JUDAS PRIEST’in “Painkiller“dan sonra yaptığı neredeyse her şey karışık tepkiler alıyor. “Jugulator” ve “Demolition”, büyük bir kesim tarafından yeterince iyi olmadıkları ve Halford barındırmadıkları için eleştirilirlen, bir kesim de bu Ripper’lı albümlerin sadece Halford olmadığı için hor görüldüğünü söylemişti.
Çoğu dinleyicinin büyük oranda sevdiği “Angel of Retribution“, yine belli bir kitle tarafından Halford için yeterince görkemli bir geri dönüş olmamakla eleştirilmiş, grubun o cayır cayır heavy metal adına bekleneni veremediğini söyleyenler olmuştu. Diğer yandan pek çok insan da albümü baya sevmişti; ben de bunlardan biriydim.
“Nostradamus” ise JUDAS PRIEST’in farklı kesimlerce hem en göklere çıkarılan, hem de en çok eleştirilen, birtakım dinleyicilerin çok övdüğü, bir kısmın ise sıkıcı ve gereksiz bulduğu bir çalışmaydı.
“Angel of Retribution”ı baya seven, “Nostradamus”u ise çok da eğlenceli bulmayan bir insanım. Adı geçen ilk albümden bazı şarkıları ara ara açar dinlerim, ancak “Nostradamus” için aynı şeyi söyleyemem.
Grubun veda turnesi açıklaması, “bu son dünya turnemiz”, “aslında tam da öyle değil”, “son albümümüz olabilir”, “biz öyle bir şey demedik”, “gidebildiğimiz kadar gideriz”, “metal ölmedi” gibi açıklamalarına, son 3-3,5 yıldır alışığız. Arada bir de K.K. Downing’in gruptan ayrılmasıyla, JUDAS PRIEST son dönemlerini gereğinden fazla mı çalkantılı yaşıyor acaba diye düşünüyorken, gruba alınan Richie Faulkner ile birlikte JUDAS PRIEST yeni bir albümü daha biz fanilerin önüne koydu.
K.K. Downing’siz JUDAS PRIEST olur mu olmaz mı tartışmaları devam ededursun, kanımca grup “Painkiller”dan bu yana çıkardığı en iyi albümü çıkardı diyerek tavrımı baştan koyayım. Halford’un 2000′de çıkarn ilk solo albümü “Resurrection”ı saymazsak, “Redeemer of Souls” bana göre JUDAS PRIEST’in çeyrek asırdır çıkardığı en iyi şey.
Öncelikle albümdeki müzikal anlayış babında iyi bir denge söz konusu. Hem herhangi bir “yaşımız ilerledi, heavy metalden yavaşça uzaklaşıp daha bluesy şeylere kayalım” belirtisi yok, hem de grubun hayranlarının tadını kaçırabilecek bir “gruba taze kan kattık, daha ölmediğimizi göstermek için modern ayaklara giriyoruz” anlayışı söz konusu değil. Dolayısıyla karşımızda her şeyiyle bir JUDAS PRIEST albümü var. Bunda Faulkner’ın katılımının etkisi muhakkak ki büyük. Albüm kitapçığında tüm şarkıların yazımından Glenn Tipton, Rob Halford ve Richie Faulkner sorumlu olarak gözükürken, hangi soloyu kimin çaldığı ise belirtilmemiş. Yine de kimi riflerin önceki JUDAS PRIEST rif yapısının biraz dışına çıktığını ve Faulkner tarafından yazıldıklarını hissedebiliyorsunuz; misal March of the Damned’in canavar nakarat rifi Faulkner tarafından yazılmış.
