Bu hafta, “Destroying Atropolis” adlı albümlerini yakın zaman önce çıkaran İstanbullu grup FURTHERIAL‘ı konuk ediyoruz. FURTHERIAL’a dair pek çok şeyi konuştuğumuz röportajda, Gezi olaylarından Türk metal sahnesine kadar pek çok konudan söz ettik. Grup elemanlarından bazıları geçimlerini metal çalarak kazandıklarından, söyleyecek çok şeyleri olduğunu zaten röportajı okuduğunuzda göreceksiniz. Tüm grubun katıldığı röportaj, sitede bugüne dek yerli gruplarla yaptığımız röportajlar arasında en dolulardan biri oldu diyor ve sizi FURTHERIAL’ın samimi dünyasıyla baş başa bırakıyoruz.
Merhaba arkadaşlar, öncelikle yeni albümünüz “Destroying Atropolis” için tebrik ederiz. Albüm hakkında neler söylemek istersiniz? 2007′de kurulmuş bir grup olarak, albümdeki şarkılar ne zamandan beri yazılmaktaydı, yazım süreci nasıl ilerledi?
Başer: Merhabalar Ahmet, çok teşekkür ederiz. Bu albüm aslında benim müzik kariyerimin, geçmişle hesaplaşması gibi… Geçmişi, günümüz algısına adapte etmek, bunu yaparken de ifade biçimlerinin seneler içersinde resmen büyümekte ve gelişmekte olan bir insan gibi şekillenmesine tanık olmak anlamına geliyor benim için. Bu albümde yer alan en eski iki şarkı Newborn ve Defeat 2007’de yazıldı, en son yazılan One With The Flames ise 2011 civarıydı. O süre zarfında, muhtemel albümümüz; bendeki müzikal aşamaların da doğrultusunda sürekli evrim geçirdi. Yazım sürecinden bahsedecek olursak, önce müzik, sonra sözler şeklinde bir yol haritası izledim. Baz aldığım ana etmen her zaman müzik oldu, bana bir şeyler çağrıştıran, içimde hissiyat uyandıran rifflerden, şarkılar yazdım. Üzerine sözler kendiliğinden oturdu zaten. Solo bölümlerinde, bas ve davullarda da grup arkadaşlarımı kendi partisyonlarını yazmaları konusunda serbest bıraktım. Bu benim için önce tek kişilik bir proje olarak başladı ve 2009’dan sonra grup olarak devam etti. Şu an birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan oldukça memnunum. Senelerden sonra nihayet verimli ve sinerji dolu bir grup atmosferi yakalayabildik.
2007 demişken, FURTHERIAL’ın bugüne dek nasıl geldiğinden kısaca söz edelim. Grubu bilmeyenlere FURTHERIAL’ı ve müziğini nasıl tarif edersiniz?
Başer: Grup kurulduğunda ismi EXTINCTION’dı, 2011’e kadar da bu isimle devam ettik. 2008’de drum machine kullanarak, tüm enstrümanları kendim çaldığım, 3 şarkılık bir demo kaydettim. Şu an dinleseniz gerçekten gülersiniz. Ama o dönemde o şarkılar bana hakikaten bir şeyler ifade ediyordu. O zamanlar NEFAS LACUS adında melodik black metal tarzında başka bir grubum vardı, Ozan’la o grupta da birlikte çalıyorduk. 2007 yazında da bir demo kaydetmiştik. O grup dağılınca da o dönemde yan projem olan EXTINCTION, benim esas grubum oldu. 2009’dan 2011’e kadar türlü sahnelerde İstanbul ve şehir dışı olmak üzere sahne aldık fakat biraz daha geniş bir alana yayılmaya çalışınca, sonradan bizim ismimizde birçok grubun kurulduğunu fark ettik ve ismimizi değiştirmeye karar verdik. Çok fazla aktif olamadık belki ama ona rağmen elimizden gelenin en iyisini, içimizden gelenin en doğru ve doğal olanını insanlara bir şekilde sunmaya çalıştık ve çıktığımız konserlerde bunun karşılığını manevi olarak çoğunlukla aldık diyebilirim.
Grubu kurarken yapmayı planladığınız müzik ile şu anda yaptığınız müzik ne oranda örtüşüyor? Zaman içinde müzikal zevkleriniz ne ölçüde değişti?
Başer: Takdir edersiniz ki, başlangıçtan bu zamana 7 sene gibi uzun bir süre geçti. Buradaki en önemli etken, bir insanın 7 yaş daha büyümesi… İlk zamanlarımızdaki heyecan, sahneye ne zaman çıksak geçerliliğini aynen koruyor. Ama gerek enstrüman hakimiyeti, gerek dinlenilen ve öğrenilen yeni müzikler olsun, grubun müziğinin şekillenmesinde çok ciddi etkenler oldu. 7 sene içerisinde başımızdan geçen duygusal olaylardır, kayıplardır, kazançlardır, saymakla bitmez. Bir yandan da Berkay’la 2009’dan beri Dorock’ta sahne aldığımız ve cover çaldığımız Razor var, dolayısıyla da Razor’ın müzikal bakış açımıza ciddi etkileri var. Dediğim gibi tamamen bir geçmişle hesaplaşma ve günümüze uyarlama söz konusu. Kısacası, başlangıçla günümüz arasında dağlar, denizler hatta kıtalar kadar fark var.
