Bu dosyayı İstanbul’da açtım ve karşısında bekledim. Bayağı bekledim. Dolandım dolandım ama tam olarak doğru kelimeleri bulamadım. Çünkü yazdığım zor yazılar kategorisinde üst sıralara oynuyordu bu müzik. O gece öylece geçti. Dosya kapandı, gitar çalındı ve uyundu.
Thrown to the Sun kayıtları için İstanbul’dan ayrılık zamanı geldiğinde yolda aklımda “Gutter Ballet yazmalıyım” cümlesinden çok “Gutter Ballet”in kendisi çalıyordu. Enfes düzenlemesi, olabilecek en iyi melodik heavy metal riflerinden biri ve davulun tüm bu kurguyu birbirine “süper güçlü Japon yapıştırıcısı 2000” gibi birbirine bağlaması vardı. Kalacağımız eve yerleştikten hemen sonra tekrar aklıma düşen kritik yine yazılamayıp, 3. denemeye bırakıldı. İşte şimdi o deneme geliyor:
Sanki çok zaman geçmiş gibi ama ben hep Savatage biliyormuşum gibi. Yani ne zaman tanıştığımı, ne zaman aşığı olduğumu bilmiyorum. Hep bırakıp tekrar hastası oluyorum. Böyle garip bir ilişkimiz var yani. Ara ara dinleyip “Ben neden günlerce Savatage dinlemiyorum lan? Çılgın gibi hayranı olunası bir müzik lan bu.” diye heyecanlı düşüncelere kapılıyorum.
“Gutter Ballet” albümü aslında konsept bir albüm olmamasına karşın yüksek derecede müzikal değer taşıması sebebiyle kalbimi fethediyor. Yani yalnızca gaz, metal numaralarıyla değilakılda kalıcı melodilerle dolu bir albüm. Andrew Lloyd Webber’in “The Phantom of the Opera”sından etkilenen Jon Oliva’nın heavy metal kalıbını progresif tatlarla genişletmesi, grubun kariyerindeki başyapıta imza atmasına sebep olmuş. Bundan dolayı ki albümün ciddi bir kısmında orkestral ögeleri duyuyoruz.
Jon Oliva, onun kardeşi Chris Oliva (huzur içinde yatsın) ve prodüktör Paul O’Neill 3’lüsü elinden çıkma baledeki atmosfer dertli ve yalnız. Bu albümü dinlerken klişe bir sahne aklıma geliyor. Yerlerinden dumanlar çıkan, yağmurun yakın zamanda ıslatıp bıraktığı ara sokaklarda uzun pardösüyle yürüyen bir adam hayal ediyorum. Elinde sigara falan. Dayarlarsa Hollywood’u olacağı bu. Yok ama cidden sigara yakılası bir dert.
Kusursuz gitar performansı ve besteciliğine diyecek tek kelime bulamazken “keşke bu albümde olmasaydı ya da farklı yerde olsaydı” dediğim 2 şarkı var. “Of Rage and War”, “She’s in Love”. Sebebi ise gerçek anlamda bu albümün benim gözümde “Gutter Ballet”le başlaması. Çünkü “Gutter Ballet” ve arkasından gelen 3 şarkıdan sonra birden “She’s in Love” değil de kesinlikle ve kesinlikle “Hounds” başlamalıymış. Bu çok subjektif, biliyorum, ama hiç alaka kuramıyorum kafamda “She’s in Love” ve diğerleriyle. “Of Rage and War” da kendi başına güzel fakat bu kalitedeki bir albüm için asla açılış şarkısı olamaz kanımca.
Alex Skolnick, Al Pitrelli, Chris Caffery gibi önemli gitaristleri tarihi boyunca bünyesinde barındıran Savatage’ın en büyük yıkımı asıl gitarist Chris Oliva’nın ölümü kuşkusuz. Maalesef her süper müzisyen öldükten sonra efsane olamıyor. Chris Oliva yaşayıp Jon Oliva’yla birlikte Savatage’ı bugün günümüzün en büyük gruplarından biri yapabilirlerdi ama sürekli devam eden eleman değişiklikleriyle, grubu eskisi kadar ön planda tutamayışlarıyla 2000’li yılların başında emekliye ayırdılar bu nadide topluluğu.
Güzel albüme güzel albume güzel kritik. Bide:
Hahaaa ilk oy benim!
Ne zamandan beri bekliyordum bu albümün kritiğini kim yazacak diye.Üniversite yıllarındayken izmit’in puslu ve insanın boğazını yakan o kirli havasını soluyarak sokaklarda az dolanmamıştım.Bu arada o Summer’s Rain nasıl bir parçadır! Adamı itin götüne sokar valla.
