Gökberk ERSES
Müziğin yapısı konusunda çok fazla ileri giderek, aslında her ses topluluğunun –tonal ya da atonal, uzun ya da kısa farketmez- bir “sample” olduğunu iddia edebilirim. Hepsi de öncülünün taklidi ve yapıbozumu üzerine kurulup, yüzyıllar içinde birbirinden çok farklılaşan “sample”lar. Kuş sesini taklit eden ilkel insandan, kendi vokal “sample”ının tonunu ses telleri ve ağzı yardımıyla değiştirerek şarkı söyleyen düz insana; bildiğimiz evrensel gitar “sample”ını birazcık kendine göre değiştirip yeni bir “sample” oluşturan prodüksiyonlu insana kadar; aslında müzik yaparken kullandığımız her obje için bunu düşünebiliriz. Sadece türden türe anlayışlarımız değiştiği için, bu gerçeklik bu kadar da apaçık ortada olmuyor. DEATH GRIPS’e gelirsek. Kendini bile sample’layan bir gruptan bahsediyoruz. Vokal, lead, bas, davul klişesinin ötesine geçerek; var olan bütün ses parçalarıyla, uzun veya kısa farketmeksizin kafasına göre oynayan bir grup bu. Bununla da yetinmeyip zaten önceden tırnak içine almış oldukları kendi ürünlerini tekrardan objeleştirip bir tırnak içine daha alıyor grup. Kendi kendisinin parodisi haline geliyor. DEATH GRIPS onlarca farklı yönden anlatılabilir. Hangisinden başlanacağını düşünmek ise kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Genel geçer müzik anlayışı için konuşursak; müzisyenler tarafından “ses”in kendiliğine, bölünemez bütünlüğüne yüzyıllar boyunca saygı gösterildi. Yapısı yüceltildi ve kutsal sayılarak yüksek bir yere konuldu. Oluşturulan bu katı estetik sadece o “ideal”e ulaşmak için esnetilmeye müsaitti. Daha güzel ve ideal estetiğe yakınlaşmaktan başka bir şey yoktu ufukta. Daha güzel ağaçlar, daha net akustik, daha güzel tınıyan materyaller ve benzerleri… Yıllar ilerledikçe, bu kısır ve rutin ilerleme -doğal olarak- birçok farklı müzik anlayışı tarafından kırılıp dağıtıldı. Bütün gelişimi saymaya gerek yok. Burası da yeri değil zaten. Fakat, DEATH GRIPS’in bütün bu kırılmayı sağlayan birçok anlayıştan ilham aldığı bir gerçek. Hardcore, endüstriyel, noise, glitch, IDM, hatta ufak miktarda plunderphonics ve vaporwave gibi birçok anlayışı bir orta noktada birleştirip, onlardan yeni ve özgün bir şey yaratmayı başarmış bir grup. Ek olarak bunu öyle bir şekilde yapıyor ki, kafanıza vura vura söylüyor. Hatta kulağınızın yakınında bağırıyor. Kör göze parmak. Saf dışavurum denilebilir belki de buna. Kesinlikle çok net.
Düzenli olmayan gerçek dışavurumun, görüldüğü anda hissedilen bir atmosferi vardır. İnsanı ciddi anlamda etkiler. İletişimin ve aktarımın kayıp oranı epey az bir versiyonudur bu. Hatta ne yapmak istediklerini tam anlamasanız bile; “Evet, bu insanlar yapmak istediklerini gerçekten güzel bir şekilde aktarmış.” dersiniz. Çok yüksek ihtimalle kalıplaşmış ve net anlamlar içeren alışılagelmiş düzene karşılar, ne anlatmak istediğini tam olarak anlayamadığımız şarkı sözlerinden ve kliplerden yola çıkarsak. Bu insanlar absürdü bağrına basıyor. O nedenle anlatmak istedikleri hakkında ne kadar atıp tutsak da kesin bir yere varamayacağız. Sadece ve sadece, gerçekten başarılı bir şekilde aktarım yapıyorlar. Bozuk ve yıkıcı, kulak tırmalayıcı bir aktarım bu. Belli ki kulaklarınızdan size verdikleri enerji, sizi bir şeyleri ifade etmek için harekete geçiriyor. O netliğe imreniyorsunuz adeta.