Albüm kaydı nasıl ilerledi? Nerede, nasıl kaydedildi? İlerde de bu şekilde bir süreç izlemeyi mi düşünüyorsunuz?
Başer: Albümü yine Dorock’ta cuma günleri sahne alan SST’de ve cumartesileri Wall’da sahne alan 70’lik gruplarında gitar çalan Seltay Sobutay’ın evinde kaydettik. One With The Flames’te de konuk müzisyen olarak solo gitar çaldı bize ayrıca. Seltay benim çok eskiden tanıdığım bir arkadaşım. Onun çok uzun zamandır prodüksyon ile uğraştığını biliyordum. Çeşitli gruplara kaydettiği albümler, kendi çalışmaları hakkında bilgi sahibiydim. Ciddi bir albüm kaydının altından birlikte kalkabileceğimizi düşünerek Seltay’ı aradım. Kayıt sürecinde de oldukça rahat ve verimli çalıştık. Araya Gezi olayları girdiğinden dolayı, bir süre kayıda ara vermek zorunda kaldık ama neyse ki toparlamamız fazla zaman almadı. İkinci albümde CD satışlarımızdan ve benzeri kaynaklardan sağladığımız birikimimizle gerçek bir stüdyo kaydı yapmayı planlıyoruz ama mix ve mastering konusunda tekrardan Seltay’la çalışmayı düşünüyoruz.
“Destroying Atropolis” şarkı sözü anlamında konsept bir yapıda. Bu konseptten ve sizi bu konsepti yazmaya iten etkenlerden biraz bahseder misiniz?
Başer: ”Destroying Atropolis”, bir kıyamet sonrası hikayesi anlatıyor, bunu öteki dünya gibi doğaüstü öğelerle de süslüyor. Yer altında örgütleyip bir araya getirdiği halkı tarafından ihanete uğrayan bir liderin, ölüm esnasında insanlara gelen Masalcı adında bir melek ile aralarında oluşan bağdan yola çıkarak yaratılan bir destanımsı intikam hikayesi olarak özetleyebilirim. Neden konsept albüm yapmaya karar verdiğimi de şöyle anlatmaya çalışayım. Yazılan şarkılar, hayatımdaki belli dönemlere tekabül ediyor. Belli dönüm noktaları, alınan belli birtakım ciddi kararlar ve belli kayıplar yaşadım ve o dönemlerde bir sabah rüyamda gördüğüm ve tasarladığım Masalcı’nın, bir şekilde insanlara ulaşmasını istedim. Yazılan şarkılardaki gerçek duyguların, insanın belli dönemleriyle hesaplaşmalarının ve en sonunda o insanın başlangıçtan, günümüze geldiği noktadaki durumuna örnek olarak, anlatılan kurgusal hikayenin, müzikle bağdaştığını hissettim. Farklı tarzlarda şarkıların da belli bir konsept dahilinde bir bütünlük kazanacağını düşündüm. Bundan sonra da mümkün olduğunca ve elimden geldiğince sonraki albümlerde şarkı sözlerimin konsept yapıda olması gerektiğini düşünüyorum. İleride daha bütünlüklü ve daha başarılı konsept albümler hedefliyorum.
Kapak konusunda neler söylersiniz, kapaktaki muhabbet kuşunu andıran yaratık -en azından bize öyle geldi- tam olarak nedir ve neyi temsil ediyor?
Başer: SABHANKRA’dan Savaş Sungur’u tanır mısınız? O da ilk gördüğünde Pokemon demişti, muhabbet kuşu da güzel benzetme olmuş. Albüm kapağındaki yaratık aslında bir Anka kuşu, çizeri de basçımız Ozan Murat Özfen.
Ozan: Aslında kapaktaki kuş, FURTHERIAL’ın EXTINCTION olduğu zamandan (2010) kalma bir görsel. O sıralar albümden önce bir EP çıkartmayı planlamaktaydık. EP’nin ismi, şarkılarımızdan birinin ismi, Newborn olacaktı, bu yüzden kapak görselinin “yenideden doğuş”u simgelemesi gerektiğini düşündük ve yüzeyden kalkmakta olan bir Anka kuşu resmettik. Albümün konseptinin tasarlandığı süreçte bu hikayeyi çizgiroman şeklinde ete kemiğe büründürme düşüncemiz vardı ki bu hala var. Bu yüzden çizimi biraz daha çizgiroman diline yakın bir şekilde illüstre ettik. Yalnız Pokemon gerçekten güzel bir benzetme oldu o ayrı konu, muhabbet kuşunun da ondan geri kalır yanı yok. Kuş pokemonlara uyuz oluyorum o ayrı konu, özelliksiz hayvanlar. Hele pidgeot var, aynı jöle kafa.
Vokalist gitarist Başer albümde çok farklı vokal tarzlarının üstesinden başarıyla geliyor. Yırtıcı ve clean vokallerin yanı sıra, yüksek oktavlara da rahatça çıkabiliyor. Vokal konusundaki ilham kaynakları kimler, ders çalışır gibi dinlediği isimler var mı?
