IN FLAMES ve DARK TRANQUILLITY sevgimin en tepelerde olduğu bir dönemde tanışmıştım ARCH ENEMY’yle. 1998 olması lazım. Akşam 19:00 civarı, üniversite sınavı öncesi dershaneden eve dönerken Akmar’a uğrayıp şu an ne olduğunu hatırlamadığım bir albüm almıştım. Büyük ihtimalle Hammer Müzik’ti. O sırada ufak bir kampanya vardı; herhangi bir CD alan, dükkanın önünde yere konmuş kutulardaki kasetlerden de bir tane seçebiliyordu. Ben de sadece adı hoşuma gittiği için ARCH ENEMY yazan kaseti almıştım.
Daha önceki ARCH ENEMY kritiklerimde de belirtmiştim, yine söyleyeyim. Angela Gossow, performansı, sahnedeki etkinliği, fiziğini fazla öne çıkarmayıp saygın bir duruş kazanmış olması ve ARCH ENEMY gibi çok büyümeye müsait bir gruba girip bu yükün altından başarıyla kalkmış olması dolayısıyla gayet başarılı bir insandır. ARCH ENEMY’yi ARCH ENEMY yapan, son 10 küsür yılda metal dünyasında ikon olmayı başarmış belki de bir numaralı kadındır. Röportajlarından, demeçlerinden, tavırlarından rahatça anlaşılabileceği gibi, samimi, eğlenceli, gayet süper bir insandır. ARCH ENEMY’yi yıllardır bilen, Angela’nın gruba katılışına tanık olan ve “Wages of Sin”i çıktığı anda dinlemiş biri olarak, pekçokları gibi beni de şaşırtmış, heyecanlandırmış, hatta Enemy Within’deki ilk girişiyle resmen tüylerimi ürpertmiş biridir.
Ancak ARCH ENEMY’nin sonradan çok büyüyecek o tınısını, tavrını oluşturan; Amott’ların şeker gibi melodilerinin arkasındaki o hırpani kontrastı yaratan; uzun süredir vasat olsalar da bir yere kadar hepsi mükemmel olan ARCH ENEMY riflerinin arkasında gürleyen; acemi gibi duran, ancak benim de dâhil olduğum bir grup insan için pek çok profesyonel death metal vokalistinden daha hisli, daha gerçek söyleyen bir insan daha vardır bu grubun tarihinde.
Johan Liiva.
Google’da aratınca doğru düzgün bir fotoğrafına rastlamanın bile zor olduğu, “arch enemy liiva” diye aratınca “arch enemy live mı demek istediniz?” cümlesiyle karşılaştığınız adam; ARCH ENEMY’nin, sanki zamanında tam olmamışlarcasına yıllar sonra Angela’ya tekrar söylettikleri bu şarkılara can veren bir insandır Liiva. Sonradan gelen efektle dolu o dijital vokaller, senin o hiçbiri birbirini tutmayan nakarat vokallerine kurban olsun dedirtir. Johan Liiva, ARCH ENEMY’yi ilk üç albümle tanıyanlar için adeta bir namus meselesidir, görmezden gelinmesine sinir olunan, şahsen hiç tanımadığın birini savunma ihtiyacı duymaya sebep olan bir insandır.
Johan Liiva, aşırı kusursuz, her şeyi rahatsız edici düzeyde mükemmel ve insan ötesi bir soğukluktaki günümüz müziğine, farkında olmadan da olsa karşı duran bir olgudur bana göre. Yüzde yüz gerçek ve doğal olanın bırakılıp, makinemsi kusursuzluktaki bir şeyin tercih edilmesiyle yok sayılan, görmezden gelinen bir değerdir.
Mantıken, ARCH ENEMY’nin yaptığı elbette ki doğrudur. Büyümek isteyen, adını metal dünyasına yazmak isteyen her grubun yapması gerekeni yapmış, doğru bir tercihte bulunmuştur ARCH ENEMY. Zaten Angela Gossow da iyidir, hoştur ve bir frontman/woman olarak elbette ki Johan Liiva’dan daha etkilidir.
Ama Johan Liiva candır. Candır ulan. Doksanların sonlarında ARCH ENEMY ile tanışan, IN FLAMES ve DARK TRANQUILLITY’nin melodik dominantlığı içinden sıyrılıp özgün ve mükemmel albümler yapmış, kendi melodi standartını oluşturmuş ARCH ENEMY’nin ruhudur, özüdür.
