Bu hafta İsveç’in gizli kalmış cevherlerinden, death metal grubu THE FORSAKEN’a gidiyor ve kariyerlerine uzun bir ara veren grupla, hem bugünü, hem de 10 küsür yıl öncesini konuşuyoruz. Sorularını Ağustos ayında yolladığımız röportajı Aralık’ın başlarında gönderebilen grup, mahcubiyetten olsa gerek, verebilecekleri en iyi röportajı vermeye çalışmış. Cevapların uzunluğunu gördüğünüzde hak vereceğinizi düşünüyoruz. Death metalin pek çok farklı unsurunu müziklerinde barındıran THE FORSAKEN, sizin için keşfedilmeyi bekleyen bir hazine olabilir diyor, röportajdaki şarkılara göz atmanızı öneriyor ve röportaja geçiyoruz.
Selam Alf, umarım o taraflarda her şey yolundadır. “Beyond Redemption” çıkalı 1,5 seneden fazla oldu. Albüm hakkında neler söyleyebilirsin? Gelen tepkiler nasıldı?
Selamlar. “Beyond Redemption”, yayınladığımız her şeyden oldukça farklı bir albüm. Şarkı yazım sürecine, önceki albümlere göre çok daha bilinçli yaklaştık. Önceki albümlerde işler daha pratiğe dayalı ve kaotik bir süreçle ilerliyordu. Bu sefer şarkıların demolarını ve ön kayıtlarını kaydetme şansımız oldu ve bu bize son düzenlemeleri yapmadan dahi albümün kulağa nasıl geleceğini bilme fırsatı verdi. “Traces of the Past”te stüdyoya girmeden önce birçok şarkının sözleri dahi hazır değildi; dolayısıyla bu sefer çok daha az sayıda sürpriz yaşadık. Ek olarak, aktif olmadığımız zamanlarda farklı türlerde müzikler çalarak beste yapma ve düzenleme konusunda da birkaç yeni şey öğrendiğimizi, en azından benim öğrendiğimi, söyleyebilirim. Albümün yazım ve kayıt aşamasına bakışınızın değişmesi oldukça ilginç bir süreç aslında. İlk olarak şarkılar şekillenmeye başladıkça heves ve coşku duymaya başlıyorsunuz. Her şarkı taze geliyor ve parçaların ilk hallerini ve demoları duyunca içten gelen bir heyecan duygusu kaplıyor insanı. Şarkılar bu süreçte halen birer hamur gibiler, onları daha ilginç kılmak için her şeyi yapabilir veya bir kenara atıp diğer şarkılar için rif toplayabilirsiniz. Kullanılmayan yüzlerce eski rifimiz olmalı. Bulduğumuz her rifi prova odasındaki eski bir kayıt cihazıyla kaydederdik. Sonrasında, tüm üyelerin katkılarını yapmasıyla her şeyin bir araya geldiği kayıt aşaması gelir. Malesef kayıt heyecanlı olduğu ölçüde yorucu da. Uzun saatler boyunca kayıt yapmak ve materyali çok ayrıntılı dinlemek, odaklanmayı zorlaştırıyor. Bu sefer tüm kayıt işlerini kendimiz yaptık. Bu durumun çok fazla avantajı var, ancak ortada ikinci bir fikir önerebilecek, her performans için yüksek bir standart tutturabilecek bir prodüktör veya ses mühendisi olması her zaman çok iyidir. Saat gece yarısını çoktan geçtiyse ve son 15 saatinizi stüdyoda geçirdiyseniz, ’’iyi’’ bir sonuç elde edebilmek, ’’fantastik’’ bir sonuç kovalamaktan daha cazip geliyor ve bu, bitmiş albümü her dinlediğinizde size pişmanlık veren bir durum oluyor. Kayıtlar bittikten sonra miks faslına geçiyorsun. Miks işi grupların omzundan kalktığından beri gerçekten müthiş bir rahatlama söz konusu. O evrede şarkıları dinlemekten tiksiniyorsunuz ve yeni materyale