Ertuğrul Bircan Çopur
“Those who restrain desire do so, because theirs is weak enough to be restrained.”
Neredeyse tüm mitolojilerde, dinlerde, ve bunlar üzerinden üretilip durulan hikayeler, masallar ve dâhi ötesinde hep iyiyle kötü kesin çizgilerle ayrılmıştır birbirinden. Tüm yaklaşımlarda adeta sonsuz merhamet ve mutluluğun bir temsilcisi varken, karşısında da olanca haşmetiyle bir vahşet timsali durmaktadır. Biri müritlerine ebedî huzuru vaadederken, diğeri bunun imkansızlığından dem vurup dünyevî zevkleri bencilliği öğütler, tökezlemesini beklediklerini yavaş yavaş kendi tarafına çekme uğraşı verir.
Naçizane bendenizin bile görmekte zorlanmadığı bu gerçeğin William Blake de hayli hayli farkındadır elbette. Onun bakışında hafif bir farklılık vardır ama; o kötüyü dışlamaz, tersine gerekli görür. Toplumun, insanlığın ilerlemesinde iyinin olduğu kadar kötünün de payı olduğunu düşünür çoğunluğun aksinde; zira ilerlemeyi sağlayanın bu ikisi arasındaki denge olduğu inancındadır. Tanrı saf iyilik değildir, bir dengenin temsilcisidir. Keskin çizgilerle ayrılmış iyi ve kötünün, tek bir düzenin parçası olduğu fikri yayılmıştır “The Marriage of Heaven and Hell”e, ve elbette ki kendisi benden çok daha iyi dökmüştür bunları kelimelere.
Karşıtlar yoksa gelişme de yoktur.
Çekim ve itim, mantık ve enerji,
Sevgi ve nefret, hepsi elzemdir insanın varoluşunda.
Bu karşıtlıklardan dindarların iyi ve kötü dedikleri çıkar ortaya.
İyi, mantığı dinleyen pasifisttir,
Kötü ise enerjiden beslenen aktivist.
İyi cennettir, kötü ise cehennem.
Hal böyle olunca, Cehennem algısı da değişiktir bu konular üzerine kelâm etmiş birçoklarından. Blake’in Cehennem’i kazanlarda insanların haşlandığı, canlı canlı derilerinin yüzüldüğü bir işkenceler diyarı değildir. Diğer yazıtlarda Tanrı’ya başkaldıran fakat nedendir bilinmez, kendi tarafına çekebildiklerine acı veren Şeytan’ın amacını daha iyi özetleyen, otorite karşıtı bir enerjidir Cehennem. Daha doğrusu, insanın içindeki enerjiyi bastırmamasıdır. Şeytan kendi ağzından açıklar hepsini Blake’in kalemi üstünden.
Tüm İnciller ve kutsal yazıtlar şu yanlışlara sebep olmuştur:
1- İnsanın varolan iki mülkü vardır: vücudu ve ruhu.
2- Kötülük denen enerji yalnız vücuttan, iyilik denen mantık ise yalnız ruhtan beslenir.
3- Tanrı enerjisine boyun eğen her insana sonsuza dek işkence edecektir.
Halbuki bunları karşın şunlar doğrudur:
1- İnsanın ruhundan bağımsız bir vücudu yoktur, vücut yalnızca ruhun beş duyuyla algılanabilen parçasıdır.
2- Enerji tek hayat kaynağıdır ve mantık bu enerjinin dolaşımıdır.
3- Enerji, sonsuz mutluluktur.
“The Marriage of Heaven and Hell” William Blake’in kendi kişisel İncil’idir aslında. Hayatta iken çok farkında olunmasa da romantik dönemin en önemli ve en büyük kalemlerinden biri olan Blake, tamamen subjektif bir kutsal kitap yazmıştır bu satırlarında. Enerjinin sonsuz mutluluk olduğunu yazması yalnızca edebî bir güzelleme değildir; döneminin evlilik kurallarına karşı çıkmış, “özgür aşk” akımının öncülerinden biri olmuştur. Bir dinî inanca sahiptir; ama bu ne yaşadığı dönem, ne de tarihin hiç bir döneminde çoğunlukla aynı tarafta yer aldığı bir din değildir. “The Marriage of Heaven and Hell”de Hıristiyanlığın kutsal addettiği değerlere, öğütlediklerine vahşice saldırır. DEATHSPELL OMEGA’nın sözlerinde ağır ilham aldığı isimlerden bir tanesidir bu yönüyle. “Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice”da ne kadar yoğun bir Georges Bataille ağırlığı varsa, “Fas – Ite, Maledicti, In Ignem Aeternum”da da Blake’in adeta tersten yazdığı İncil’inin izleri vardır.
