Palyaçolardan çok korkarım. Tabiri caizse altıma sıçarım. Hangi amaçla palyaço gibi grotesk bir şeyi bulmuş insan evladı, hiçbir anlam veremem. İlk anda eğlence ya da sirkler için gibi görünse de, aslında öyle olmadığını düşünüyorum. Daha sonradan adapte edildiği besbelli.
Böylesine kabusları süsleyen bir fikir ancak sıkıntılı bir zihnin ürünü olabilir. Sıkıntılı zihinleri severim aslında. Yenilik getirirler. Ahlaki ve yaratıcı sınırları zorlarlar. Burada kastettiğim çocuk tacizcileri değil elbet, onlar ucuz zihinler.
Bana bir palyaçoyu anımsatıyor bu albüm. Sevimli gibi ama yakınlaştıkça korkunç gibi. Şaka yapıyor, ama onu dinledikçe ufaktan yusufluyor, ciddileşiyorsunuz.
Peki neden palyaçodan girdim, yaratıcılıktan çıktım? Benim kafam mı uçmuş durumda? Hayır sevgili okurlar, şu an değil. Şu an David Maxim Micic’in albümüyle çoşuyorum. Yaratıcılık, estetik, çirkin bir yüze yapılan güzel bir makyajdan ötesi var, burada bir estetik ameliyattan söz ediyoruz. Devrimsel değil ama dünyanın bir numaralı estetik cerrahının yaptığı ameliyat gibi. Djent, ambians, retinal circus…
Periphery “This Time It’s Personal” ve Devin Townsend’in güçlerini birleştiren bu adam ortaya 6 şarkılık dev bir eser çıkarmış. Sizi bilmiyorum ama birisi bana bu iki grubu başarıyla harmanlayan birisi olduğunu söylese ben heyecanlanırdım. Ortası karamel kaplı hindistan cevizli brownie gibi bir şey. Artı David Nevue soslu Xmas pianoları sayesinde yukarıda bahsettiğim estetik de işin içine katılıyor ve dinlendiriyor dinleyiciyi.
Dahası da var. Per Nilsson ve Jeff Loomis desem? Onlar da konuk oluyor arada. Hani olmasalar bir şey olmaz ama dediğim gibi süper bir tatlı üstüne sos fena olmaz.
Genel olarak vokal bölümleri ağırlıklı olmayan albümde vokaller synth ya da sample gibi kullanılıyor. Teşbih yağmuru sizi yorduysa bir nefes alın ve albümün ilk şarkısını dinleyin. 1 saatlik yol boyunca ruh hastası gibi döndürdüğüm, tüm akşamımı zapteden giriş. Bu derin bir nefes alıyormuşsunuz hissindeki saf şarkıdan sonra albüm gitgide daha da kompleks bir havaya bürünüyor. Aksak ritimler kendini fusion tarzına bırakıyor, oradan ambianslara, scoring’lere dönüyor, oradan da tekrar büyük nakaratlı Townsend’vari bir şarkı olan Daydreamers’la kapanıyor.
Harika kullanılmış klavye, nefis düzenlemeler ve akılda kalıcı nakaratlarla, duygu dolu geçişler, yumurtanın fırçalanan tarafı sağlamlığında bir albüm ortaya çıkarmış. Bu albümde klasik bir metal albümünde olan hiçbir şey yok. Bu albüm yeni neslin müziği. Yeni neslin tonu. Bu kadar zarif ve sert olmayı aynı anda başarabilen, tarifsiz, 4/4′lük bir albüm. David Maxim Micic böyle bir müzik yapmış.
Kesinlikle ve kesinlikle dinleyin. Normalde “bir göz atın” gibi daha yumuşak söylemlerde bulunurdum ama şu an net bir şekilde bunu dinlemezseniz baya bir şey kaçırabilirsiniz diyorum.
Bahadirin uzak ara en iyi kritigiydi. Cita mita kalmadi artik. Su ara eskilerden takiliyorum ama bi zaman dinlerim bunu da elbet. Kutlarim ve tesekkur ederim.
