışlar. Soma’ya selamlayarak konsere başlayan grup yeni albümleri ile de beklediğimden çok daha iyi bir etki yarattı bende. Özellikle Kill’em All tarzı tonlar sezdim ki bu gayet güzel bir şey. Tek sıkıntı yine Jorn’da da söylediğim gibi benzer rifflerin fazlalığı. Tabii ki Hetfield gibi riff makinesi değil hiç kimse. Standartlar göz önüne alındığında gayet iyi bir grup Mekanik. Umuyoruz çizgisi bozulmaz.

 

——

Murder King düzenli olarak takip ettiğim bir grup. Gürültü Kirliliği ile büyük bir patlama yapan grup bu albümün tamamını çaldı. Davulda baret, mikrofonda gaz maskesi, grup üyelerinin üstünde Türkiye tarihine etki etmiş toplumsal olayların tarihi ve yeri yazılı siyah tişörtler, sahnenin çeşitli noktalarında bulunan ve üzerlerinde Gezi Direnişi’nde kaybettiğimiz kardeşlerimizin adı yazılı tişörtlerle duyarlılığın tavan yaptığı bir sahne düzen ve dizilişi… Sahneye ülkenin ne yazık ki en büyük mitinglerinin sahibi olan RTE’nin konuşmalarından alınmış, ağlanacak halimize güldüren cümlelerle giriş yapan Murder King, sahneye adım attığı andan indiği ana dek festivalin son gününün ilk bombasını patlatmış oluyordu. Sahnedeki enerjinin anında alandaki kitleye yayılmasıyla birlikte son derece mükemmel bir performans gerçekleşti.

Festival tişörtlerinde yerli grupların adının olmamasına ufak bir gönderme yapıp tüm yerli gruplara alkış göndermeyi de ihmal etmediler. Ayrıca klip çekimi için herkesi telefonlarıyla çekim yapmaya davet ettiler. Normalde telefonu elinden düşmeyen bir kitle olduğumuz için o an kimsenin telefonuyla ilgilenmiyor oluşu da dikkatimi çekmişti. Tabii bu dediğim durum Gojira ve Megadeth ile normale dönecekti. Nasılsa Murder King’i, Mekanik’i, Metaroth’u her zaman görürüz değil mi?!

——-

Gojira ile tanışmam pek olumlu bir ortamda olmamıştı. Mekanik’te söylediğim durum Gojira’da da geçerli olacaktı. Gruba bağlanmam tamamen bu konsere bağlıydı artık.

Beklentimin üzerinde geçmesini bekliyordum fakat bu kadar üzerinde olacağını düşünmemiştim. İlk şarkıdaki durgunluklarını hemen üzerlerinden atıp seyircinin de verdiği gazla daha bir hareketlenen grup, konserin sonuna kadar hız kesmedi. Bu tip bir müzik için yine zoru başaran bir grupla tanışmıştım. Hellfest performansları göz önüne alındığında burada oldukça durgunlardı fakat burası göz önüne alındığında özellikle bass gitarist oldukça keyifliydi konser boyu. Gerçi Hellfest memleket toprağı, olur öyle.

Alanın çeşitli yerlerinde oluşan mosh pitleri birleştirme hamlesiyle ortalığı savaş alanına çevirdi Duplantier. Oralara yakın olanlar daha net görmüşlerdir elbet. Benim gördüğüm noktadan gayet hareketlenmişti insanlar o dakikadan sonra. Diğer Duplantier kardeş ise gerek şarkı sırasında gerek şarkı aralarında bol bol baget fırlatarak dikkatimi çekti. Enerjileri muazzam, tekniklerine zaten diyecek sözüm yok. Canlı performansta yeni çözüm ortağımız Gojira oldu böylece.

Şöyle de bir setlistleri vardı;

Explosia
The Axe
Backbone
The Heaviest Matter of the Universe
Love
Flying Whales
Tron
Wisdom Comes
Oroborus
L’Enfant Sauvage
Toxic Garbage Island
Vacuity
Terra Inc.
Where Dragons Dwell

Megadeth, Gojira ile turlayarak bize ekstradan bir iyilik yapmıştı. Umuyorum sık sık görürüz bu arkadaşları da.

——-

2010’da sadece görmekle yetinebildiğimiz Megadeth’i 2012’de çok daha güzel bir sesle dinleme şansı bulmuştuk. Ayrıca o dönemler Mustaine’in sesini yeniden toparladığı dönemlere de denk geldiği için ekstra keyifli olmuştu. Yine 2 sene sonra buraya gelmelerine bu kadar sevinmemin asıl nedeni hiç şüphesizdir ki Tornado’yu adam akıllı dinleyebilecek olmaktı. Belki fazla öznel ama o soloyu dinlemek bir lütuf.