olan inancınızı kaybediyorsunuz. Miksleri ve bir araya gelişlerini dinlemenin keyifli oluşuna rağmen, her şeyi ses mühendisine yıkıp gitmek çok daha cazip geliyor. Miks işlemleri, grubun kendi başına halletmiyor olduğu tek şey. Kayıtlı materyali Fascination Street’deki André Alvinzi’ye yolladık ve tüm iletişimi internetten sağladık. Miks sırasında onunla oturma imkanımız olsaydı muhtemelen bir şekilde daha kolay olurdu, ancak uzak mesafelerden birlikte çalışmak da çok büyük bir zorluk yaratmadı ve sonuç itibariyle,çok sağlam bir sound’a sahip yeni albümümüzü elde ettik. Bu etapta albümün bir saniyesini bile dinlemeye kalkmadım ve bu, miks aşamasının sonucunu değerlendirmeye başlayabilecek olduğum zamana dek, bir kaç ay kadar sürdü. Bugün, albümden neredeyse 2 sene sonra, sonuçtan hâlâ çok memnunum. Elbette bazı enstrümanlarda bir tutam hata keşfettim ve bazı şarkıların farklı düzenlemelerle nasıl daha iyi olabileceği hakkında yeni fikirler edindim. Ama sonuç olarak albümü sevdim. Şimdiye kadar yayınladıklarımızın en iyisi olduğunu düşünüyorum. Aldığımız tepkiler gerçekten çok güzel oldu. En başında bu konuda bazı kaygılarımız vardı. Öncelikle son albümümüzdekinden çok daha farklı bir görüntü ve sound’a sahip. Standartlar çok değişti. Her zaman için neyle karşılaştırıldığına, özellikle de çok farklı zamanlar ve zihinsel durumlardayken yarattığın eski materyallerinle karşılaştırıldığına aldırmaksızın, kulağa güzel gelen müzik yaratma yeteneğin hakkında kafa yoruyorsun. Sonuçta ’’Beyond Redemption’’ tüm dünyada yayınlandı ve metal dünyasından iyi geri dönüşler aldı. İlgisiz veya beğenmeden yazılmış bazı incelemelerden kaçınmak imkânsız ancak şimdiye dek kimse sound’un bok gibi olduğundan da bahsetmedi. Bu hep iyiye işarettir.
Üç yılda üç albüm çıkardınız ve ardından dördüncü albüm için tam dokuz yıl beklediniz. Bu dokuz yıllık aranın sebebi neydi? 2000′lerin başlarında, theforsaken.net’i neredeyse her gün kontrol ettim. Neden bu kadar beklediniz?
Grup o 9 sene boyunca hiç dağılmadı, ama birkaç kez kıyısından döndük. Bu kadar uzun süre pasif kalmamızı tek bir nedene indirgemek zor. Doğrusu, birden fazla olayın kombinasyonu THE FORSAKEN’ın aksamasına yol açtı. Öncelikle, ben okumak için şehir dışına taşındım. Bu da önceden olduğu gibi beraber şarkı yazamayacağımız ve çalışamayacağımız anlamına geliyordu. Şarkı yazımı her zaman stüdyoda işbirliği ile ilerleyen bir süreçti ve bir türlü o hissi tekrar elde edemedik. Yazdığımız şarkılar kendimiz için koyduğumuz standartların altındaydı ve bu bizim baya moralimizi bozdu. Bütün bunların üstüne Century Media büyük ihtimalle dördüncü albümümüzü yayınlamayacaklarını duyurdu. Eskiden bizi şarkı yazmaya iten ana etken şirketin bizim için koyduğu son teslim tarihleriydi. Üzerimizde öyle bir baskı olmayınca günlük işler, aileler ve video oyunları gruptan daha öncelikli hale geldi.
İlk üç albümde Century Media ile çalışmıştınız ve şimdi Massacre ile birliktesiniz. 9 yıllık bir aranın ardından Massacre ile anlaşma süreciniz kolay geçti mi?