Albüm çok iyiymiş ya, teşekkürler
sizi bilmiyorum ama benim gibi djent manyakları için çok heyecanlandırıcı bir albüm olmuş.. bu aralar dinleyicilere ihtiyaç olan bir albüm. deneysellik tam yerinde.tarzla ilgilenmiyorsanız, “bu ne lan” tarzı ifadeler kullanabilirsiniz ancak djenti herkesin kafası kaldırmaz.
kadro mükemmel, albüm mükemmel. fazla abartmış gibi olmayayım ama abartılmayacak gibide değil.10 üzerinden 10..
Öncelikle güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık. Albümün ismine şans eseri denk geldim ve merak ederek bir köşede dursun sonra dinlerim dedim. Sonra dinlemeye başladığımda sevinçten küfrettim.
Son bir aydır hiç sıkılmadan dinledim, dinliyorum. Böyle tam manasıyla metal olmamasına rağmen bir metal dinleyicisini köpek konumuna sokabilecek çok pis karakterde bir albüm.
Ne diyeyim, dinleyin dinlemeyenlere şiddet uygulayın, o derece.
Mükemmel.
Valla kritik bazı noktalara katılmamakla birlikte (soloların olmasa da olması durumu örneğin) nota katılıyorum. Albüm gerçekten müthiş !
Progresif müzik asığı olup djent ve ambient saçmalığından zerre hazzetmeyen biri olarak albüme fena halde bayıldım.
Ufaktan yedirilmiş balkan ezgileri, yaylılar, o koro vokaller deli gibi sololar derken akıp gidiyor albüm.
Son olarak jeff loomis. Böyle solo mu olur be kardeşim, beynim aktı !
Dinlemeye başladım albümü, heyecan verici.
değişik ve güzel
albümü baştan sona dinlemiş biri olarak gerçekten çok güzel bir albüm olduğunu söyleyebilirim! hiç sıkılmadan dinledim, her şarkı ayrı güzel (smile’ ın girişi çok etkileyici olmuş), sololar ayrı güzel efektler ayrı, vokallerde öyle tabi :) böyle müzisyenlerin kendi imkanlarıyla ürettikleri işlere destek vermek gerektiğini düşünüyorum çünkü ciddi bi emek ve sonrasında ortaya çıkmış şahane bi çalışma var. son olarak görsel de gayet iyi olmuş :) başarılar david maxim micic…
Değişik ve kötü. Yaratıcılık var da, ordan burdan alıp bir araya getirmekle. Bu dinleyiciye yapılan saygısızlıktır. Adam almış Protest the Hero’nun bire bir aynısını ikinci şarkının ortasına yapıştırmış. Tamam The Gathering’i güzel yedirmişsin şarkıya da, PtH kadar belirgin bir grubu yediremezsin. Bide biraderin EZ drummer kullanımına bayıldım. Kendi imkanlarıyla baya 18 kişilik furbol kadrosu kurmuş, tebrikler david. Aynı bok, sadece isimler farklı.
Loomis akmış.
http://www.youtube.com/watch?v=R2AaW-XQqIE
Saz da çalıyormuş bu eleman
bu kritiği ben yazayım mi diye ahmet abi’ye mail atmışım aralık’ın 9′unda. “aradan sadece 38 gün(!!!) geçmesine rağmen nasıl olur da kritiği bahadır yazar” demeden önce eline sağlık bahadır gardaş demek istiyorum, heralde bana kalsa bilo 6 felan çıktığında ben anca bunu yazıyo olurdum. bu albümün yazılması gerekiyordu, senin yazman da çok iyi olmuş.