Başer: Takdirin için teşekkür ederim, ben çok farklı tarz metal müzik dinleyen biriyim. Tarzlara göre ilham aldığım solistler ise heavy metalde Matt Barlow ve Rob Halford olmuştur her zaman. Tekniğin yanı sıra büyülü ses tonlarının olduğunu düşünüyorum. Onun dışında death metal’de CANNIBAL CORPSE’un “The Bleeding” albümü zamanı ve SIX FEET UNDER’ın “The Haunted” dönemi Chris Barnes’ın vokali, ilk denemelerimde bana brutal vokali resmen öğretmiştir. SEPULTURA’nın “Roots” dönemi Max Cavalera’sı, az da olsa Phil Anselmo ve Rob Flynn, grunge’da ise Eddie Vedder ve Layne Staley ilham kaynaklarım arasındadır. Bunların yanı sıra dinleyip de hayran kaldığım tonla vokal var elbette ama genel anlamda vokal yapmayı Max Cavalera, Chris Barnes ve Matt Barlow’dan öğrendim.
Yeni şarkılar yazmaya başladınız mı? İkinci albüme dair oluşmaya başlayan fikirler var mı? Sizce FURTHERIAL’ın sound’u oturdu mu, yoksa ilerde değişik yönlere de kayabilir misiniz?
Başer: İkinci albümümüzün müzikal kısmı neredeyse bitti. Grubun ilk albümünün çıkmasına yakın aramıza dahil olan Bora’nın da epey şarkı yazımına katkısı var ikinci albümde. Bence genel bir müzikal yapı oluşuyor gibi. Karakteristik kazanmaya çalışıyoruz diyelim. Ama şimdiden söyleyeyim, muhtemel ikinci albümde, ilk albümden çok daha farklı bir hava var ve çok daha farklı tarzda şarkılar mevcut. Yani bence ikinci albümün sonrasında bir üçüncü albümde daha vücut bulmuş bir müzikal karakter yakalanabilir, bunun için de yelpazemizi mümkün mertebe geniş tutmaya çalışıyoruz.
Bora: Daha ilk albüm kaydına bile girmeden Başer’in elinde bir sürü yeni malzeme vardı zaten, hatta bu rifflerin havası farklı olduğu için onları ayrı bir proje mı yapsak diyordu. İlk albüme nazaran daha ağır ve hüzünlü şarkılar ortaya çıkacak gibi görünüyor. Benim yazım tarzımsa daha agresif, thrash metal tatlarında genelde, gruba girdim gireli Başer’den biraz melodiklik kaptım, enteresan bir şeyler çıktı, yeni albüme de bu yansıyacak herhalde, tarzı zaten anlatamıyorduk insanlara, ikincide hiç anlatamayacağız
Berkay: Tarz ya da sound konusunda Opeth ile ortak bır noktamızın olduğunu düşünüyorum. Bizde de albümler arası –çok derin olmasa da- farklar olacaktır. Çünkü hepimiz; sürekli farkı şeyler dinleyip, sürekli farklı şeyler üretmeye çalışan insanlarız. Bu da yaptığımız işe yansıyacaktır. Şunu da söylemeden edemeyeceğim, ikinci albüm için fazlasıyla hevesliyiz. Bir araya geldiğimizde konu sürekli “nasıl yapsak, nerde kaydetsek, ne ekipman kullansak” oluyor. Bütün enerjimizi gelecek albüme veriyoruz diyebilirim. Bence siz de hazırlıklı olun. :)
Konser konusunda bir hayli deneyimli insanlarsınız. Öncelikle FURTHERIAL’ın lansman konseri nasıl geçti, bunca emek verilen bir yaratımı insanlarla ilk kez paylaşmak nasıl bir duyguydu? Bundan sonra da olabildiği kadar çok konsere çıkmak mı istiyorsunuz yoksa seçici davranacak mısınız?
Başer: Valla ben çok heyecanlandım. Dorock sahnesinde yaşamadığım deneyim yok neredeyse, hatta FURTHERIAL konseri de oldu daha önce ama albüm lansman konseri, gerçekten beni bile aşan bir deneyimmiş. Sürekli ağzım kurudu heyecandan, sahneden insanlara bir şeyler söyleyecekken dilim tutuldu… Bunlar benim ilk sahneye çıktığım zamanlarda bile yaşamadığım şeylerdi. Çok enteresandı gerçekten. Bir de izleyicilerin şarkılara eşlik etmesi gerçekten hepimizi dumur etti. Şahsen ben, seyircinin headbang yapmasını bile beklemiyordum. Süper bir duyguydu. Bundan sonraki konserler için ise, ne kadar heyecanımız taze de olsa elbette seçici davranacağız çünkü öteki türlüsünü geçmişte çok yaşadık. Sıkıntılarını çektik ve artık en azından bir şekilde insanlara bir albüm sunmuş bir grubuz ve rezillik çekeceğimiz organizasyonlara çıkmaktansa, daha iyi organize edilmiş etkinliklerde yer almanın hepimize daha çok faydası olacağını düşünüyorum.