Piyasadan 9 yıl uzak kalmak neredeyse sonsuz bir süre gibi aslında ve tekrar yeni bir anlaşma için araştırma yapmaya başladığımızda gördük ki, yeniden hiç tanınmayan, piyasaya yeni atılan bir grup gibiydik. Bu nedenle büyük firmalardan biriyle anlaşabilmek imkânsızdı. Sadece bilinmeyen bir grup haline dönmemiz değil, müzik piyasasındaki değişim ve şirketlerin neredeyse 10 yıldır piyasadan uzak kalmış bir gruba para yatırmak konusundaki isteksizliği de bir etkendi. Aslına bakarsan ismimizi değiştirip baştan başlayarak olaya taze bir hava katma fikrini bile düşündük. Nihayetinde bu fikirden vazgeçip elimizdeki şeylerle hareket etmeye karar verdik. Massacre bize en iyi anlaşmayı sundu ve 2011’in ortalarında onların çatısı altına girdik.
Yeni albümdeki şarkılar uzun zaman önce mi yazıldı yoksa hep yeni şarkılar mı? Yeni değilse, bir sonraki albümdeki şarkılar yine “Beyond Redemption”dakilere benzer mi olacak? Ve bir sonraki albüm demişken, yakında yeni bir albüm yayınlamayı düşünüyor musunuz, yoksa biraz beklememiz mi gerekecek?
Albümdeki en eski şarkı 2005 yılında demo olarak kaydedilen “As We Burn”. YouTube’un yeterince garip köşelerine girerseniz sanırım eski halini oralarda bir yerde bulabilirsiniz. Biraz melodik thrash’si bir yapısı olduğu için diğerlerinden farklı bir havası var sanırım bu şarkının. Neredeyse albüme koymuyorduk, ama sonunda albümde yer bulmayı hakeden, güzel bir şarkı olduğuna karar verdik. “There is No God”, “Blessed with Wrath” gibi bazı şarkılar 2008’te yazılmıştı. Kulağımıza “doğru” gelen şarkılar yazmaya o zamanlarda başladık diyebilirim; ya da belki kulağa istediğimiz gibi gelen. Materyalin çoğu 2010 yılı ile, albümün kayıtlarının başlamasına yalnızca günler kala arasında yazıldı. 2011’in ilerleyen vakitlerinde yazılan “No Dawn Awaits”, “Reap as We Have Sown”, “Beyond Redemption” ve “Force Fed Repentance” albümdeki en yeni şarkılar. Sonuncusunun yazımı, kayıtlar sona ermeden bir hafta önce bitti. Bir sonraki albüm için rifler yazmaya ve fikirler oluşturmaya başladık. Şansımız yaver giderse 2014’te bir ara kayıtlara başlayabiliriz; ama bir şey söylemek için çok erken henüz. 2021’den önce bir ara yayınlamak için elimizden geleni yapacağız…
“Beyond Redemption”ı ilk dinlediğimde prodüksiyon olarak bir AMON AMARTH hissi aldım. Ardından albümün Fascination Street’te kaydedildiğini fark ettim. Böyle bir sound elde etmek için uğraştınız mı yoksa Fascination Street’te kayıt yaparken böyle bir sound almak normal mi?
Andre’ye sound olarak herhangi bir referans vermedik ama sanırım orada kaydedilmiş bir albümde o sound’dan izlere rastlamak kaçınılmaz. En baştan Fascination Street’i seçmemizin sebebi de buydu, oradan çıkmış müthiş sound’a sahip çok albüm dinlemiştik ve tabii ki benzer bir şey istedik. Eminim Andre, Jens’ten (Jens Bogren’den bahsediyor -Ahmet) birkaç numara öğrenmiştir, artı aynı ekipmanı da kullandığı zaman benzer bir sound’a ulaşmıştır. Artık stüdyoların eskisi gibi kendine özgü sound’ları olduğunu pek düşünmüyorum, en azından 90′lar ile kıyaslarsak. O zamanlar albümün nerede kaydedildiğini daha ilk dakikadan anlayabilirdiniz. Abyss, Unisound, Fredman, Sunlight, hepsinin karakteristik sound’ları vardı. Ne yazık ki birçok albüm birbirine çok benzer sound’lara sahip, özellikle de metalcore etkilerine sahip albümler. Evet bu günlerde çoğu albümün harika bir sound’u var ama çoğu tamamen aynı prodüksiyona sahip. Ben ilginç sound’lu bir prodüksiyonu, mükemmel ve sıkıcı olan bir prodüksiyona tercih ederim. Tabii ki ideal olan kendine özgü ve ilginç ama aynı zamanda kulağa da hoş gelen sound’u olan bir albüme sahip olmak.