şimdi geçelim albüme. david micic’i ilk ep’si bilo 1.0′den beri merakla takip ediyorum. şunu söyleyebilirim ki bu albümde kesinlikle kendini aşmış david. hem de öyle böyle değil. bi defa hiçbişey olmasa bile çok iyi bi producer olacağını kanıtladı bu albümle. misafir sanatçı tercihleri ve bu isimleri şarkı içine yedirmesi müthiş. albümde baştan sona bir bütünlük mevcut ve arada da bilo 1 ve bilo 2 ep.’lerine de gönderme yaptığı yerler var. ben biraz misafir müzisyenlerin performanslarını irdelemek istiyorum.
jeff loomis: 3. şarkı smile’ın sonunda david, “allah’ına kadar yardır jeff” demiş, jeff de anasını sikmiş ortalığın.
per nilsson: albümdeki konuk sanatçılar arasında en iyi gitar solosunu bence nilsson atmış. 5. şarkı wrinkle maze’de kesinlikle bestenin havasına uygun atılmış bir solo var. yani loomis’teki gibi “at abi kafana göre” durumu yok.
jakub zytecki: nasıl ki jeff loomis-keith merrow, andy james-paul wardingham kankalığı varsa, d.maxim-jakub zytecki kankalığı da mevcut. zira 3 bilo’da da jakub’un konuk gitar soloları mevcut. bu albümde 2. şarkı where is now’un sonunda attığı solo “fena diil” tadında. attığı en manyak soloysa bilo 1′de attığı aha şu solo:
http://www.youtube.com/watch?v=XXy6uPXbzK4
aleksandra djelmas: konuk vokaller arasında beni en çok etkileyen isim oldu. bu bayan arkadaşın 3. şarkı smile’de yaptığı kirli ve zaman zaman kullandığı scream vokaller müthiş.
vladimir lalic: gene vokallerde inanılmaz yerlere çıkan bu abimiz, opera sesini felan da kullanmış albümde.
vasil hadzimanov: bu isme de dikkat. 4. şarkı nostalgia’da hoş bir klavye solosu var. gene bilo 1′de akıllara zarar bir klavye solosu var.
http://www.youtube.com/watch?v=BSqDlU8pUBY
yani sonuç olarak bu kadar enstruman ve öğenin müziğin içinde nokta atışı diyebileceğimiz kadar iyi yedirilmiş ve üzerinde kafa yorulmuş bir albüm var karşımızda. kimi zaman bazıyerlerde steve vai havası almadım da değil. ama david’in sesini daha da duyurması açısından çok iyi bir iş olmuş gerçekten.
Biraz geç oldu ama sağ ol valla Bahadır, taş gibi albümmüş cidden, baya bağladı kendine. Özellikle Smile baya müthiş bir şey.
Smile’da solo öncesi giren bölüm nasıl birşeydir yahu ? Albümü bir kere dinleyebildim şu şarkı yüzünden. Aleksandra Djelmas bacımızın performansı da müthiş, kendisini takibe geçiyorum.
Geç de olsa albümü dinleyebildim. Şükürler olsun müziğin varlığına dedim. 70′ler ve biraz sleepytime gorilla museum tadı aldım ki, çok memnun edici. İlk göz ağrım smile’ı bıraktım, nostalgia’nın güvenli sularında yüzmekteyim şimdilik.
Bu albüm gerçekten dinlediğim en iyi şeylerden biri. Muazzam bir kompozisyon var. Dinlemeyen kötürüm kalır öyle diyeyim. 10/10 rahatça.
Belli ki Igorrr bundan çok ciddi şekilde etkilenmiş.
Bu albümden 2 üstteki yorum sayesinde haberim olmuştu, o zamandan beri dinliyorum, çok iyi gerçekten. Özellikle 2. şarkı bağımlılık yapıyor. Yalnız herkes Jeff Loomis akmış demiş ama ben çok gereksiz buldum o soloyu bu şarkıya. Benim için solo girdiği anda bitiyor şarkı, şarkıyla alakası yok solonun.
Smile’daki ablamızın vokalini çok sevdiğimden asıl grubuna bakmıştım. Bu vesileyle Destiny Potato – Lun albümünü keşfettim. O albümde de David Maxim Micic çalıyor, bir bakın derim. Herkesin zevkine uygun değil ama seven tam sever.