Davulun üzerinde ve iki yanında olmak üzere 3 adet ekranla sahneye dinamizm katmıştı Megadeth. Countdown to Extinction turnesinde bu sahne düzenini denemişlerdi ve anlaşılan herkes sevmişti. Şarkı sırasında klipler, efektler, geçişler ve şarkı aralarında Megadeth adı geçen film kesitleri ile kulağı meşgul ettikleri kadar gözümüzü de meşgul etmeyi başarmışlardı.

2012’deki gibi “Uçakla inerken bu güzel şehri gördükten sonra bir an önce inip sizi ne kadar sevdiğimizi söylemek istedik” temalı konuşan Mustaine, geçmiş senelere nazaran çok daha konuşkan, çok daha hareketli ve bir o kadar hevesliydi. Bir de değişiklik yapıp siyah gömlekle çıkmıştı sahneye.

Hangar 18
Wake Up Dead
In My Darkest Hour
Skin o’ My Teeth
Sweating Bullets
Tornado of Souls
Poison Was the Cure
She-Wolf
Trust
A Tout Le Monde
Public Enemy No. 1
Kingmaker
Symphony of Destruction
Peace Sells

Encore:

Cold Sweat (Thin Lizzy cover)
Holy Wars… The Punishment Due

Olarak kurulan setlist sayesinde ses sitemi yüzünden 2010’da dinlemeyi başaramadığımız Wake Up Dead, Skin o’ My Teeth ve Tornado of Souls’u sonunda çok güzel dinleyebildik. Ekstra olarak Kingmaker ve Cold Sweat’in eklenmesi setlisti renklendirmişti. Özellikle Megadeth çalarken dikkat ettim, en iyi ses bu performanstaydı. Git gide artan bir ses kalitesi var konserlerin.

Tornado solosunda benim kulak mı gitti yoksa Broderick mi şaşırdı tam anlayamadığım ufak bir sıkıntı yaşadım fakat doyduk mu? Doyduk. Bir daha gelseler gider miyim? Setlist yenilendikçe tabii ki gidilir fakat sürekli çalınan şarkıların performansında bir değişiklik yok.

Bir de sanıyorum gitar tonlarını değiştirmişler. She-Wolf ve Symphony bir garip geldi. Eski tonlara döndürseler iyi olur. Tamam değişiklik iyi de, o kadar da değil.

Ben de bu konserde bir değişiklik yapıp festival boyunca hiç kalabalığa karışmadım, hiç gırtlağım kanayana kadar eşlik etmedim ve sırf güzel güzel dinleyip, güzel güzel yazabilmek için sahneyi en temiz gören bir noktaya geçip sakin sakin dinledim. Umuyorum gidenler güzel eğlenmiş, gidemeyenler de güzel düşünebilmiştir.

Festivali değerlendirecek olursak eğer, performanslar daha önce de dediğim gibi ilk şarkı sırasında normale döndürüldü. Ses sistemine de fazlasıyla alışmış olduğum için şahsen dinlerken bir sorun yaşamadım.

İlk gün hakkında yorum yapamayacağım için son 2 günün gayet güzel geçtiğini söyleyebilirim. Bu arada birçok konserde 50’lik bardağı 10 TL’ye satılan Danimarka sidiği, bu sefer 33’lük 10 TL’ye olacak şekilde belirlenmişti. Olmadı.

Yine birçok konserde – gerek festival, gerek ise tek konser- vakit geçirmeye yönelik ufak tefek şeyler oluyordu. Bu konserde olmayan tek şey buydu sanırım. Onlar yerine Dragon’s Den adı verilmiş bir adet sınırlı kapasiteli söyleşi, imza çadırı vardı. Ziyaret etmedim fakat bu tip uygulamalar yaygınlaşmalı.

Çıtamız git gide yükseliyor, daha iyi festivalleri ülkemizde görmeye başlayacağımız günlere de yaklaşıyoruz. 2015 yılı söylentilerini hala duymadıysanız bir yerlerden duyun, en azından heyecanı bile yeter.

NOT: Fotoğrafları bu yazıda kullanmama izin veren, neredeyse tüm konserlere birlikte gittiğimiz can dostum Cenk Tuna KUTAN’a teşekkür ederim. Bu festival ile birlikte Cenk de fotoğraf adına büyük bir adım attığı için kendisini buradan tebrik ediyorum. Festivalin son gününe ait daha fazla fotoğraf için ise kendisinin Facebook sayfası: www.facebook.com/Questing34

Bir sonraki potansiyel konser analizlerinde görüşmek dileğiyle… Metalle kalın.

kadirtaskiran34@gmail.com

twitter/@kadirtaskiran

  Yorum alanı

“ROCK OFF, 2-3-4 Ağustos 2014, Küçükçiftlik Park” yazısına 9 yorum var

  1. OnurOnur says:

    Hayatımda en çok sevdiğim üç gruptan biri olan Amon Amarth’ı ilk defa izleyecek biri olarak benim için konserin anlamını söylemeye gerek yok. 3 Ağustos gecesi tarifsizdi, eşsizdi benim için. Doom Over Dead Man’de çalıp intiharımı gerçekleştirmek isterdim ama olmadı, bu durumu bildiklerinden çalmadı heralde abilerim.
    Aynı gün bir başka çalınmama olayı olarak Rasputin’i söyleyebilirim ki Turisas bununla ne amaçladı bilmiyorum. Mathias’ın performansı, diyaloguda hayli iyiydi.