Yeni bir grup değilsiniz ama yeni bir dinleyici kitlesi yaratmaya çalışıyor gibisiniz. Yalnızca Facebook sayfanıza bakmak bile bunu görmek için yeterli. Kendinizi THE FORSAKEN’ın daha aktif, daha fazla konser verdiği ve daha sık albüm çıkardığı ikinci bir dönemin içinde mi görüyorsunuz?
Kim bilir? Önceye göre yalnızca daha bilgili değiliz, aynı zamanda daha yaşlıyız ve bununla gelen sorumluluklarımız da var. Bazı grup üyelerinin zaman ayrımaları gereken evleri, aileleri ve işleri var, bu yüzden de grubu yürütmek eskisine oranla daha karmaşık. Hâlâ farklı şehirlerde yaşadığımızdan bahsetmeye bile gerek yok. Ama isteğin olduğu yerde bir yol mutlaka vardır.
Konserlerden bahsedersek, THE FORSAKEN, NEDEN TURLAMIYORSUN??? (“Y U NO TOUR???”). Hakikaten, yakın gelecekte bir tur planı yok mu? Niye diğer süper gruplar gibi sizin de adınızı posterlerde göremiyoruz? Massacre bunu yapmanıza yardımcı olacak mı?
Bilinen tüm sorunların üzerine bir de tura çıkmak ayrıca zor bir şey. Eskiden olsa, turları engellediğinde seve seve işimi bırakırdım. Şu günlerde ise bu bir lüks, faturalardan tut kedi mamasına kadar ödeyeceğimiz şeyler var. Ben ve grubun kalanı bunu karşılayamayız. Epey bir tur teklifini geri çevirdik, her ne kadar bu içimizi acıtsa da pek fazla seçeneğimiz yok.
“Manifest of Hate” ve “Arts of Desolution”a her şeyleriyle bayılıyorum. Hatta bayılmak ne kelime, tapıyorum. Rifler, davulculuk, vokaller, o mükemmel sololar… Neredeyse çıktıkları günde aldığımdan beri dinliyorum o albümleri. Melodik ama yine de aşırı derecede nefret dolu rifler yazmıştınız ve belli ki AT THE GATES gibi grupların yolundan gittiniz. Buna rağmen gerçek hayranlarınızın kilometrelerce öteden tanıyabileceği bir THE FORSAKEN sound’u yarattınız. O zamanlar amacınız neydi? THE FORSAKEN’ı kurmanızı ve böyle bir müzik yapmanızı sağlayan gruplar hangileri?