Ozan: Sahne deneyimim olmasına karşın sanki ilk defa sahne alıyormuşum gibi heyecanlıydım. Şahsen bu kadar güzel bir kalabalık beklemiyordum. EXTINCTION zamanlarımızda, bir konserde beste çalacağımız zaman seyircilerin sigara içmeye çıktığı geceyi anımsıyorum, oysa lansman konserinde insanlar şarkılara eşlik ediyor, kafa sallıyor, albümden şarkı istiyorlardı. Albümümüzü dinlemişlerdi, geçmişle kıyasladığımda inanılmaz geliyor. Özellikle hangisi olduğunu hatırlamadığım bir şarkının, sakin bölümünü çalarken, bizim seyirciyi coşturmamız gereken yerde seyircinin kendi kendine alkışla ritim tuttuğunu gördüğümde adeta donakaldım, tarifsiz bir sahneydi. Her birine, bu harika gecede bizi tamamladığı için teşekkür etmek isterim. Diyeceğim odur ki, kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar muhteşem bir konserdi. Bu albüm bizim için bir dönüm noktası oldu, buraya gelene kadar yetersiz organizasyonlar yüzünden çok mağduriyet yaşadık. Başer’in de söylediği gibi, artık daha seçici davranacağız.
Bora: Valla keşke seçici olunabilecek kadar çok organizasyon olsa. İstanbul’da bile metal konseri verilebilecek yer sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor artık. Herhalde yapılabilecek en iyi şey yazın festivallere gelen büyük grupların önünde sahne almaya çalışmak, o da kolay iş değil tabii ama artık en azından albümlü grup olduğumuz için biraz daha ciddiye alınırız diye düşünüyorum, göreceğiz.
Berkay: Lansmanı şöyle özetleyebilirim: Better than sex. Tanımadığım insanların bizim ürettiğimiz şeylere eşlik etmesi… Bilmiyorum, bir müzisyen için daha önemli bir şey var mıdır hayatta…
Gruptaki 2 kişi uzun zamandır Dorock’ta RAZOR’la birlikte de çalıyor. RAZOR’la neler yaptığınızdan ve gelecek planlarından bahseder misiniz?
Başer: RAZOR, 2008’den bu yana aktif olan bir grup. Her tür sahnede yer almış bir grup ve sahne tecrübemi tamamen RAZOR’a borçluyum. RAZOR’la yalnızca cover çalıyoruz. Ağırlıklı 90’lar konseptiyle Çarşamba ve kan çıkaran metalden, heavy metale, thrash metalden endüstriyele, çalabileceğimizi düşündüğümüz her tarzdan metal konseptiyle Cumartesi günleri olmak üzere haftanın iki günü Dorock’tayız ve orada 5 yılı aşkın bir süredir çalıyoruz. Elimizden geldiğince çok fazla çeşitli gruplardan şarkılar çalmaya ve repertuarımızı sürekli genişletmeye özen gösteriyoruz. Bora da yaklaşık iki sene haftaiçi programlarında bizimle çaldı, tanışıklığımız ve birlikte çalışma kararımız oradan geliyor. Ozan zaten RAZOR’ın eski basçısıydı. RAZOR’dan Barış, biz EXTINCTION iken ilk zamanlar çok kısa bir süre bizimle çaldı. Yetkin, 4 sene FURTHERIAL’da gitarist olarak yer aldı. Karmakarışık durumlar yani… RAZOR’ın görünürde bir albüm planı yok. Bizim mesleğimiz RAZOR ve müziği, sahneyi bize öğreten, izleyici bakımından çok fazla insana ulaşmamızı sağlayan grubumuz. O grupla elimizden geldiğince iyi müzik icra etmeye çalışıyoruz ve RAZOR sayesinde sahneden soğumamış oluyoruz. Bu da bir müzisyen için en önemli faktör tabii ki.
Berkay: Eğer ben şu an bu röportajı FURTHERIAL davulcusu olarak yapıyorsam, bunu sadece RAZOR’a borçluyum. RAZOR konusunda da hiç mütevazi olmayacağım. Başladığımız ilk günden bu yana geri gitmeyi bırkın, duraklamadık bile. Sürekli geliştik, yeni şeyler çaldık, enerjimiz yüksek tuttuk. Gezegende, RAZOR’un yaptığı işi daha iyi yapabilecek bir oluşum var mıdır bilmiyorum. Bu kadar da güveniyorum grubuma.
Her ne kadar bu tabir kullanıldığında birçok insan “öyle bir şey var mı?” diye sorsa da, Türk metal piyasası hakkında ne düşünüyorsunuz? Son yıllarda artan gruplar sizce ülkemiz metali adına olumlu adımlar atıyorlar mı yoksa hâlâ yerimizde mi sayıyoruz?