    Şimdi ertesi güne ayrı bir parantez açmak gerekiyor tabi. Parantezin içine kocaman bir GOJIRA yazarak. Muazzamdı. Yani öyle bir güç hissediyorsun ve kendini kaybediyorsunki, hakikaten muazzamdı:D
    Siteden başka arkadaşlarlada tanışmak güzeldi. Kısaca çok güzel bi konser oldu.

  2. Can says:

    Ben kimseyle tanışamadım :) halbuki taa Angara’lardan gelmiştim. Neyse, inşallah bir dahakine burdan haberleşir öyle gelirim…
    Şahsen Turisas’ın performansını beğenmediğimi belirtmek isterim, ses düzeninde eksiklikler vardı bence. Ama Jorn ve Amon Amarth için aynı şeyi söyleyemem tabiki, çünkü muhteşemdi.
    Ertesi gün Murder King’in son 5 şarkısına yetişebildik, hayatını kaybedenler için bastırılan t-shirt’leri görünce resmen duygulandım…
    Gojira harikaydı, hatta etrafımda öyle pis Gojira fanları vardı ki Megadeth performansında bile “Gojiraaauueee” diye haykırıyorlardı.. güzeldi vesselam..
    Megadeth de çok iyiydi. “İyi ki Ankara’dan kalkıp gelmişim” dedim bir çok kez.
    Bir dahaki sefere görüşüp tanışmak dileğiyle dostlar…

  3. DrAQA says:

    Site kadrosundan olan Furkan, Baybora, Ünal ve site okurlarından olan Nvrhacı, onurtoptas, oforolla, sebzeci ve bu arkadaşların da sitede okur olup olmadıkları hakkında bilgim olmayan diğer iki arkadaşı ile birlikte 10 kişi katıldık konsere.

    Bizim insanımız biraz durgun, türk metalcisinin profili genel manasıyla ortada, ortamı ve konseri sessiz sedasız izlemeye gelen sessiz çiftler, yalnız başına gelen talihsiz metalciler, iki üç arkadaş gelip yalnızlara nazaran biraz daha hareketli olan dost metalciler ve kızlı erkekli arkadaş grupları halinde gelip koca konseri birbirlerine yaranmaya çalışarak geçiren tipler. E biz 10 kişilik tam manasıyla yaramaz tayfamızla bayağı bir eğlendik. Yaptıklarımızdan bir iki örnek vermek gerekirse;

    - Murat İlkan konserinde, adını hiç bilmediğim ve kesinlikle kafa sallanmayacak tarzda bir şarkıda, sonuna kadar hayvanlar gibi kafa sallamak ve ardından daha hiçbir şey başlamamışken boyun ağrılarının başlaması
    - Yine Murat İlkan konserinde, oldukça düz bir şarkıda Wall of Death yapmak. 10 kişi olmamızın neticesinde bayağı bir yer açıldı. Komik olan etraftan 3-5 kişinin bize katılması ve hemen ardından iki tane asker gibi tipin (belli ki adamlar pit’e gelmiş) “Hadi bir daha yapalım” diye bizi gaza getirmeye çalışması.
    - Turisas’da circle pit biçiminde halay çekmemiz, oryantal dans yapmamız, kafkas hatta roman bile oynamamız. Etraftaki insanların bir çoğu kameraya aldı bizi, ah bi bulabileydik onları.

    Bu ele avuca sığmayan gamsız on adam, Jorn’da bildiğin sıkıldı. Hatta birkaçımız yere oturup hiç kalkmadı. Tabi yorgunluğun etkisi de vardı şimdi.

    Amon Amarth’da ciddileştik ve konserin bayağı bayağı tadını çıkardık. Amon Amarth’a yakışacak pit’lere girdik ve bereket ki yara almadan kurtardık. İlk gün konser sonrası haşatımız çıkmıştı. Bir de o halde sırtımızda biralarla Mecidiyeköy’e yürüdük.

    İkinci gün Gojira heyecanına çok dayanamayacağımızı düşündüğümüzden Murder King’in son iki şarkısında mekana geldik. Site okurlarından Gorod’la sonunda yüzyüze görüşme imkanı buldum. (Kralsın abi) Yine site okurlarından OnurOnur’la da orada tanışma fırsatı yakaladık ki kendisi Gojira konserinde bize eşlik etti. Elbette Ahmet abi ve Batu’da oradaydı. Sitemizin en gözde konser yazılarının sahibi, birçoğumuzun hayalini yaşayan Ömer Kuş’la da orada karşılaşacağımdan benim haberim yoktu. Watain’i kendi memleketinde görmüş bir adam vardı karşımda ve Gojira’da büyük ihtimalle pit’e girecektik. Bir de üstüne üstlük Solstafir tişörtü giymişti. Kendimi o an kırmızı renge kilitlenmiş boğa gibi hissettim ve konser sırasında bir şeyler olacağından şimdiden emindim.