Bu albüm belki de gelmiş geçmiş en güzel albümdür -Streets ile birlikte- (tüm müzik türlerini katarak söylüyorum). Bundan dolayı -tam puanı dahi geçtim- puanlamaya tabi tutulmasa iyi olurmuş. örnek ilgisiz görünse de bugün Michelangelo’nun Davut Heykeli’ni ya da Holbein’ın Elçiler’ini vb. değerlendirecek bir ölçüt yoktur…
Kritik biraz zorlama yazılmış (yazar kendisi de ifade etmiş zaten) ya da aceleye gelmiş gibi bir havası var. Özellikle de bitişi “Ya aman herneyse işte çok iyi grup, herkes dinlesin. Benim acil bi işim çıktı, çıkmam lazım” gibi bişey olmuş. Herhangi bir albüm için belki kabul edilebilir ama şu efsane albüm çok daha iyisini hakediyor bence.
Heavy Metal’le ilk tanıştığım albüm. Sene 2008-2009 falan. Hayır hayır metal müziğe ilk başlayışım değil sadece Heavy Metal’e başlayışım.
Metal müziğe Heavy ya da Thrash dinleyerek değil Black dinleyerek başladım. Anormallik bende beyler sıkıntı yok.
05.02.2014
@Nightwing, hahahaha. kafam klavyeye çarptı.
06.02.2014
@Nightwing, Haha. Bende 2006′nın başlarında metale Slayer ile başlamıştım, sert bulmadığım için Heavy metal ile arama uzun bir mesafe koymuştum. İlk Black Sabbath dinlediğimde (2006′nın sonları gibi sanırım) ”bu heavy metal ne iğrenç bir şey, hiç sert değil ve bayık” diyerek kapatmıştım. Ondan sonra Slayer, Disturbed, Green Day ile 2007′ye kadar götürdüm bu işi. 2008′de de Cannibal Corpse’u keşfedim death medıl alemlerine daldım.
”Sert müzik istiyorum lan ben” kafası ne güzeldi benim ergenlik yıllarımda…
Ben de kritiğin albümün içeriğini ve duygusal yoğunluğunu aktarmaktan uzak olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki Savatage hakettiği değeri müzik piyasasında hiç bir zaman görememişti, lanet devam ediyor gibi.
Bir şey soracağım, bu sitede normalde yazar olmayıp da istediğimiz bir albümün kritiğini yazıp yollayabiliyor muyuz?
05.02.2014
@Zarpandit, http://www.pasifagresif.com/yletithim/
06.02.2014
@Furkan Keskin, link’leri Elfçe yazıyoruz resmen.
06.02.2014
@Ahmet Saraçoğlu, Ahah. Literally.
05.02.2014
@Zarpandit, evet ben yazıp yollamıştım yayınlandı
06.02.2014
@Zarpandit, şu ana kadar bu şekilde 813 tane yazı çıktı. Okurlar sağ olsun, Pasifagresif dünyadaki metal siteleri arasında bu konuda en etkinlerden biri sanırım.
http://www.pasifagresif.com/author/konuk-yazar/
06.02.2014
@Ahmet Saraçoğlu, bu sitenin bu tavrını gerçekten takdir ediyorum ayrım yapılmadan konuk yazılarda yayınlandıkça sitede sürekli yeni yazılar sürekli okuyacak yeni bişeyler çıkıyor. ayrıca okuduğum en güzel kritiklerden bazıları konuk yazarlar tarafından yazılmıştı
06.02.2014
@Zarpandit o zaman ben bu sitedeki senfonik metal eksikliğini kapatmayı düşünüyorum bir ara :)
bahadır hocam ellerine sağlık. sene 1991 1992 yılları arasında bu albümle iron maiden somewhere in the time albümünü paso walkmanimde döndürüyor. her şarkının bitisinde insanın içini bi hüzün kaplıyor. yukarıda arkadaşın dediği gibi bu grubu bi hak ettiği yerlere gelmedi. güzel albümdür…
Kesinlikle detaylı bir kritiği hak eden bir albüm. Merhum Chriss Oliva’nın gitar kullanımı ve özellikle bulduğu melodi/riff yapıları muazzam. Metal ve rock aleminde bu derece akılda kalıcı, estetik ve kendine özgü besteleme yeteneğine sahip kaç gitarist sayabilirsiniz bir düşünün.
Lütfen yazabilen varsa bu albümün kritiğini yeniden yazsın. Böyle efsanevi bir albüme bu kritik yakışmıyor.