Söylediklerin fazlasıyla memnun edici. Teşekkürler! Amaçlarımız başlangıçta pek belli değildi. Grup, ben katıldıktan birkaç ay önce kurulmuştu ve o zamanlar müzikal anlamda nasıl bir yol izleyeceğimiz belirsizdi. Nicke (davul) bir grind/death grubundan henüz ayrılmıştı. Yani aramızda herhangi bir ekstrem metal türünü çalmaya hazır olan sadece o vardı. Diğer grup üyelerinin daha önce death metal dinlediklerinden bile emin değilim. Ben katılmadan önce yazımını bitirdikleri bir şarkı yoktu. Çoğunlukla rifler ve şarkıların ufak bölümleri vardı. Her neyse. Kadro tamamlandıktan sonra izleyeceğimiz yol belli oldu. Nicke, ne olursa olsun grubu death metal yoluna sokmakta kararlıydı. Başlangıçta en büyük etkilenimlerimizin hangileri olduğu sorusunun cevabı, hangi grup üyesine sorduğunuza göre değişir. Şahsen ben o dönemde İsveç melodik death metaline hayrandım. Tabii ki de AT THE GATES onlardan biriydi, fakat benim için IN FLAMES, DARK TRANQUILLITY ve EUCHARIST daha öndeydi ve o zamanlar daha aktif gruplardı. 1997′deki mütevazı başlangıcımız sırasında Stockholm sound’lu gruplardan sıkılmıştım ve tüm o brutal müziklere karşı eskisi kadar ilgi duymuyordum. Birkaç sene önce idollerim haline gelen gruplar (ENTOMBED, DISMEMBER, GRAVE, UNLEASHED, DEICIDE, OBITUARY vs.) en iyi zamanlarını geride bırakmışlardı ve demin bahsettiğim melodik gruplar sürekli daha da iyi bir hale geliyorlardı. Grubun başlangıcında demolarımızı yaptığımız sırada kafamdakiler bunlardı. 1999′daki “Reaper” demomuzda bulunan parçaların çoğu, orada burada brutal kısımlar barındıran melodik şeylerdi. Şarkı yazım sürecimiz devam ettikçe belli belirsiz bir Amerikan etkilenimi “Inseminated by the Beast” ve “Collector o Thoughts” gibi şarkılarda kendini gösterdi. Sanırım müzik zevklerimizin yıllar içinde dengesiz bir değişkenlik göstermesiyle alakalı bunlar. Çoğu zaman death metal/thrash metal, brutallik/melodiklik gibi şeyler arasındaki balansı yakalamak, aralarında bir yol bulmak konularında zorluklar yaşadık. Tüm bu unsurlar her albümümüzde varlar, fakat farklı oranlarda.
Önceki soruyla alakalı olarak, 2001′de albüm çıkarmak nasıldı, 2012′de albüm çıkarmak nasıl? En büyük farkın ne olduğunu düşünüyorsun?
Bence 2001′de albüm çıkarmak çok daha önemli bir olaydı. Ortalama birisine göre stüdyo ve onun masraflarını işin içine katmadan müziğini kasede kaydetmenin kolay yolu yoktu. Evde yine de bir şey yapabilirdiniz, ama davul yazılımları ve dijital amfilerin kalitesi bugünkülerin yanına yaklaşamazdı. Bir dergide INFESTDEAD’in “Hellfuck” albümünün davul programı kullanmak yerine, gerçek harika davul sound’u yüzünden övüldüğünü hatırlıyorum. O zamanlar ben de öyle düşünüyordum, ama bugün laptopu ve temel müzik prodüksiyonu bilgisi olan her çocuk o sound’un daha iyisini evinde 5 dakikada yapabilir. Bir diğer konu da o zamanlar düzgün albüm çıkarmanın en iyi yolu müziğini yaymaktı. Spotify, Myspace, Facebook, YouTube yoktu. Tabii ki internet başlangıç aşamasında değildi, ama müziğini dijital olarak yaymak kısıtlıydı ve bugünkü kadar verimli değildi. İnternet olmadan promosyon aşırı zor bir şey. Bunları üst üste koyunca, albümünüzü yaymak, finanse etmek adına plak firmalarına çok daha bağımlı halde oluyordunuz. Eskiden albüm satışından çok daha büyük bir kâr vardı, tahminimce bu yüzden plak firmaları küçük gruplarla anlaşma imzalayıp gelişmeleri için onlara zaman tanıyordu. Öyle görünüyor ki artık birçok küçük plak firması kayıt, kapak konularında gruplara çok fazla sorumluluk yüklüyor. Bir anlamda underground çok daha “kendi işini kendin yap” haline geldi. Öyle görünüyor ki birçok grup şirket bulmadan evvel albümünü kaydediyor. Boktan kaliteli kötü demoların albenisi artık yok. Ama zaman hep değişmeli ve değişecek, bundan kaçış yok.