    Ve yıllar boyu muhabbetini yapa yapa getirdiğimiz Gojira sahneye çıktı. Ne yalan söyleyeyim ne Duplantier kardeşleri gördüm ne de setlisti hatırlıyorum. Sahneye en az ben bakmışımdır büyük ihtimalle. O pit bir türlü durmadı be arkadaş! O karmaşada Ömer’i denk getirmeye çalışsam da nafile oldu, adam İsveç konserlerinde özel eğitim almış gibi, bir orada bir burada. Tabi arada Batu’ya da bir iki sallamış olabilirim, o sırada zaten bilinçli hareket edemiyor insan. Bizim döndürdüğümüz pitin hemen arkasında çok büyük bir circle vardı ve orada benim tabirimle ağır abiler birbirine dalmıştı. O kalabalığa girmek harbiden baba yiğit işiydi bence, zaten hiç de dalmadım. Bir tane darbe yiyip Gojira konserini tamamlayamamak pek mantıklı gelmedi bana. Ama onurtoptas için öyle değildi. Adam aralarına bir daldı, akabindeki 3-4 dakika haber alamadık kendisinden. Kayboldu herif bildiğin.
    Konserin sonlarına doğru iki tane sürpriz oldu. Birincisi konser başında pit’e girmemesi gerektiğini söyleyen Ahmet abi pit başlattı ki, şaşkınlıktan bir süre ortada poşet gibi sürüklendim. İkincisi Gojira’nın bayağıdır çalmadığı Where Dragons Dwell şarkısını bana kalırsa bizim avazımız çıktığı kadar bağırmalarımız neticesinde çalması oldu. Zaten son şarkıydı. Megadeth’in çok büyük hayranı olmadığım için Rockoff bana göre sona ermişti.

    He Megadeth konserinde de eğlenmedik mi? bayağı eğlendik. Holy Wars’da da minik bir pit döndürdük. Konser sonunda mekandan Mastodon’un Motherload şarkısının nakaratını bağıra bağıra söyleyerek çıktık. Anladık ki etraftaki kimsenin Mastodon’dan haberi yok.

    Şimdi önümüzde At the Gates konseri var ve biz bu kadroyla orada olacağız. Net. Konserde bizimle takılmak isteyen arkadaşlar Lastfm linkimden bana ulaşabilir veya doğrudan mail atabilir; mjozan@gmail tanışmak eğlenmek kaynaşmak bunlar bizler için önemli şeyler. Etrafımızda metal müzik dinleyen kaç kişi var allah aşkına. Bir de konserler kalabalıkken iki üç kat keyifli oluyor. :)

    onurtoptas

    @DrAQA, eline sağlık başgan çok güzel anlatmışsın, hayatımızın günlerinden biriydi gerçekten de. türk metal konseri ortamına gelen seyirci profillerine yaptığın tanımlar da ayrıca müthiş.

    DrAQA’ya ekleyeceğim fazla bir şey yok. kafa sallayıp air gitar yapan, halay çeken, karambol yapan, kuduran o 10-12 kişinin arasındaydım. düşünmeden o anın, yıllardır yalnız gitmek zorunda kaldığım ya da gidemediğim metal konserlerinin acısını çıkardım.

    herkesin malumu gojira ve amon amarth hayvanlıkları dışında kendimce birkaç not:

    -grup performansları genel olarak çok iyiydi. ilk defa izlediğim murder king’i hem sound, hem sahne duruşu ve performans hem de politik duruş olarak çok beğendim. vortex of clutter’la birlikte türk grupları arasında bu yılın keşfi oldu benim için.

    -turisas tam sahne grubu. hem gaza getirici güzel eğlendiren parçaları var, hem de imajları vs. tam sahne için. tek eksikleri sonlara doğru çaldıkları parçalarda dur kalkları yüksek ve tam havaya sokmuşken yavaşlayan türde şarkılar çalmalarıydı. sevelim mi gaza mı gelelim durup dinleyelim mi karar veremedik.

    -jorn’un bruce dickinson tonuna yakın sesi varmış meğersem. ama müziğinden pek zevk alamadık. bu festivale göre fazla düz kaçan bi isim olmuş. seyirci de genel olarak durgundu bunda. yerine anthrax filan bile olsa en azından coşardı kalabalık. sağlık olsun.

    -megadeth herkesi şaşırttı. hem güzel çaldılar, hem de setlist hemen herkesi memnun edecek düzeyde klasikti. ses de sonisphere 2010′daki berbat ses düzeninden çok daha iyiydi. 16 değil 20 parça çalsalardı keşke.