Yıllardır içimde kalan “Liiva mı Angela mı?” konusundaki tavrımı nihayet net şekilde açıkladıktan sonra, ARCH ENEMY’nin en iyi albümü olan “Stigmata”ya geçebiliriz.
“Stigmata”, melodik anlamda, rif anlamında, beste anlamında, kısacası her anlamda mükemmel bir melodik death metal albümüdür. Her manada death metaldir, aynı zamanda akılda kalıcıdır, yaratıcıdır, başka hiçbir gruba benzemez, manyak bir gitar ve davul işçiliği barındırır ve ARCH ENEMY’nin yazdığı en süper şarkılardan bir çoğuna ev sahipliği yapar.
Michael Amott, şüphesiz ki İsveç’in metal dünyasına kazandırdığı en önemli müzisyenlerden biri. Süper gitaristliğinin yanı sıra, “Amott melodisi” denecek düzeyde özgün bir melodi anlayışı ve bunu destekleyen şeker gibi bir gitar tonu benimseyen Amott, kardeşi ile birlikte bu albümde harika işler yapmıştı. CARCASS’ta çaldığı sırada kazandığı rif yazım tarzı da eklenince, ARCH ENEMY pamuksu melodilerin canavar riflerle buluştuğu, pek tatlı bir müzik yaparak başlamıştı kariyerinin ilk yıllarına.
Davulları o dönemde IN FLAMES’in davul teknisyeni olan Peter Wildoer’e emanet eden Amott, yıllar sonra Wildoer’in “Stigmata”daki performansını “ARCH ENEMY’ye uygun değildi” şeklinde nitelendirmiş ve ayıp etmişti. Evet, belli ki müziğin önüne geçmeyen, daha standart davullar istiyordu ve bu yüzden de Wildoer’İn performansı ona biraz fazla “dolu” gelmiş olabilir. Ancak Wildoer’in, bırakın ARCH ENEMY’de çalan diğer davulcuları, metal dünyasındaki sayısız davulcuyu gözü kapalı tokatlayacağı kabak gibi ortada. Kendisiyle yaptığımız röportajda da bu konuya değinmiştik, zaten kendisi de bu tatsız konunun geride kaldığını ifade etmişti. “Yapma Maykıl yaaa! Oyuncu değişikliği hakkımız da doldu! Doldu!!” diye bağırıyor ve bu konuyu geçiyorum.
Albümdeki şarkıları tek tek anmayacağım, ancak özellikle bahsedilmesi gereken bir şarkıdan söz edeyim. Öncelikle albümü açan Beast of Man, aslında albümde yer almayacakmış. Hatta albümün plak şirketine sunulan ilk halinde yokmuş bile. Michael bu şarkıyı sonradan, albümün çıkışına az bir süre kala yazmış ve hemen şirkete sunmuş. Şarkı o kadar beğenilmiş ki, hem sırf Beast of Man yüzünden albümün çıkışı ertelenmiş, hem de şarkı albümün açılış şarkısı olarak seçilmiş.
Beast of Man dışında, aslında albümdeki tüm şarkıları seviyorum. Şuraya birkaç örnek şarkı adı yazayım dedim, hepsini yazasım geldi. “Stigmata” süper bir albümdür deyip geçeyim en iyisi.
ARCH ENEMY çok güzel albümler yaptı ve “Anthems of Rebellion”la birlikte, grup olarak büyümeye, müzikalite olarak küçülmeye başladı. “Stigmata”, bence “Black Earth”le temelleri atılan ARCH ENEMY tınısının doruk noktasıydı. Yine çok iyi olan “Burning Bridges”ın sıcaklığına, “Wages of Sin”in akılda kalıcılığına sahip değil, ancak onların ötesinde, her şeyiyle gerçek, vahşi, çiğ, süper bir albüm “Stigmata”.
Arch enemy genelde herkesin mainstream metalden biraz daha alt ve zor türlere geçişte mutlaka dinlediği ve ilk dinleyişte çok beğenip sonra ufku genişleyince dönüp bakmadığı gruplardan biridir. Şahsen bana böyle oldu.Yıllar önce gözümde en sevdiğim gruplar katagorisinde olmasına rağmen şimdi benim için vasat albümler yapan ve yapmış olan ergen sinirinden ve isyan psikolojisinden beslenen(bu cümleyi bir kritikte okumuş tum sanırım PA deydi) ticari bir grup.