“Kodeslerin duvarları kanunlarla örülüdür, kerhanelerinkiler ise dinle.” der, “Gazabın kaplanları, boyun eğmenin atlarına yeğdir.” diye öğütler kendi cehenneminde. Tüm bir eser burada yaptığı bir gezintinin izlenimleridir yazarın ve yoğun şekilde atıflar vardır kendinden öncekilere. John Milton’ın kendisinden neredeyse bir buçuk asır önce yazdığı “Paradise Lost” ve Dante Alighieri’nin ondan da bir asır önceki “Divina Commedia”sına olduğu kadar, onu bu eseri vermeye iten “Heaven and Hell” ve yazarı Emanuel Swedenborg’a (biraz da aşağılayan) göndermeler geçer durur.
Okuyucunun cennet-cehennem-insan algısını değiştirebilecek, değiştirmese bile onu bu algı üzerinde düşünmeye itecek kadar güçlü bir eser “The Marriage of Heaven and Hell”. ULVER’in adı şimdiye dek hiç geçmemiş albümü ise tüm bu düşünsel ve edebî yoğunluğun notalar halinde somutlaştırılmış hali. Endüstriyel, mekanik sesler, akustik pasajlar, vahşi gitar soloları, kadın vokaller, ve Blake’in en büyük eserinden alıntılarla, Blake’in cehenneminde 102 dakikalık bir gezinti bu; belki de müzik algısı üzerine düşünmeye itecek kadar güçlü. ULVER’in black metal sularını tamamen terk eylediğini cümle aleme ilan ettiği, bir albümün ne bir müzik türüne, ne klişe enstrümanlara, ne de herhangi bir düşünceye kısıtlanması gerektiğini yüzümüze vurduğunun resmi. Resmî olarak, kurtların içindeki evrim isteğini kısıtlamamaya karar verdiği albüm.
Çünkü isteklerini kısıtlayanlar, ancak istekleri kısıtlanabilecek kadar zayıf olduğu için yaparlar bunu.
blake cidden arıza birisi. ben kendisini resimleriyle tanıdım ve hep orada kaldım, edebi yönüne (tyger şiiri hariç tabii) geçemedim hiç. dolayısıyla da bu albüm, ulver gibi çok sevip dinlediğim bir grubun da olsa, benim ilgimi hiç çekmedi.
şimdi ilk defa dinlerken ulver’in müzikal olarak bütün temelini, daha doğrusu müziğe temel bakışını ilk defa burada ortaya koyduğunu hissediyorum. ulver’in “metal bakışı ağırlıklı” dönemi hepi topu 3 sene iken, bu albümle girdikleri “kısıtlanmamış” yolda 15 seneden fazladır ilerliyorlar.
bir de hazır ulver demişken, ne yaparsa yapsınlar son derece samimi ve kaliteli işler çıkardıklarından ötürü, kendilerinden grindcore, swedish death, gothic vs. albümleri dinlemenin inanılmaz olacağını düşünüyorum hep. üzerinde ulver yazan bir doom/death albümü…
kritik de sevdiğim üzere, albüme çok dalmayan ve genel kültür odaklı türde.
neyse bu dum dum tıs tıs diii duuu elektronik sesler biraz kafamı yordu. ben açıp mdb – catherine blake dinleyeyim. olmadı chemical wedding.
26.12.2013
@northern, Elektronik sesler cidden biraz yoruyor zaman zaman; ama alıştırıyor bir süre sonra kendine. :)
Bunun dışında da Ulver’in müzikal temelini ilk defa burada oraya koyuyor olmasına kesinlikle katılıyorum, çok doğru bir yaklaşım bence de.
Teşekkürler yorum için, kritiğe bir şeyler eklediğin için ayrıca da bir teşekkür.
Bence çok sıkıcı bir albüm. İçlerinden iyi şarkılar var tabi ama gereksiz de bir sürü şarkı var. Bu da albümü dengeliyor al sana ne iyi ne kötü vasat bir albüm. Böyle bir albüme 6 ideal. Sorun vasat bir albüm yapmalarında değil, Nattens Madrigal gibi bir şaheserden sonra böyle alakasız bir albüm yapmaları. Bizim entel metalci güruh çok sever bu albümü mesela.