    -konser aralarında çalan parçalar için hangi dj’e teşekkür edeceğimi bilmiyorum.(galiba rock fm tayfası) epey muazzam ve festivalin ruhuna uygun playlistler yapılmıştı. slayer, kreator, pantera havalarda uçuştu. sahne öncesi seyirciyi fişekledi.

    -okurundan yazarına site tayfasıyla, kurucu abilerle tanışıp konuşmak, birlikte coşmak şahane bi olaydı. gösterilen ilgi alaka ve arkadaşlığa teşekkürler.

    at the gates’te ve daha nicesinde görüşmek dileklerimle.

    Ünal Akünal

    @DrAQA, abi mükemmel anlardı cidden ya, ne güzel anlatmışsın. Eline koluna sağlık. Dediklerine ek olarak birkaç şey söyleyeyim ben de.
    Öncelikle, cidden hayatımda geçirdiğim en güzel iki gün olabilir Rock-Off festivali. Site kadrosundan ve okurlarından oluşan kısmen kalabalık grubumuzla konsere eğlenmek için geldiğimizin bilincinde olarak ve biraz da sınırları zorlayarak her konserden inanılmaz keyif aldık. Ama Jorn’u maalesef olayın dışında tutacağım. Amon Amarth’ın headliner olduğu bir güne co-headliner olarak seçilmesi biraz talihsizlik oldu bana kalırsa. Ayılıp bayılarak dinlediğim albümlerin sesi olduğundan solo albümlerinin hepsine de bir kulak vermişliğim vardır ama konserde “We Brought The Angels Down” dışında ayağımla tempo tutmanın ilerisine geçemedim. Sahne performansı iyi, sesi inanılmazdı ama yine de. Sonrasında gelen Amon Amarth ise harikaydı. Cry of the Black Birds ve Destroyer of the Universe kendimi tam anlamıyla kaybettiğim şarkılar oldu. Bunun dışında As Loke Falls son albümde çok sevdiğim bir parçaydı ve açıkçası çalınmasını beklemiyordum. Güzel bir sürpriz oldu benim için. Ardından bir pogoya bir headbang derken üzerine bir de Mecidiyeköy’e kadar yürüyüp ordan da Esenyurt’a gitmek beni o kadar yordu ki eve vardığımda bir biradan sonra sızdım direk.
    Bunların dışında GOJIRA’da olanları hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Oroborus,Vacuity, Where Dragons Dwell, bir metal konserinde yaşanabilecek en uç duyguları yaşadığım şarkılar oldu kesinlikle. Hayatımın gruplarından biri diyemesem de nasıl sevdiğimi betimleyemeceğim GOJIRA gerçekten unutulmazdı. Ki Ozan yaşananları gayet güzel anlatmış zaten yukarıda, Ahmet abinin gözlüğü çıkarıp pogo başlatması görüntüsü falan, tarifsizdi gerçekten ya.
    Konserin sürprizi ise kesinlikle beni metale başlatan gruplardan biri olan MEGADETH oldu benim için. GOJIRA’dan sonra cılkım çıkmış bir halde insan formuna geri dönmeye çalışırken birden Hangar 18 ile sahneye daldılar ve sonrası gerçekten beklentimin üzerindeydi. Tornado of Souls, Poison Was The Cure, Peace Sells, Trust gibi en sevdiğim şarkılarının gerçekten harika bir vokal ve kusursuz bir performansla icra edilişini izlemeye başlayınca GOJIRA’dan kalan boyun ve bel ağrılarımı hiçe sayıp elimden geldiğince kafa sallayıp eşlik ettim Mustaine’e. Genel olarak A.A. ve GOJIRA için geldiğim bu festivalde MEGADETH’in de sanki ben seçmişim gibi bir setlistle şahane bir performans sunmasıyla resmen mest olmuş bir biçimde konser alanından ayrıldım.
    Genel anlamda Ozan’ın anlattıklarından da anlaşılabileceği gibi konserin en azman ve garip grubu bizdik sanırım. Her şey o kadar doğaçlama ve keyifli ilerliyordu ki biz bile yaparken şaşırıyorduk. Örneğin bir bas solosu veya baskın bir bas partisyonu duyduğumuzda hemen ben ortaya geçiyordum ve “OOOOO” nidalarıyla ordan oraya atılıp tutuluyordum, davul soundcheck’inde Baybora, gitar sololarında Nvr ve Ozan olarak devam ediyordu sonra bu. Biri aniden halay çekmeye başladığında hıaa diyerek hepimiz arkasına takılıyor ve 10 kişi olduğumuzdan çok eğlenceli bir görüntü ortaya çıkarıyorduk. Konserden çıktıktan sonra ulan keşke MASTODON da gelse geyiklerimizin arasında “Beyler bi Motherload mu söylesek ya” dememle bağıra bağıra “THIIIIS TIIIIIIME, THIS TIIIIIIIME” diye yürüyen 10 tane garip metalci olmamız o kadar çabuk gerçekleşti ki birbirimize bakıp gülüyorduk bunu yaparken. Bu şekilde anlık gazlarla şu an hatırlayamadığım baya süper olaylara imza attık, İstiklal ve Taksim’de iki gün boyunca sanırım en çok eğlenen insan grubu olduk. Ha bir de A.A. pogolarının birinde Baybora’nın gözünün altına attığım yumruğumsu ile kendisinde geçici bir konser hatırası bırakmama rağmen GOJIRA’da Ömer’e bir türlü vuramadım. Gerçek bir ninja kendisi konser alanında arkadaşlar, dikkat edin derim.
    AT THE GATES’te ise kış soğuğunda Jolly Joker’de kırmadık kemik bırakmamak üzere Ankara’daki evlerimizde antreman yapmış biçimde yine hayatımızın en özel anlarından birine hazır olarak bulunacağız. Ve büyük ihtimalle sonraki gün birçoğumuz patlak gözlerle, sakat bacaklarla falan sınava giriyor olacak. Çünkü AT THE GATES.