Az sayıdaki röportajlarında da belirttikleri gibi bir araya gelmeden önce; -davul kariyerinde neredeyse yapabileceği her tür ilginçliği yapmış olan- Zach Hill, -rap kariyerinde çok da parlayamamış- Mc Ride ve -ne yaptığını bilmediğimiz- Flatlander, ortak bir bıkkınlık ve iç sıkıntısı yaşıyordu. Belki de bu iç sıkıntısının nedeni farklı bir şey yapamamak ya da rutinden sıkılmış olmaktır, tam olarak bilemiyoruz. Fakat, bu adamların gerçek anlamda o zamana kadar dışavuramadıkları ve bastırdıkları bir tarafının var olduğu apaçık ortada. Bir araya geldiklerinde bu yığın patladı, ani bir enerji ile boşalmaya başladı. Bir barajın yıkılması gibi.
Bu doğrultuda, üçlü 2010’da bir araya geldikten sonra çok kısa aralıklarla ep, mixtape, albüm ve klipler çıkarmaya başladı. Üretkenlikleri ve enerjileri o kadar fazlaydı ki hemen şirketler tarafından farkedildiler. NO LOVE DEEP WEB albümünü ertelemek isteyen şirkete de -albümü mükemmel bir kapakla internete sızdırarak- rest çektikten sonra kararlı dengesizliklerine devam etti grup.
Aksi, kızgın, dengesiz ve vurucu olması en belirgin özellikleri olsa gerek. Belki de yıllardan sonra ilk kez bu kadar “punk” bir grubun, kendi çabasıyla bu kadar meşhur olduğunu görüyoruz.
İlk materyalin yayınlanmasından bu yana geçen 3 yıl sonunda, grup başlangıç kızgınlığını birazcık yitirdi. Aynı şekilde devam etmesi beklenemezdi tabiki de. Bunun kendileri de farkında olduğundan dolayı müziklerini sürekli değiştirdiler. Kendilerini tekrar etmemek uğruna kendilerini bile “sample”layan grup, müziğindeki vurucu ve catchy’liği, gitgide daha deneysel bir sosa buladı. Aynı formülizasyonla devam edip çok daha ağıza takılan parçalarla kolay yoldan daha da meşhur olabilecekken, bu zevksiz seçeneği doğrudan reddedip kendi absürd amaçları doğrultusunda devam ettiler. The Powers That B’nin ilk diski “Niggas on the Moon” da bu absürdlüğün son noktası olsa gerek.
Yazının başında bahsettiğim gibi enstrümanların birbirinin alanını işgal etmeyen görevlerini komple hiçe sayan bir albüm bu. Yeri geldiğinde Björk’ün vokallerinin tamamen bir enstrüman ya da perküsyon gibi kullanıldığını görüyoruz. Hatta çoğunlukla vokalin epeyce küçük bir aralığı sample’lanıp bağlamından tamamen koparılıyor. Aslında her şeyin bir “sample” olduğunu gözümüze sokuyor bana göre grup böyle yaparak. Vokal, melodi ve perküsyon ayrımı neredeyse kalmamış. Saf ve katıksız “ses” var bu albümde. “Ses”in gereksiz kutsallaştırılmasına karşılık olarak onunla bir oyun hamuru gibi oynanmış. Ayrıca önceki albümlere göre daha da karmaşıklaşmış, iç içe geçmiş ve kompleks ritmler kullanılmış. Önceki albümlerden alışkın olduğumuz keskin, bol baslı ve gainli partisyonlar da azaltılmış. Genel olarak albüm daha “mid” tınıyor. IDM’ye ve glitch’e göz kırpan bir şekilde. Doğal olarak önceki albümlere göre vuruculuk, ağza takılma oranı azalmış. Fakat bu durum, albümdeki dantel işi looplamaya bakıldığında gayet de göz ardı edilebilir durumda. Ki zaten grubun amacının daha da deneyselleşmek, yapılmayanı yapmak olduğunu biliyoruz.