Başer: Türkiye’de bir metal piyasası var ama Türkiye, hem yüzölçümü; hem de nüfusu açısından çok büyük bir ülke ve ülkemizin neredeyse her yerinde bu müziği icra edebilmek için gerekli sahneye, mekana, ekipmana, birlikte müzik yapacak elemana, gruplara albüm yapacak şirkete, gruplara iğrenç muameleler yapmayacak organizatörlere, imece usulü, baştan savma yapılmayan organizasyonlara ve sizi destekleyecek kurumlara rastlamak neredeyse imkansız. Koskoca İstanbul’da bile metal müzik icra edebileceğiniz bir tek Dorock kaldı. Onun dışında hiçbir şekilde, adam akıllı organizasyon yapma şansı yok. Ama bir yandan çok fazla grup var. Çalacak yer yok neredeyse. Bir de çok fazla dağınık buradaki metal sahnesi. Küçük gruplar halinde bir sürü müzisyen ve grup var, onların da birbirleriyle iletişimleri çok kuvvetli denemez. Herkes elinden geleni yapmaya çalışıyor ama maalesef bu işi bir Türk metal piyasası konumuna getirecek, bütünleştirici bir etken yok. Onun dışında, bir grubun soundunu tam anlamıyla oturtabilmesi için en az 3-4 albüm yapması gerekiyor bence. O kadar uzun süre müzik yapmaya devam edebilmiş grup çok az, hatta neredeyse yok maalesef. Dinleyicimize gelince, tabii ki genel anlamda acımasız ve egosu yüksek bir dinleyici kitlemiz var, bu anlamda da zor bir sahne buradaki metal sahnesi. Bundan 3 sene önce, Türk metal müzisyenleriyle ilgili fikrim sorulduğunda, müzisyenlerin, yaptıkları müziği hakkını vererek yapamadıklarını söylerdim ki bu doğrultuda olan çok fazla müzisyen de mevcut. Ama şu anda böyle bir ithamda bulunmak da yanlış geliyor bana. Tüm kabahat, tek bir yerde değil, birçok yere dağılmış durumda ve insanları yönlendirebilmek gerçekten ömür törpüleyecek zorlukta. Ki düşünün, bu ülkede, bu müziği dinleyen ne kadar insan var ve ne kadarı bir şeyler üretenleri destekliyor, üretenler ne kadar insana ulaşabiliyor, bunlar bile başlı başına sorunlar listesinde. Fedakârlıklar olmadan, bedel ödemeden hiç kimse ideallerine ulaşamıyor zaten tüm dünyada. Burada belki de gerektiğinden çok daha fazla bedel ödüyoruz.
Bora: Sadece metal değil, genel olarak müzik piyasası da çok parlak değil bence. Taksim’de metal çalacak yer kalmadı, ama düşününce, metal dışı kaliteli müzik yapan yer de çok kalmadı, olanlar da pek iş yapamıyor. Genel bir algı sıkıntısı, memleketin durumuyla, politik, ekonomik durumuyla çok yakından ilgili bana göre. Bunun dışında, Başer’in söylediklerine ek olarak, benim yıllardır düşündüğüm bir şey var, PENTAGRAM’dan beri bir ‘bayrak’ grup yok ülkede. Ulaşılabilir ancak kaliteli müzik yapan, metale olan genel algıyı etkileyebilecek, ülkedeki herkesin müziğini dinlemese bile iyi kötü hakkında fikir sahibi olduğu bir grup lazım. Bizim nesil gruplar genelde ekstrem metal civarında geziniyor, onun da zaten kendi altında onbin çeşit tarzı var, bir bütünlük, çatı ‘scene’ oluşamıyor yani. Mesela bir organizasyon yapınca, herhangi 3 metal grubunu bir araya getirip sahneye çıkaramıyorsunuz, hepsi death metal olacak ya da hepsi thrash olacak vs. Böyle olunca da zaten az olan kitle iyice bölünüyor, organizasyon yapacak insan için de , müzisyen için de kitle azaldığı için büyük kaliteli bir organizasyona kalkışmak pek mantıklı olamıyor.
Ülkemizdeki metal basını hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce dinleyicileri yönlendirecek gerekli riskleri alıyorlar mı, yoksa tutan/satan neyse onun peşinden mi gidiyorlar?
Başer: Sizin sitenizi hemen hemen her gün takip ediyorum, gerçekten güzel işler yapıyorsunuz. Metal müzik, günümüzde artık o kadar fazla çeşitlendi ki, her şeyden metal müzik üretilebiliyor. Tarzlar çok fazla dallanıp budaklanıyor, underground gruplar artık su yüzüne çıkmaya başlıyor. Bu da insanların takip mekanizmasını bir yerde kırabiliyor. Bu noktada metal basını olarak nitelendirebileceğimiz web zine’lar ise insanlara her zaman bir şeyleri ulaştırmakta daha fazla rol oynayabilirken fanzinler, dergiler artık tarih oldu gibi bence. İnsanlar artık daha az merak edip, daha az takip ediyor, takip ettiği kadarını da, internet gibi kolay ulaşılabilir yerlerden takip ediyor gibi görüyorum. Türk metal piyasası konusunda bahsettiklerim aslında burada da büyük ölçüde geçerli. Çok geniş bir nüfusun içinde ufacık bir kitleyiz metal dinleyicileri ve müzisyenleri olarak, bir de üstüne üstlük maalesef birbirimize çok uzağız.
Taksim’de çalışan insanlar olarak, Gezi olayları sırasında ciddi sıkıntılar çeken grup üyeleri olduğunu biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Bu olaylar sizi hem birey, hem de müzisyen olarak nasıl değiştirdi?