    Baybora Topaloğlu

    @DrAQA, “Bunların üstüne benim de çok diyecek birşeyim yok” girişimi yapayım. Cidden de hayatımızın en güzel günlerinden ikisiydi Rock-Off, ilk defa bir konserde hepimiz bir arada olduk, ve de o kadar kişi olunca doğal olarak deli gibi coştuk. MURAT İLKAN’da wall of death yapmak aşırı saçma ve gereksiz bir şey belki evet, ama o an hayatımızın en zevkli anlarından biriydi mesela. Zaten oraya hayatımızın zamanını geçirmeye gittik, cidden neyin saçma ya da neyin gereksiz olduğu zerre umrumuzda olamazdı. Oradaki biz tam olarak, %100 bizdik, içimizden ne geliyorsa onu yaptık. Turisas gayet iyiydi, Amon Amrth içinse sözler yetersiz. Yeni albümden bol şarkı çalmalarına deli gibi sevindim, her bir şarkıya eşlik ettim. Hele de hiç beklemezken Blood Eagle gelince baya baya bağırındım bizimkilerin arasında. Müthiş bir performanstı, ertesi günün depremi GOJIRA’dan altta kalır yanı yoktu.

    EZİYETİN GETİRİCİSİ adlı parçaya yaraşır türden bir eve dönüşten sonra Guiness’lerimizi yudumlayıp sabaha kadar sohbet edip en sonunda da yattık. Ertesi günü aynı yoldan sonra yine alana varıp Murder King’de yine türlü zevzeklikler yaptık, sonrasında da önceki gün çok az konuşabildiğimiz Ahmet abi, Batuhan(lar), Ömer, Onur ve daha niceleriyle nihayet adam akıllı bir araya gelebildik. Batuhan’a Ulcerate tişörtü dolayısıyla küçük bir trip attım, Ömer Türk’e olan hasretini gösterdi, ve de tabii ki esas olay olarak Ahmet abinin moshpit’e dalması oldu. GOJIRA cidden insan dışıydı, ikinci izleyişimdi ve ilkinde tek başıma izlerken bile delirmişken bunda onca arkadaşımla beraber olunca kafayı sıyırdım tabii ki. Bütün PA bir moshpit’te toplandı ve insanlıktan çıktık, kesinlikle hayat boyu sayılı tecrübe bunun yanına yaklaşır. Ünal’ın da dediği gibi gibi Oroborus, Vacuity ve Where Dragons Dwell zirve noktalardı. Birbirimizi sallayıp suratlarımıza bağırıp durduk, SAF HAYVANLIK güdüleri kendini belli etti. Yine Ünal isimli canım kardeşim gözümün altında minik de olsa dandik saatiyle bir konser hatırası bıraktı, ama o an yumruk bile yerdim cidden.

    Bittikten sonra yerlerdeydik ama Megadeth o kadar şüphemize rağmen bizi ayağa kaldırmayı bildi, ilk izlediğim defadan bile daha iyiydi tıpkı Onur krdşm gibi. Geceye güzel bir bitiriş oldu, sonrasında da epik The Motherload söylenmesi gerçekleşti evet. Ordan köfteler yendi ve dağınıldı.

    At The Gates de farklı olmayacaktır mutlaka, fakat bu cidden şu hayatta yaşacağımız en iyi deneyimlerden biriydi. Organizatörlerden gayet memnun kaldık, sorunsuz geçti iki gün de. PA kadrosu, okuru, ve de kendi içimizde olarak daha nice konserlere diyorum.

  4. Harun says:

    Üstünden 15 gün geçti ama hala GOJIRA’nın etkisi altındayım. Zaten çok seviyordum, artık rahatlıkla diyebiliyorum ki hayatımın gruplarından biri.