Son albümden çok grubu genel olarak ele aldığım bir yazı oldu. Son albümün bağlamından koparıldığı takdirde pek bir anlamı olmayacağını düşünüyorum. Çünkü cidden kulakta aşırı derecede soyut ve kişisel bir albüm olarak tınıyor. Ek olarak burada bir parantez açmak lazım: DEATH GRIPS, yavaş yavaş baştaki heyecanın kaybolduğunun ve ne yaparsalar yapsınlar sıradanlaşmaktan kurtulamayacaklarının farkında olduğu için, geçtiğimiz günlerde bir veda notu bırakarak dağıldığını açıkladı. Bu albümün ikinci diski olan “Jenny Death” önümüzdeki günlerde yayınlanacak. DEATH GRIPS iç sıkıntısından ve rutinden ilham alıp onu bir tür enerji patlamasına dönüştüren bir grup, bunu biliyoruz. Belli ki, daha fazla patlama göremememizin nedeni belki de grubun, grup üyelerinin hayatında yarattığı ivmelenmedir. Kendilerini tükettiklerinin farkına vardılar ve bitirdiler. Böyle bir hamleyi hiçbir “yükselmekte olan” grup yapmazdı açıkçası. Bu da DEATH GRIPS’in ne kadar idealist ve kararlı, amaçsız amaçlılığını bozmayan bir grup olduğunu gösteriyor. Bu doğrultuda, DEATH GRIPS benim için her zaman çok önemli bir grup olarak kalacak. Önümüzdeki uzun yıllar da müzik piyasasını doğrudan veya dolaylı olarak epeyce etkileyeceğini düşünüyorum. Belki de 2010’lu yılların THE VELVET UNDERGROUND’u olur, bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey var ki, bu adamlar şu sıradan müzik piyasasında son yıllarda ivmelenmiş en büyük müzik oluşumlarından biri. Ve öyle de kalacak. Herkese üzgün boşalmalar.
Tez yazmışsın sdfgs. Bayağı iyi olmuş kritik. Bu seneki Swans albümü için söylediğim şey bunda da geçerli, kesinlikle beğenilerin ve birçok şeyin ötesinde. Şu saniyeden sonra kalkıp da “şu şarkı uzun olmuş, şurası kısa, şu melodi şöyle” demek koskoca bir yanlış anlama olurdu. Amaçlarını veya kaygılarını zaten çok daha farklı, çok daha yüce bir noktaya taşımışlar ve bunların doğrultusunda kendilerini var edebilmişler. Gerisinin ne önemi var ki artık.
11.07.2014
@Onur Sancu, Teşekkürler abi. Normal bi kulakla dinleyince kesikli anlamsız Björk vokalleri üzerine ne dediğini bilmeyen zencili vokal + karmaşa gibi gelebiliyor. İletiyi almak için belli bir kafaya girmek lazım gerçekten. Ne kadar parlak bir albüm olduğunu görüyor insan.
Eline sağlık Gökberk, PA’da okuduğum en iyi yazılardan biri olmuş. Gruba ve yazıda söz ettiğin birçok kavrama cidden daha farklı bi yönden bakmamı sağladı. Grup ve albüm ile ilgili kendi yorumlarımı ise sonraya saklıyorum şimdilik.
11.07.2014
Bu arada, Mastodon dinlemediğim zamanlar yalnızca Have a Sad Cum dinliyorum dfsgfsd.
11.07.2014
@Batuhan Bekmen, Teşekkürler Batu, mutlu oldum eheh. Sampling müziği ile birlikte epey şey değişti müzik dünyasında ya. Özellikle plunderphonics ve vaporwave konusunda baya araştırılacak şey var.
Kritik 10/10. Albümü daha dinlemedim ama kısa sürede buna da bulaşırım.
o değilde sondaki fotoğrafa hasta oldum :D
Muazzam kritik Gökberk. Eline sağlık. Mutlaka zaman ayırıp, söylediklerin ışığında dinleyeceğim albümü.
http://i.imgur.com/lynwZJR.jpg
Sevgili Sasha Grey,
Tesekkurler.
Tum dunyadaki Death Grips hayranlari.
En iyi DG albümü. Hastalık, psikopatlık, çılgınlık, saçmalık, ne desem az. Have a sad cum nedir yaa. Çılgın boşaldım.
Yeni bulaştım buna. 2-3 gündür metrobüs sapığı gibi abanıyorum albüme. Bu nedir arkadaş ya, tek kelimeyle sapıklık.