Başer: Geçenlerde yaşadıklarımızı, sitenizde bir başlık altında uzun uzadıya yazmıştım. Tekrar aynı konuları yaşamamak adına özet geçmek istiyorum. Şunu gördüm; ülkede bir takım insanlar ne uğruna savaş verirse versin, büyük güç gelip, bir şekilde onların tüm uğraşlarının altını üstüne getiriyor. Bir günde bütün hayatınız değişebiliyor. Gezi, insanların başkaldırması anlamında ilk etapta bizi çok heyecanlandırdı fakat işin içinde yer alan insanlar olarak hepimiz birebir Taksim’de neler yaşandığına tanık olduk. Müzikal anlamda şahsen etkilendim diyemem ama fikir bazında acıya ve nefrete belki de hiç yaklaşmadığım kadar yaklaştım. Bir dönem tüm ümitlerimin boşuna olduğunu düşünür gibi olsam da, ne olursa olsun zorlaya zorlaya devam etmek gerektiğine karar kıldım. Büyük kayıplar yaşamadık belki, belki sevdiklerimizi kaybetmedik ama eşiğine geldik. Beni çok değiştirdiğini söyleyemem, öncesinde de elindekinin kıymetini bilen bir insandım, sadece hedeflediklerime ve sevdiklerime daha sıkı sarıldım diyebilirim.
Bora: Taksim üzerinde zaten yıllardır inanılmaz bir baskı var. Sigara yasakları, masa sandalye yasakları, alkol üzerindeki vergilerin sürekli artması derken bir sürü bar ya kapandı ya da eski işinin çeyreğini anca yapar hale geldi. En son Gezi eylemleri de son darbeyi vurdu tabii. İnsanlar pek farketmiyor benim gördüğüm kadarıyla ama, geçen yaz çok fazla mekan kapandı. Yerlerine de aynı tarz yerler açılamıyor, alkol ruhsatıydı falan derken bin türlü sıkıntı çıkarılıyor insanın karşısına. 5 sene önceki Taksim’le şu anki Taksim’in arasında inanılmaz bir fark var, sokaklar içen eğlenen insanlarla doluyken, o masaların yerinde arabalar parkediyor artık, arka sokaklar iyice tekinsiz, boş hale geldi. Yeni açılan mekanlar da genellikle ortadoğulu turistlere hizmet veren oteller ve onlar alışveriş yapsın diye pahalı dükkanlar ile AVM’ler. Taksim’in genel insan profili değişiyor yani, ülkenin kültür merkezi olmaktan çıkıp, ihtal mal pazarına dönüyor. Üretime dair hiçbir yenilik yok, sürekli geri adım var, ülkenin geri kalanında da olduğu gibi. Gezi süreci de çok güzel başlayıp sonra sadece ‘Taksim sokaklarında cumartesi günleri sabaha kadar polisle kovalamaca oynamak’ durumunda sıkışıp kalınca, Taksim’in çöküşüne katkıda bulunmuş oldu bir yerde. Elbette bunun asıl suçlusu polisti, kaç defa Dorock’ta durup duruken mermi yedik, akrep sabah 3′te ortada hiçbir şey yokken sokakta sorti yapıp oyun oynar gibi taradı, barın içine gaz attı, gün doğana kadar Taksim’deki stüdyomuzda mahsur kaldık. Ancak birçok defa da yine hiçbir şey yokken bir anda polislere kafam kadar taş fırlatıp sonra ortadan toz olan insanlar da gördüm. Başta sivil mi acaba diyorduk ama internette, etkinlik çağrılarında biraz muhabbet edince, sivil de olmasına gerek olmadığını anladık. Çok uzun cevap oldu, zaten buraya sığdırılabilecek bir konu değil de, kısaca asıl işe yarayacak sonuç olan “siyasi bir alternatif üretme”yi beceremediğimiz için (ya da yaptırmadıkları da denebilir), süreç sokak eyleminde sıkıştı kaldı, olan da polis eliyle hayatını kaybeden, yaralanan, sakat kalan insanlara oldu.
Ozan: Şahsen herhangi bir bar grubunda yer almadığım için, sahne alan grup elemanları gibi sıkıntılarım olmadı. Gezi olayları süresince, çoğumuzun aynı durumu paylaştığına inandığım, “aklını Gezi’den başka hiçbir şeye verememe” sebebi yüzünden gitarıma 1 ay boyunca elimi bile süremedim, dolayısı ile bu, o dönemdeki enstrüman hakimiyetimi oldukça geriletti. Bunun yanı sıra olayların başlaması, kayıt aşamasının da yarıda kesilmesine sebep oldu, dolayısı ile albüm çıkış tarihini ertelemek zorunda kaldık. Bu durumla ilgili bir pişmanlığımız söz konusu değil, aksine hiçbir şey yokmuş gibi devam etseydik bu durum bize manevi olarak daha çok zarar verirdi. Birey olarak nasıl değiştirdiği konusunda söyleyecek çok fazla sözüm olmasına rağmen, değinmek bile istemiyorum. Sadece; Gezi olaylarının, bünyeme umuttan ziyade nefret kattığını söyleyebilirim.
Berkay: Bana; iki taraftaki zeka farkının sanıldığı gibi olmadığını, hatta arada bir fark bile olmadığını gösterdiği için hafta sonu eylemcilerine sonsuz teşekkürlerimi sunar, gelecekteki eylemlerinde başarılar dilerim. Özellikle, ülkemizin Y kromozomuna sahip bireylerinde görülen kronik bir hastalık olan, “her mevzuyu, karşı cinsi etkilemek için bir araç olarak görme” hastalığı yüzünden, Gezi dediğimiz o muhteşem şeyin dönüştüğü rezil durumdan nefret ettiğimi, ve bu düşüncemde de yalnız olmadığımı belirtmek isterim. Konu çok uzun, biz de çok doluyuz. Müzik konuşalım en iyisi…
Başer: Aslında o zamanlarda da, her zaman da vurgulamak istediğimiz nokta, insanların her konuda olması gerektiği gibi, bu gibi ciddi eylemleri de bilinçli bir şekilde yapması gerektiğiydi. Bilinç ve bütünlük kaybolunca kişinin hem kendisi, hem de tüm çevresi direkt ya da dolaylı olarak ciddi zararlar görüyor.