    Anlatılacak çok fazla an var fakat benim için zirve noktası şuydu: Joe Duplantier’in şarkıya başlamadan önce “This next song is about our inner child.” dediğini duyunca avazımın çıktığı kadar “LÖNFAANT SOVAAAAAAAJ!!!!” diye bağırdım. Sonra Joe Duplantier beni işaret ederek, “Yes, that’s right man.” dedi ve şarkıya girdiler.

    Hayatımın en güzel anlarından biriydi. :D

  5. Kerem Kaan says:

    Madde madde gideceğim. Öbür türlü toparlamam zor olur bu kadar şeyi.

    *Amon Amarth ve Gojira’yı -özellikle Gojira’yı- grupları iyi tanıyan hatta tabiri yerindeyse grubun köpeği olmuş birileri yazsaymış çok çok daha iyi olabilirmiş.

    *İmza seanslarında sıra çok düzensizdi. Güvenlik önden arkaya doğru ittirmek zorunda kaldı insanları falan. Onun yerine tek kişinin sığabileceği şekilde aralık bırakıp demirlerle iki taraftan kapatıp düzenli bir sıra oluşturmak çok mu zor? Bunların düşünülmesi lazım.

    *Yazarlardan Baybora yakın arkadaşım olduğundan konser alanında yanlarına gittim kısa bir süreliğine,adamlar cidden baya eğleniyordu be. Cidden en sağlam onlar eğlendi herhalde alanda.

    *Normal kategorinin demirlerinden izledim 2 gün de grupları. Her şey güzeldi ama o Gojira’da sırf iki sıra öne geçicem diye arkadan ittiren kitle yüzünden arkamda kaç tane kız ezildi.İnsanları ezmeden,adam gibi konser izlemeyecek adam gelmesin şu konserlere be. Mosh pit,circle pit,wall of death falan yapanları tabii ki de norrmal karşılamak lazım sonuçta konserin olayı o ama 3 metre önden izliycem diye de insanları ezmenin bir anlamı yok.

    *Murat İlkan’ı tekrar sahnede görmek güzel bir şey. Ama o Bir’i çalacaklardı arkadaş. Olmadı o. Yine Lions In A Cage ve Ölümlü’yle gönlümüzü aldı tabi.

    *Turisas’ta beynim eridi resmen. Adamlar harikaydı. Mathias’ın seyirciyle iletişimi falan harikaydı. Kemancı da baya iyi çaldı bu arada. Adamlar baya hazırlanmış İstanbul’a belli.

    *Jorn’da ufaktan bir uyuklamışım demirlere sırtımı dayayıp. Arkadaş uyandırdı “Man On THe Silver Mountain çalıyorlar uyansana” diye. Cancer Demon’ı çalmayacağı belliydi bir de son albümün en sevmediğim şarkısı Carry The Black’le girince sıkılacağımı anlayıp oturdum ben de.

    *Amon Amarth iyiydi baya. Johan yine konuşmalarıyla bizi gaza getirdi. Johan Söderberg yine sololarıyla hepimizi coşturdu. Olavi yine kafasını bir saniya sabit tutmadan headbang yaptı. Ted zaten hep kendi kafasında. Fredrik ise yine partisyonlarıyla kafayı yedirtti bize. Gojira’dan sonra en iyi performanstı bence.

    *İkinci günü açan Metaroth çok teknik sorun yaşasa da yine de moral bozmadan çaldı. Takdir ettim ama o Slipknot coverı olmadı bence. Gitaristlerinin enerjisine ayrı hayran kaldım onu da belirteyim.

    *Mekanik zaten ülkedeki belli başlı thrash gruplarından. Soma’ya selam çakıp sonra ortalığı dağıtıp indiler. Gayet gaz bir performanstı.

    *Murder King tek kelimeyle mükemmeldi. Albümü baştan sona çalmaları güzel oldu. Gojira öncesi iyice gaza geldik.

    *Sıra geldi bence festivalin en iyi performansına. Gojira. Harikaydı harika.FMTS ve L’enfant Sauvage ağırlıklı çalmaları beni fazlasıyla mutlu etti. Wisdom Comes çalmaları cidden sürpriz oldu bana ama. Joe’nun keyfi yerindeydi baya. Beklediğimden daha çok konuştu seyirciyle falan.

    *Megadeth beklediğim çok çok daha üstündeydi. Bu kadarını beklemiyordum. Poison Was The Cure falan hiç beklemiyordum özellikle. Muazzam oldu o. Mustaine de beklediğimden daha aktifti. Ben çalıp inecek bir Megadeth beklerken adamlar sahnede adım atmadık yer bırakmadı. Bir basçı olarak kahramanlarımdan biri olan David Ellefson’ı görmek de güzel oldu baya.

    *Hayatımın en güzel günlerinden ikisiydi cidden.

    Seneye daha çok eğlenmemiz ve KAMP olması dileğiyle.