THE BLACK DAHLIA MURDER üyelerinden birinin müziklerinde belli olan THE FORSAKEN etkileşiminden bahsettiğini duydum. Ben de THE BLACK DAHLIA MURDER’ı seviyorum, ama birçok insan bana ne kadar iyi olduklarından bahsederken ben hep aklımdan “THE FORSAKEN bunu yıllar önce yaptı ve çok daha iyilerdi” diye geçirir ve sizi dinlemelerini önerirdim. Böyle bir şeyi duyduğunda bunu bir iltifat olarak görüp gururlanıyor musun, yoksa şimdiye kadar çok daha fazla tanınmış olmanız gerektiğini mi hissediyorsun?
Gerçekten mi? Onları isim olarak biliyorum ama aslında hiçbir işlerini duymadım ve Spotify’dan bakmak durumunda kaldım. Evet, bizim müziğimiz ve daha vahşi materyalle harmanlanmış Göteborg tarzı melodik riffler arasında bazı benzerlikler duyabiliyorum, en azından daha eski albümlerinde. İnsanlara bizim albümlerimizi önermeye devam edebilirsin, he he! Kişisel olarak hiçbir övgüyü büyük bir iltifattan başka bir şey olarak alamam, bu birinin bizi etkileşim kaynağı olarak göstermesi olsun, birilerinin enstrüman yeteneklerimize iltifat etmesi olsun veya en basitinden müziğimizin kıç tekmeleyen cinsten olduğunu düşünenler olsun. Camiadaki saygınlığımızın ve konumumuzun yayılmaması hakkında sadece kendimizi suçlayabiliriz, bu yüzden başka bir grup, bizden etkilenmiş olsun ya da olmasın, isimlerini yayıyorsa sadece onlar için sevindiğimi söyleyebilirim.
“Daemon Breed”in sonunda Anders’ın “Daemon Breeeeeeeeeeeeeeeeeeeedghhh!!!” diye uzuunca böğürmesi önceden planlanmış bir şey miydi, yoksa kayıt sırasında çıktı ve siz de kullanmaya mı karar verdiniz? Bunu sorma sebebim, bundan 10 yıl önce THE FORSAKEN’a ilk kez tutulma sebebimin o son böğürtü olması haha.
Daemon Breed, 1998′daki ilk demomuzun ardından yazdığımız ilk şarkıydı. Bir sonraki demomuz “Reaper” için olan hazırlıklar çok kapsamlı geçmişti. Anders’in diğer grubu OMINOUS, Abyss’te bir albüm kaydetmişti ve onların yaptığı anlaşma sayesinde haftasonları orada kaydetme şansını elde etmiştik. Demodaki her şey önceden planlanmıştı ve yüzlerce kez prova edilmişti, çünkü bu Abyss’e ilk gidişimiz olacaktı ve biz de acemi gibi gözükmek istemediğimizden şarkıları yalayıp yutmuştuk. Şirket stüdyo parasını ödeyince hazırlık ve kayıt namına biraz daha rahatlamıştık. Yıllar içerisinde şarkılarda pek çok son dakika değişiklikleri, eklemeler falan yaptık ama Daemon Breed’e cidden kusursuz hazırlanmıştık ve o haliyle de albüme koyduk.
“Manifest of Hate” veya “Arts of Desolution” zamanlarında Peter Tagtgren’in “THE FORSAKEN’in uzun zamandır birlikte çalıştığı en iyi grup” olduğunu söylediğine dair bir şeyler hatırlıyorum. Eğer çok eskilere gidiyorsam kusuruma bakmayın ama sormak istiyorum; Abyss Stüdyo’larındaki kayıt süreci nasıldı ve sence bu kadar deneyimli bir prodüktör/müzisyen olan Peter’i hangi özellikleriniz bu kadar etkiledi?