Son dönemde dinleyip de en çok etkilendiğiniz yeni gruplar kimler? “Şu grup ilerde çok daha büyük olacak” diyebileceğiniz isimler var mı?
Başer: Tam anlamıyla bir GOJIRA hayranıyım. Geçmişten bir OPETH hayranıyım. Geçen senem MOONSORROW ve ENSLAVED dinleyerek geçti. Şu ara yeni keşfettiğim ve şahane keyif aldığım Fortid var. Bir de bolcana DISSECTION dinliyorum. İleride daha da büyüyeceğini ümit ettiğim bir SYLOSIS vardı, albüm şarkılarını yazmayı bitirmiş olduğum bir dönemimde karşıma çıktılar, benzer hissiyatlara sahip olduğumuzdan dolayı onları hemen benimsedim fakat ne zamandır ses seda çıkmıyor onlardan. Bir de LEPROUS’tan epey ümitliyim ama saydığım iki grup da mainstream sahneye elverişli müzikler yapmıyorlar. Son birkaç yıldır mainstream piyasada GHOST ve VOLBEAT inanılmaz kitlelere ulaştı ama sanırım çok uzun ömürlü olamayabilirler.
Bora: GOJIRA elbette, SYLOSIS’i de bana Başer dinletmişti zaten, o zamandan beri dinliyor ve çalmaya çalışıyorum (çalamıyorum). Son zamanlarda WARBRINGER bayağı dinlemeye başladım. HAVOK da öyle. Ama benim yeni nesilden favorim REVOCATION. Adamlar ilerde çok daha iyi yerlere gelecek bence, çünkü hem çok çalışkanlar, sürekli yeni albüm, EP, klip bir şeyler çıkarıyorlar ortaya, hem de gitgide şarkı yazımında ilerliyor Dave Davidson. Hem teknik, enteresan öğeler barındıran, hem de düz kafa sallatan şarkılar yazmayı beceriyor adam. Bir de çok da yeni sayılmaz artık ama MASTODON da git gide büyüyecek gibi, çok ayrı bir tarz ama yine de “şarkı” yazıyorlar. Beni en çok etkileyen de bu genelde, RUSH da öyledir, dinlerken düz bir şarkıymış gibi hissettirir ama oturup çıkarmaya çalışınca “bu neymiş lan?” dedirtir.
Ozan: Şu sıralar, yakın zamanda keşfettiğim NEKROGOBLIKON’u yakınen takip etmekteyim. WATAIN’i pek severim, ROTTING CHRIST’a karşı boş değilim. GILGAMESH adında yeni sayılabilecek bir blackened death grubu olarak takip ettiklerim arasında, bir yerlere gelebileceklerine inanıyorum. Bornholm yine keyif alarak dinlediklerim arasında. Büyük bir EMPYRIUM hayranıyım. Yabancı gruplar söz konusu olduğunda yeni gruplardan pek söz edemiyorum. Bizim yeni keşfettiğimiz gruplar, bilinirliği kazanana dek zaten birkaç sene geçirmiş oluyorlar. GOJIRA bunun için güzel bir örnek, son iki, üç yıldır ülkemizde popüler olmalarına karşın neredeyse 20 yıllık bir geçmişleri mevcut. Yerli metal gruplarından saymak istiyorum ama aklıma hangisi gelse ya “aktif değil”, ya da “dağıldı” deyip yazmaktan vazgeçiyorum ki oldukça üzücü bir durum. BAHT bir yerlere gelmesini arzuladığım gruplar içerisinde. MEKANİK’in Türkçe sözlü metal yapması, Türkiye içerisinde metal müziğin ilgi çekmesi açısından etki yaratacaktır, belli konularda değişiklik yapabilecek güçte bir grup. WARRING’in beste çalışmaları içerisinde olduğunu es geçmek istemiyorum, albümlerini beklemekteyim. Çanakkale’de dinleme fırsatı edindiğim, İzmirli genç arkadaşlardan oluşan ROTTEN RULES umut verici.
Berkay: GOJIRA dini mensubuyum. Balinalara taparım. Onun dışında sevgili Gizem’im kafama vura vura LEPROUS sevdirdi bana, minnettarım. Hangi grup ilerde patlaaaaaar… FURTHERIAL desem? :)
Bu da geleneksel sorumuz; anasayfaya koymamız için bize bu röportajın manşetini söyler misiniz?
Başer: Ben “Masalcı’nın Hikâyesi” diye düşündüm ilk ama bence Bora bulsun. En olmadı “Slogan Bulamadım” diyelim.
Bora: Ay ben beceremem.
Ozan: Pokemon kelimesini kafamdan atamıyorum, bari “Seni seçtim FURTHERIAL” olsun. :)
Başer: Bence pokemonlu olan başlık olmasın. :)
Sorularımız bu kadardı, albüm için tekrardan tebrikler, her konuda bol şans dileriz. Son sözleriniz varsa alabiliriz.