Açıkçası “Redeemer of Souls”u çok da bir beklentim olmadan dinledim, ancak daha ilk dinlemeden albümü çok sevdiğimi, her şarkıda hoşuma giden pek çok şey bulduğumu söyleyebilirim. Faulkner dersine hakikakten iyi çalışmış, Halford yaşına rağmen gayet iyi bir performans sunmuş ve grup son derece akılda kalıcı şarkılar yazmış. Albümü yaklaşık 20 kez dinlemiş biri olarak, biliyorum ki bu kritik siteye konduktan sonra da albümü dinlemeye devam edeceğim. Üstelik de bu bir “ellerinden gelenin en iyisini yapmışlar, helal” tarzı beğenme de değil; JUDAS PRIEST diskografisine katılan değerli bir parçadan, ilerde JUDAS PRIEST klasikleri arasında görülebilecek şarkılar barındıran bir albümden bahsediyorum. Bunlar hangi şarkılar olur, elbet zaman gösterecek; ancak ben “Redeemer of Souls”daki şarkıların büyük kısmının gayet değerli eserler olduklarını düşünüyorum. Dragonaut’un ateşi, Reedemer of Souls’un çok tatlı nakaratı, Halford’un albümdeki en deli çığlığını içeren ve hayranlarca da hemen benimsenen Halls of Valhalla, ortasındaki mükemmel clean gitar bölümüne bayıldığım Sword of Damocles, azgın rifleriyle March of the Damned, cici girişi ve klasik PRIEST nakaratıyla Down in Flames, enfes girişiyle cidden bayıldığım Cold Blooded, konserlerde eksik olmayacağını belli eden ve son kısmı ile klasik PRIEST havaları estiren Metalizer, his olarak bana biraz A Touch of Evil’ı anımsatan Secrets of the Dead, tüm grubun yardırdığı Battle Cry ve kapanış şarkısı olarak da hafiften Planet Caravan, hatta eski TESTAMENT balladlarının havasını veren Beginning of the End, albümde çok sevdiğim şarkılar. Farkındaysanız iki şarkı hariç albümdeki tüm şarkıların isimlerini andım. Adlarını anmadığım şarkıları da sevmi,yor değilsem de, diğerlerine göre biraz geride görüyorum o kadar. Bu şarkılardan Crossfire, Rob Halford’ın yakın zamanki “Bir blues albümü çıkarmayı çok isterim” yorumuna denk düşecek şekilde baya bluesy bir şarkı, Hell & Back de standart bir PRIEST şarkısı tabirinden ne anlıyorsanız o.
Albümü dinlerken arada “bu güzelim şarkıları keşke eskinin vahşi, çığlıklarıyla insanın kanına metal enjekte eden Halford vokaliyle dinleyebilseydik” diye düşündüğüm anlar oldu. Ancak diğer yandan, böylesine efsane ötesi bir gruptan, kuruluşundan 45 yıl sonra böyle bir albüm dinleyebiliyor olmaktan daha değerli bir şey olmasa gerek diye düşünüp kulaklarıma dolan her şeyin tadını çıkarmaya baktım.
Son şarkı Beginning of the End’in son sözleri;
“Beni yatır,
Beni istirahata yatır,
Artık bitti, biliyorum,
Bu sonun başlangıcı”
diye bitiyor.
Belli ki JUDAS PRIEST artık son demlerini yaşadığını biliyor, metal tarihinin en üstlerine yazdıkları isimlerinin, bugün dinlediğimiz neredeyse her şeyin temelini atmış olmalarının gururunu, ancak belki de yakın bir zamanda kendi yazdıkları şarkıları çalamayacak hale geleceklerini biliyor ve hazır fırsatını bulmuşken vedamızı edelim düşüncesini taşıyorlar. Bu albüm için de “Bu bizim veda albümümüz, ama yine de son albümümüz olmayabilir” demişlerdi. Bundan sonra başka bir albüm çıkarırlar mı bilinmez, ama son şarkıya bakılırsa, “Redeemer of Souls”un bir veda olarak düşünüldüğü ortada.
62 yaşındaki Halford’un sesindeki ufak çatlamalar, K.K. Downing ile birlikte metal tarihini değiştiren 66 yaşındaki Tipton’ın o çift gitar oyunları, müthiş soloları, bu müzik var oldukça değerlerini koruyacaklar.
Uzun süreli bir JUDAS PRIEST dinleyicisi olarak, grubun vedası böyle olacaksa, benim için uygundur. Bugüne dek yaptıkları, bu müziğe en çok katkı yapan 2-3 gruptan biri oldukları düşünüldüğünde, bu insanlar nasıl veda etmek istiyorlarsa öyle etsinler, her türlü helal olsun diye düşünüyor insan.
Şu anda Beginning of the End’i arka arkaya 20. kez falan dinliyorum. Çok uzun yıllar sonra da bugünleri hatırlayarak dinleyeceğimi biliyorum.
Rob, Downing, Tipton, Hill, Travis; çok kral adamlarsınız, bunca yıldır her ne yaptıysanız helal olsun, her ne yaptıysanız hepsi için teşekkürler. Umarım birkaç yıl sonra yeni bir albüm daha yazma gücünü kendinizde bulursunuz da, bana onu da yazma zevkini yaşatırsınız.
JUDAS PRIEST ulan.
Güzel yazı, ellerine sağlık Ahmet. Albümü ilk dinlemede sevmedim. Ancak bugün biraz daha dinleyip son bi gözden geçirmek istiyorum. Olmadı bi Ram it Down patlatırım.