“Google’da aratınca doğru düzgün bir fotoğrafına rastlamanın bile zor olduğu, “arch enemy liiva” diye aratınca “arch enemy live mı demek istediniz?” cümlesiyle karşılaştığınız adam” bu cümle dünyanın en acıklı cümlesi aq :(((. arkasında böyle bir ‘miras’ bırakmış bir adam bu durumda olmamalı.
albümden haberdar değildim. Daha doğrusu adını gördüğüm halde atladığım bir albümdü. tıpkı diğer Arch Enemy albümleri gibi “mekanik” bir sound var sanıyordum. ilk kez burada okudum. Sabahtan beri dinliyorum. Bayağı kaliteli bir albümmüş yahu. Sinister Mephisto’yu ayrı bi sevdim.
03.05.2014
@Ş. Yıldırım, Burning Bridges’i de öneririm, klasik heavy metal sounduna çok daha yakın ve kulak dostudur Stigmata’ya kıyasla.
03.05.2014
@Cattle Bilmemne, bak bu daha güzelmiş :)) daha olgun-hard bir havası var burning bridges’in. eyvallah
Yazının dördüncü paragrafı ;_;
Şaka bir yana Johan Liiva candır lan hakikaten.Namus meselesi, görmezlikte gelinm…neyse ben yazıyı tekrarladığıma göre söyleyecek birşey kalmamış hepsini Sayın Saraçoğlu yazmış zaten.
Yalnız ben Burning Bridges’ı daha çok seviyorum.
bence de arch enemy’nin en iyi albümü.
fakat michael amott grubu farklı bir konuma çekti.
Bu farklı konumun sonucu:
http://www.revolver.se/files/2nd-most-viewed-new-music-video-in-the-world-2014.jpg
2nd most seen new music video in the world this week.
06.05.2014
@wılwıl, harbiden. arch enemy yazınca direk war eternal çıkıyor o derece.
Aga şu grubu yenı eski albüm olsun sevemeyen ısınamayan bitekmiyim. Hiç bizamanda çekici gelmedi. Okadar zorladımda bunyeyi ama malesef. Bazen düşünüyorum ulan 95 den beri bu müzigi dinliyorum. 97 den itibaren black death kaydım agırlık ama malesef su grubu acıyımda adam akıllı dınlıyım demedim.
Arch Enemy’ye In Flames, Dark Tranquillity ve Insomnium dinledikten sonra bu albümle başlamıştım. Albümü aylarca dinledim, Wages of Sin’lere de geldim, WoS’i epey sevdim hatta ama her zaman için en sevdiğim Arch Enemy albümü Stigmata oldu.
Grubun günümüzdeki müzikal ve tematik tavrına çok uzağım. Hatta baya baya uzağım ve Amott’a kıl oluyorum asddsf.
Bende de yorumların bazılarıyla örtüşecek bir durum var. Stigmata dışında hiçbir albümünü 3 veya 4. kez döndürdüğümü hatırlamıyorum Arch Enemy’nin. Ömrüm boyunca sevemedim. Denyo gibi inatla da her yeni albümünü dinliyorum bu sefer olur belki diyerek. Daha olmadı.
Stigmata can, Arch Enemy saks.
Sinister Mephisto ne manyak bir parça ya.
BLAAAAAAAACK EAAAAAARTH
SAVEEE OUR SOUUULS
Ardından gelen solo hayatımda duyduğum en güzel şeylerden biri.
02.07.2022
@Cryosleep, Amott bu kadar hisli sololar atamıyor artık.
02.07.2022
@Cryosleep, bugün bu albüme bu yorumu tesadüfen mi yazdın bilmiyorum ama tesadüfse iyi denk gelmiş. Bu albümdeki 12 şarkıdan 1. ve 9. hariç tamamının davullarını şu an ana sayfada kritiği bulunan Darkane’in davulcusu Peter Wildöer çaldı. İsveç ortamlarının en iyi 3-5 davulcusundan biri kendisi.
03.07.2022
@Ahmet Saraçoğlu, Tesadüfen yazmadım, Darkane’den buraya atladım gibi oldu.
Dark of the Sun’da ki James Bond melodisi.
Bu albümü çok seviyorum, aşırı seviyorum, aşığım, öyle böyle değil.
Hayatım kaymış gibi bridge of destiny dinlediğim bir gece daha
6/10 eder. 2015′te falan çıkmış bir albüm olsa itin bir tarafına monte eder idiniz, çıkış tarihi 90′lar olunca herkes dolandırıcı kardeşine tüm parasını feda eden babaya dönüşüyor.