Başer: Çok teşekkürler, umarım daha nice albümler ve röportajlarda bir araya geliriz. Hatta umarım yakın bir zamanda THROWN TO THE SUN ile birlikte şehir dışı konserine gideriz.
Ozan: Öncelikle size ve desteğini esirgemeyen herkese sonsuz teşekkürler. Birbirinden güzel albümler ve konserlerle geleceğiz.
Kendinize iyi bakın.
Ozan: Siz de kendinize iyi bakın.
Röportaj
Ahmet Saraçoğlu
“Özellikle, ülkemizin Y kromozomuna sahip bireylerinde görülen kronik bir hastalık olan, “her mevzuyu, karşı cinsi etkilemek için bir araç olarak görme” hastalığı”
Mevzubahis pokemon: http://fc06.deviantart.net/fs70/i/2010/343/9/6/articuno_by_crayon_chewer-d34j8d4.png
Bir de şu jöleli Pidgeot esprisine çok güldüm :)
…
Röportaj beklediğimden kat kat doyurucu olmuş ve evet, Pentagram bile ülkede 4 şehirde konser verebiliyorsa oturup düşünmemiz lazım.
Rock’n'Roll olsun, psychodelic olsun, bunlar bizim kökenimizden ve kültürümüzden çıkan şeyler değiller. Ülkede geniş kitlelere yayılabilen, aynı zamanda Batı müziğine uyumlu tek bir tarz vardı: Anadolu Rock. Erkin Koray, Barış Manço vs. bu sebepten ötürü adlarını yaşatmıyotlar mı? Pentagram “Anatolia” albümü ile metalci kitlenin dışından insanlara seslenmedi mi? Belki çok bariz ve eksik örnekler verdim, ama az çok derdimi anlamışsınızdır.
Bayrak grup çıkacaksa mutlaka metalci çemberinin dışındaki insanlara hitap edebilecek grupların çıkması şart, değilse bile gerekli.
Gerek ülkedeki büyük görünen güç, ortadoğu etkileşimli sanat anlayışımız (arabesk) ve kökenimizden kopukluğumuz ülke içinde şu iki türü ortaya doğurdu: Oryantal Pop ve bizim ağlak-melankolik rock gruplarımız.
Bugünün gençlerinin yaşadığı duygusal ve düşünsel süreç ne yazık ki metal müzik istatistiklerimizi olumsuz etkiliyorlar ve sebepleri de yukarıdaki paragraf. Bunu Murat Boz, Seksendört ve Whisky röportaj ve yorumlarında dile getiriyorlar.
Yaşıtlarımdan birisi çıkıp “ben Kronik, Metalium dinliyorum” dese düşüp bayılacağım.
Furtherial’ı duymuştum, şu röpörtajla daha da yakınlaştım, ısındım. Ama kesinlikle kapak tasarımı olayını gözden geçirmeliler. Okuduğum en zevkli röpörtajlardan biriydi bu arada.
Fortid dinleyen adami ben de severim. Guzel röportaj olmus, grubu daha önce duydum ama hic dinlememistim. Bir dinlemek lazim artik.
sakal metal candır,
Çokzel röportaj olmuş. Bora arkadaşın bir “scene” oluşamaması konusunda dediği şeyler özellikle çok doğru. Bi de yaşadığım şehirde Leprous dinleniyor olması da çok hoşuma gidiyor.
Ayrıca şu lansman konserine gidemediğim için çok üzülüyorum cidden, azman bi deneyim olacakmış benim için. Neyse sağlık olsun, ikinci albüme yetişiriz haha.
grubun sound feci şekilde sylosis’e benziyor, taklit demiyorum tabi sadece etkilenme var gibi geldi
15.02.2014
@crowkiller, Hocam merhaba, etkilenme malesef yok, çünkü Sylosis’i keşfedip, dinlemeye başladığım dönem, albümün tüm şarkılarını çoktan bitirmiştim. Sonrasında da çok fazla sevdim grubu ki, müzikal anlamda yakınlık duyduğumdan ötürü olduğunu düşünüyorum. O dönemlerde çok fazla Opeth ve Lamb Of God dinledim, aslında albümdeki etkilenimler, ağırlıklı olarak bu gruplardan. Şarkıların yazımı olarak da röportajda belirttiğim gibi uzun seneler var, kafalar çok farklı yerlere gideibliyor. Umarım açıklayıcı olmuşumdur, çünkü sound için Sylosis’e benziyor denmesi kötü bir şey olmamakla birlikte bir yanlış anlaşılma. :)
15.02.2014
@Başer Çelebi, sadece gitar tonu olarak benzettim, başka bir yönden pek benzemiyor tabi,bu yanlış anlaşılmanın sebebi albümden sadece 1-2 şarkı dinlemiş olmam olabilir :)
16.02.2014
@crowkiller, O zaman bu da demek oluyor ki, güzel gitar tonu yapmışlar bize. :)
uzun ve detaylı bir röportaj olmuş teşekkürler
İleri de daha büyük organizasyonlarda görmek istediğim gruptur Furtherial. İlk albümü iple çekiyordum, şimdi ikinci albüm için ”umarım tez zamanda gelir” diye söyleniyorum. Başarılarının da devamını dilerim Furtherial. Yaşadaığım şehirden ve ülkeden, böyle bir grup ve kaliteli müziği bize tattırdığınız için sağolun varolun.