Ben PA’dan albüm hakkında bu kadar olumlu bir eleştiri beklemiyordum. Aynı fikirde olmadığımız tek konu sanırsam “Metalizer”. Evet, konu JP olunca hepimiz ceketimizi ilikleyip hazır ol duruşuna geçiyoruz. JP de bunun karşılığında yaş yetmiş demeden akılda kalıcı parçalar yazmaya devam ediyorlar. Ritchie abi de rüştünü March of the Damned ile ispatlamış. Ama Metalizer ne kadar sıkıcı bir parçadır arkadaş. Bir de arada gitarlar “atari” seviyesine düşüyor albümde. Ritchie genç adam, o kısımlara katkıda bulunup alıştığımız JP gitarlarına yaklaşabilirdi.
Ben albümü yolda bol bol dinleme şansı buldum. Farkedersem arada sadece “Metalizer”i geçiyorum. Aynı adlı Blitzkrieg parçası on basar. Albümün geri kalanı ise şahane. Halls of Valhalla, Secrets of the Dead, Battle Cry vs. coştukça coşturuyor. Beginning of the End’i de üstüne tatlı diye dinleyip yola devam ediyorum. Teşekkürler JP :)
Bence bi Angel of Retribution değil
Sıkı bir Judas dinleyicisi değilim ama yine de yolun belki de sonuna gelmiş olmalarına hüzünlenmedim değil. Painkiller’ı dinleyip headbanglerden headbang beğendiğim zamanlar hala aklımda. Ustalara saygı kontenjanından illaki dinleyeceğim.
Yazı için tebrikler. Bu efsane album ilk dinleyişler günlerinde daha güzel anlatılamazdı. 30 yıllık bir priest dinleyeni hatta onları her şeyin üstünde koyan biri olarak, ayrıca bir yazar olarak ben daha iyisini yazamazdım. Elinize sağlık.
Yazı da albüm gibi harika!
Painkiller dan sonra gelen en iyi albüm.
Ayrıca hissiyatıma tercüman olduğu için :) yazara teşekkür ederim. Yaşarsam ileride bu albümü her parçası ayrı ayrı hatırlayıp , şimdiye selam göndereceğim. Long live Judas!
Çok büyük beklentim yoktu albüm için ama albüm beklentimin çok üstünde çıktı.
Bu son albümden başka birçok kişi gibi benim de beklentim grubun painkiller öncesi zamanlarından da bir şeyler barındırmasıydı, ki bu beklentimi bulduğumu söyleyebilirim.Albümde bazı şarkıların grubun 80′ler zamanlarını hatırlatmasının yanında en büyük sebep albümün prodüksiyonu.Painkiller sonrası albümlerde olan yaklaşım yerine grup daha bir sade, daha klasik bir heavy metal soundu seçmiş.Bu son albümde grubun kariyerlerini böyle hoş bir birleşimle sunması hoşuma gitti.
Yine grup bazı yeni yönlerini göstermeyi ihmal etmemiş tabii.Mesela bunca yıl sonra grup bize içlerindeki power metal grubunu gösterdi.İlk 4 şarkı özellikle ilk dinleyişte oldukça şaşırtmıştı beni.Ejderhaların, tahtların, kılıçların havada uçuştuğu bildiğin power şarkıları.
Albüm benim beklentilerimi karşılayan çok iyi bir iş bence.Judas Priest gibi bir grubun son albümü olmanın hakkını rahatlıkla verebiliyor.
the beginning of the end….
o kadar duygusal ki, o kadar çok şey var ki içinde.
ne kadar güzel böylesine bir ” son ” a sahip olabilmek, bu şekilde kapanışı yapmak…
yıllar sonra, belki de grubun en iyi şarkılarından biri olarak; son albümün son şarkısının adının verilecek olması çok garip , 200 kere dinlemiş olmam lazım şarkıyı
o karın ağrısı var ya; sondan bir öncesini 15 yaşında yaşadığım ;brave new worldü hayri plaktan ankaraya geldiği ilk gün satın alırken yaşadığım karın ağrısı, sonucunsu final frontier tour da ilk dickinson istanbul performansını yaşadığım anda hüngür hüngür ağlarken yaşadığım karın ağrısı . işte onu yaşadım bu albümü dinlerken … fenalardayım.
Bir canlı türünün başarısı değişen çevre koşullarına sağladığı uyumla orantılıysa, Judas Priest ultimate hayvandır, metal dünyasının hamamböceğidir. Yıllardır kaç kere kendilerini değiştirdiler hatta resetlediler, ne yaptılarsa hep en iyisini yaptılar.