Aslına bakarsan onu söyleyen Peter değil, kardeşi Tommy’ydi ve tam olarak belirtmek gerekirse “kaydını yaptığı en iyi grup” olduğumuzu söylemişti. O kadar da büyütülecek bir şey değil aslında. Kayıtlar sırasında telefonda Century Media’daki bizden sorumlu adamla konuşuyordu ve kayıtların nasıl gittiği hakkında bilgi vermesi istenmişti. Konuşmanın bir noktasında Tommy bizim kayıt yaptığı en iyi grup olduğumuzu söyledi. Cesur bir reklam manevrası olarak, Century media’daki eleman bu sözü alıntı olarak kullanıp kullanamayacağını ve albümümüzün üstüne bir not olarak yapıştırmak istediğini söyledi. Abyss stüdyolarını oluşturan iki stüdyo, o zamanlar Peter ve Tommy tarafından işletiliyordu. Stüdyolar aynı binanın içindeydi ve bu sayede gruplar birbirlerinin kayıtlarına kulak kabartabiliyor, hatta ara sıra oturup bir iki bira içerek kayıtlar üzerine sohbet etme fırsatı yakalayabiliyorlardı. Peter ve Tommy sık sık birbirlerinin stüdyosuna gelip olup biten hakkında fikir alışverişinde bulunur, birbirlerinin yaptıkları işleri dinlerlerdi. Bizim kayıt sürecinde de Peter stüdyoya uğradı. Ona karşı duyduğum saygının boyutlarını anlatabilmem mümkün değil. Her şeyden önce piyasadaki en iyi vokallerden birine sahip birisi. Aynı zamanda şarkı yazma konusunda da çok yetenekli. Müthiş hitler yaratabiliyor. HYPOCRISY ve PAIN ile yaptkları şeyleri bir kere dinleyince bile zihninize kazınıyor ve ikinci defa dinlemeye başladığınızda kendinizi şarkılara eşlik ederken bulabiliyorsunuz.
Bu da geleneksel son sorumuz: Anasayfaya koymamız için röportajın manşetini bize söyler misin?
Şöyle diyelim; “THE FORSAKEN’ın hikayesi: 9 yılı nasıl bilgisayar oyunu oynayarak ve 31 çekerek geçirdik.”
Sorular bu kadardı Alf, zaman ayırdığın ve yarattığın müzik için teşekkürler. Aslına bakarsan benim de bir grubum var ve ilk 3 albümünüzle bana büyük ilham kaynağı olduğunu söyleyebilirim. Belki şu şarkımızı dinlemek isteyebilirsin. Bu yüzden bir kez daha teşekkür ederim.
Harika bir şarkıymış! Vokalin farklı yorum tarzı çok hoşuma gitti. Bu tarz şeyler yapmayı zamanında biz de düşündük ama açıkçası cesaret edemedik.
Kendine iyi bak.
Sen de! Röportaj için çok teşekkürler!
Röportaj
Ahmet Saraçoğlu
Tercüme
Pasigfagresif
Ne kadar guzel cevaplar vermiş yahu. Bugünü The Forsaken günü ilan ediyorum.
dokuzuncu soru ve içerdiği cevap müthiş. piyasadaki değişim bu kadar güzel ifade edilebilirdi.
Çok güzel olmuş cidden,özellikle verdiği başlık efsanevi ahah.
Ayrıca TTTS’nin Loomis’ten sonra Alf’ten de beğeni alması baya güzel bi olay.
Adam usenmemis yazmış baya, harbi adammis.
Soru gonderilip henüz donus yapmayan gruplara da kafam girsin
Cevaplar ve başlık gayet manidar.
Zamanlama da çok manidar.
“9 yılı nasıl bilgisayar oyunu oynayarak ve 31 çekerek geçirdik” olum bu benim hikayem lan :((
Fazlasıyla doyurucu cevaplarla dolu müthiş bir röportaj olmuş. Gruba saygım fazlasıyla arttı. Sadece Beyond Redemption albümünü dinledim ve bayağı sevmiştim. Özellikle Manifest of Hate olmak üzere diğer albümlerini de merak ettim.