Bu albümdeki en iyi şey son şarkı ve son şarkıda Fenriz, Samoth, İhsahn gibi Black Metal duayenlerinin konuk sanatçı olarak yer almaları.
25.12.2013
@Nightwing, olayı tamamen black metali bıraktılar durumuna endekslersen sevmemen çok doğal . objektif bakarsak çok iyi bir albüm
25.12.2013
@Nightwing, “entel metalci güruh”
26.12.2013
@parasite/gallows, entel revizyonist endustriyel kırması akustik alaşımı yeni ulvercı cephe
26.12.2013
@Reroute to Remain, @parasite/gallows ben müzik dinleyicisi değilim Black Metal dinleyicisiyim. İçimdeki Black Metal tutkusu çoğu şeye objektif bakmamı engelliyor -size göre- gözümü bağlıyor anlıyacağınız. Herkesin zevki ”ay şu albümün konsepti tam bir sanat şaheseri, albüm kapağı Picasso’nun abstract çalışmalarına benziyor, Dostoyevski’nin müzikte vuku bulmuş hali” olmak zorunda değil. Zaten mesajımın başında da ”bence” dedim dikkat ederseniz. Saygılar.
26.12.2013
@Nightwing, bence diyerek başlamışsın ama sonradan albümü sevenlere -entel dantel- etiketi yapıştırmışsın. lafım onaydı.
her neyse…
genel kültür yerine albüme odaklı bir kritik olsaydı daha iyi olabilirdi. zira ulver’den çok william blake makalesi okudum gibime geldi. böyle kritiklerin handikapı da böyle. neyse… albümü çok severim. kveldssanger favorim olsa da son albüm hariç ulver’in diskografisi bambaşkadır. 9/10
25.12.2013
@baha, Aslında yazıda iki eserin ve yaratıcılarının kendi sanat dalları ve hayata bakışlarının benzerliğine değinmeye çalıştım. Eseri okumak ya da albümü dinlemek isteyecek olanların neler beklemesi gerektiğini düşündüğümü anlatmak idi amacım. Zira her ikisi de çok farklı yaklaşımlar sergiliyor bulundukları alanlara. Arada bir böyle “farklı” kritikler yazmanın faydalı olduğunu düşünüyorum; ama elbette ki fazla arka planda kalmış olabilir bu defa denediğim şey. Teşekkür ederim yorum için.
albümü dinlemedim o yüzden bi fikrim yok ama kapağı görünce nedense aklıma direk gelen şey >>>http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/e/e9/Below_the_Lights.jpg
26.12.2013
@B U R Z U M, Abi sen öyle deyince bana da fırsat doğdu Muhteşem yüzyılı izlerken “Sokullu Mehmed Paşa” rolünü canlandıran adamın baya Garm a benzediğini yazıyım ben de.
http://u1312.hizliresim.com/1j/u/vwfcw.jpg
Sevdiğim bir albümdür. Yazı da çok güzel olmuş. Eline sağlık Bircan. Bence Ulver’in müziği “sevme ya da sevmeme” albümlerinden. Çok analiz yapılabilir mi böyla albümlere bilmem, belki bir paragraf daha sıkıştırılabilirdi. Yine de çok başarılı bir yazı.
26.12.2013
@Durakonis, Çok sağ ol Özgür, teşekkür ederim :)
Dinlemediğim tek Ulver albümü, nedenini ben de bilmiyom.
Ulver’den başka bir muhteşem albüm, oraya girmeye gerek yok. Ben şunu sormak istiyorum yazara, Ulver’in 10′u hangi albüm?
26.12.2013
@Mert, Gelmiş geçmiş en iyi metal albümlerinden biri olarak gördüğüm Nattens Madrigal. Kritiği benden önce yazıldığı için epey üzgünüm hatta hahah.
26.12.2013
@Mert, Ayrıca -bilek metal dönemini bir kenarı koyarsak- bu albümle Ulver kusursuzluk serisini başlatıyor resmen. Arka arkaya Themes From William Blake’s, Perdition City, Blood Inside, Shadows of The Sun ve en son da Messe. Hepsi birbirinden muhteşem albümler. Favori albüm seçme işini imkansızlaştırıyorlar neredeyse.
Bak işte bu gerçekten önemli bir albüm.Shadows of the Sun ya da Blood Inside ile kıyaslandığında elbetteki daha “içsel” daha dinlemesi zor bir albüm ama -bence- Ulver’in black metal’den tamamen sıyrılıp türler üstü bir konuma ulaşması adına atılmış en keskin adımdır.