  6. motörizer says:

    konsere sadece megadeth için 4 ağustos’ta gittim. bu gittiğim ilk konserdi. alana girdiğimde sahnede murder king vardı. yerli gruplar için gösterdikleri hassasiyet takdirimi kazandı. murder king sahneden inince normal girişin en önüne geçtim.

    gojira’yı da daha önceden dinlememiştim. megadeth’ten önce çıkacaklarını öğrenince birkaç şarkılarını dinlemiştim, ama bana uygun bir grup olmadığını, şarkılarını dinleyince anladım. ama sanırsam türkiye’ye ilk gelişleriydi. en azından gojira’yı da görmüş oluruz diyordum kendi kendime. fakat nasıl bir ses sistemi varsa, daha ilk şarkılarda kulağımın ağrıdığını hissettim. bu arada grup da ilk şarkıdan sonra açılıp hayvan gibi çalmaya başladılar. her ne kadar yaptıkları müziği sevmesem de zaman zaman kendimi ufaktan kafa sallarken buldum. zaten etrafımdaki elemanlar iyice kopmuşlardı. neyse, gojira hayvani bir performansla geceyi noktaladı. özellikle de bateristleri mario duplantier çok hayvaniydi. şarkılar sırasında sık sık seyircilere baget fırlattığını gördüm. diğer elemanlar da bayağı aktifti.

    gojira sırasında her ne kadar fazla yardırmasam da vücudumda hafif bir yorgunluk ve kulaklarımda acayip bir ağrı hissediyordum. etrafımdakiler gibi ben de yere çöküp biraz dinlendim. sonra megadeth’in sahnesinin kurulma anını izledim. ekranlar yerleştirildi, testleri yapıldı vs. en sonunda prince of darkness çalmaya başladı ve ekrandan da giriş videosu oynamaya başlayınca dedim ki aha geliyorlar. sonra şarkı bitti, sahne karardı. millet hayvanlar gibi bağırıyordu adeta. sonra hangar 18 başladı. herkes yardırmaya başlarken, ben de dave’i ve diğer grup üyelerini iyice görebilmek için çabalıyordum. bir süre sonra ise kendimi şarkılara kaptırmıştım. şarkılara, bildiğim kadarıyla eşlik ediyor, bazı yerlerde ise headbang yapıyordum. peace sells’ten sonra, alandan çabuk çıkayım diye arka tarafa, çıkışa yakın bir yere geçtim. ben ve etrafımdaki herkes holy wars diye haykırırken, dave iki şarkı çalalım mı minvalinde bir şeyler söyledi. sonra da cold sweat’e girdiler. cold sweat’te etraf biraz durgundu, ama sonra holy wars girince gene yardırdılar.

    holy wars biter bitmez kendimi dışarı attım. üsküdar vapuruna yetişip oradan kadıköy’e, oradan da bizim oraya giden tahminen son minibüse bindim. sesim hafif çatlamış, boynum ise acayip ağrıyordu. ama değmişti. megadeth’i dünya gözüyle görmüş, fotoğraflarını çekmiştim. zaten grup da çok iyiydi. ellefson her zamanki gibiydi. chris, bazı sololarda hafif sırıtsa da, genel olarak performansı çok iyiydi. tornado of souls solosunu (ki bunu canlı dinleyebilmek bile bana yetti) gayet iyi çaldı. shawn drover’dan tahmin ettiğim gibi bir performans gördüm. seyirciyi fazla gaza getirmeden, arkada sessiz sakin çaldı. dave ise beklentilerimin çok çok üstündeydi. seyircilerin de gazıyla mükemmel bir performans sergiledi. sesini iyice toparlamıştı. ayrıca sahnedeki ekranlarla birlikte güzel bir görsel şov da izlemiş olduk. şarkı aralarındaki komikli videolar, hem kulağımızı hem de gözümüzü oyaladı. yaklaşık 1,5 saatlik bu müthiş konserden sonra, holy wars’un bitişiyle birlikte alandan ayrıldım.

    küçükçiftlik park’tan ayrılırken, belki de hayatımın en güzel anlarından birini yaşamış olmanın verdiği bir mutluluk, ve de o anların bitmiş olmasının verdiği bir hüzün vardı içimde. eve dönüp başımı yastığıma koyduğuma “o kadar yol teptik, ama değdi be” diyordum kendime. bu konser, gerek ses sistemi açısından, gerekse grubun performansı açısından gerçekten çok iyiydi. verdiğim parayı kuruşu kuruşuna hakediyordu. türkiye’de böyle organizasyonların düzenlenmesi, böyle grupların ülkemize uğrar hâle gelmesi beni oldukça sevindiriyor. bundan sonra da, böyle kaliteli organizasyonlar ve gruplar görürüz inşallah.

    unutmadan, bundan sonra gideceğim konserlerde pa tayfasıyla birlikte olmayı umuyorum. kıps.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.